79. Venedik Film Festivali’nden notlar: Baumbach’ın son filmi ve direktörün açıklamaları
Ölümden korkuyorum; demek ki yaşıyorum. Yaşamı hafife alıyorum; öyleyse ciddiyim. Varlığıma bir anlam yükleyemiyorum; öyleyse iç sıkıntılarım hiç de saçma değil. Tehlikeler karşısında soğukkanlı ve akılcı davranıyorum; demek ki için için korkuyorum...
Mehmet BasutçuNoah Baumbach (1969), René Descartes’ın neredeyse 400 yıl önce, “Düşünüyorum; öyleyse varım” cümlesiyle özetlediği insanoğlu gerçeğinin değişik açılımlarını yer yer alaycı bir dille, ustalıkla günümüze uyarlamış.
ÖLÜM KORKUSU...
Amerikalı senaryo yazarı-yönetmen Baumbach, korku ve macera filmleri dahil birçok sinema türünün kodları arasında özgür ve özgün bir cambazlık modeli sergilerken pek tökezlemeyen, düşündürücü ve eğlendirici bir durum saptaması yapmış. Tehlikelerin giderek çoğaldığı, felaket oluşturabilecek kaza olasılıklarının yükseldiği günümüz dünyasında, anne babaları farklı 4 çocuğu yetiştirmeye çabalayan entelektüel bir çiftin, bu ortamda farklı boyutlar kazanan klasik varoluşçu kuşkuları nasıl yaşadıklarını anlatırken hafif görünümü ardında zengin bir film imzalıyor.
Adam Driver, Hitler dönemi uzmanı olan saygın ve sevilen profesörün ikircikli ruhsal gelgitlerini incelikli bir yorumla duyumsatmayı başarmış. Günlük yaşamında benimsediği kartezyen ve nesnel yaklaşımın, çağımızın kimi olası potansiyel tehlikeleri ve varoluşçu sorunsalların artan baskısı karşısında nasıl yetersiz kaldığını; içinden bir türlü atamadığı ölüm korkusu önünde nasıl çırılçıplak çaresiz olduğunu; kıs kıs gülerek zekice sergiliyor.
Woody Allen (1935) ile Robert Altman’dan (1925-2006) esinlendiğini söyleyebileceğimiz Noah Baumbach, tüm hınzırlığına rağmen, felsefe kitaplarına meraklı olanlara seslenmek yerine, ortalama sinemasever televizyon izleyicisini korkutmamaya özen göstermiş. Sonuçta, Altın Aslan kazanabilecek kadar sivrilen bir başyapıt değil “White Noise” kuşkusuz ama izlenmesi gereken, hoş ve anlamlı bir mozaik film...
BARBERA’NIN 10 YILI
1999-2002 arası La Mostra’yı yöneten Alberto Barbera, 2012 yılında yeniden devraldığı ve 2024’e kadar sürecek olan Venedik Film Festivali direktörlüğü görevinin son on yılı boyunca, bilinçli olarak Amerikan sinemasının düzeyli örneklerine daha fazla yer veren açılım politikasıyla başarılı olduğuna inanıyor. Hem Toronto Festivali’nin rekabetinden kurtulduklarını hem de sanal gerçeklik dalındaki denemelere beş yıldır özel bir bölüm ayıran tek büyük festival kimliğiyle yenilikçi adımlar attıklarının da altını çiziyor.
Bu arada, sinema ve siyaset arasındaki ilişkilere sürekli önem verdiklerini; bu yıl da, hem son filmiyle Altın Aslan adayı olan Jafar Panahi gibi hapse atılmış İranlı yönetmenlere hem de sıcak savaş ortamında yaşayan Ukraynalı sinemacılara destek amaçlı, birer günlük iki ayrı etkinlik düzenleneceğini hatırlatıyor...