76. Cannes Film Festivali’nin ilk yarısındaki filmlerden notlar: Edebiyatı yücelten sinema...

Festivalin ilk yarısının en çok beğenilen filmlerinden “The Zone of Interest”in uyarlandığı kitabın İngiliz yazarı Martin Amis’in, 19 Mayıs günü 73 yaşında gırtlak kanserinden vefat ettiği haberi, Cannes’ın kendi içine dönük benmerkezci dünyasında büyük bir yankı doğurmadı.

Mehmet Basutçu

Halbuki, sinema ile edebiyat arasındaki sıkı ilişkilerin yansıması olan iyi/kötü binlerce örnek bir yana, bu yıl ana jüride, başta önemli yazar ve yönetmen Atik Rahimi olmak üzere her iki sanat dalında da sivrilebilen adlar ciddi bir ağırlık oluşturmakta...

NAZİ VAHŞETİ

Babası da ünlü bir yazar olan Martin Amis, 2014’te yayımlanan ve henüz Türkçeye çevrilmemiş olan “The Zone of Interest” adlı romanında, 1940’ların Nazi Almanya’sını tüm dehşeti ve vahşetiyle, üstelik ne o vahşeti ne de toplama kamplarının dehşetini doğrudan betimlemeden anlatır. Bu satirik roman, rejimin ileri gelenlerinin özel ilişkilerine odaklanmaktadır. Önce, kin kusan SS’lerin çılgın eylemleri gerisinde Hitler ile Eva Braun’un aseksüel aşklarını sergiler. Sonra, Auschwitz-Birkenau toplama kampı komutanı Rudolf Höss’ün, kampın hemen bitişiğinde bulunan bakımlı büyük bahçenin ortasındaki malikanesinde, karısı ve küçük yaştaki çocuklarıyla birlikte son derece doğallıkla sürdürdüğü özel aile yaşamı gerisindeki kontrastı sorgular...

İngiliz yönetmen Jonathan Glazer (1965), yazarın verdiği özgün adı değiştirmeden sinemaya özgürce uyarladığı romanın üç ana karakterinden sadece birinin, Rudolf Höss’ün özel yaşamını sahneye koymakla sınırlamış filminin senaryosunu. 

Yahudilerin Auschwitz’te topluca yakıldığı fırınlardan çıkan kara dumanların simgelediği o vahşet, ağaçları ve bakımlı çiçekleriyle bir cennet ferahlığı sunan bahçenin yüksek duvarları gerisinden duyulan, artık tümüyle kanıksanmış gürültülerle birleşince giderek yoğunlaşır, daha da ürpertici, buz gibi bir gerçeklik kazanır...

Tam on yıl önce, üçüncü uzun filmi “Under the Skin” ile başarılı bir çıkış yapan Jonathan Glazer, bu kez daha da olgun, berrak ve sert bir mizansen becerisi sergiliyor.

Edebiyat sinema ilişkilerinin en asil, en doğurgan örneklerinden biri olan “The Zone of Interest”, içerikle biçim arasında alabildiğine hassas, özgün dengeler kurmayı başaran bir film. Cumartesi gecesi yapılacak ödül töreninde kendine iyi bir yer bulması beklenen Jonathan Blazer, her şeyden önce, edebiyat-sinema ilişkilerine çarpıcı, kolayca unutulmayacak sağlam bir örnek daha eklemiş oluyor.

‘BİR DÜŞÜŞÜN ANATOMİSİ’

Fransız kadın yönetmen ile, bir kitap uyarlaması olmasa da, özgün senaryosunun edebi ve psikolojik derinlikleriyle öne çıkıyor.

Yeni romanını yazmakta zorlanan orta yaşlı bir yazarın, Fransız Alplerindeki dağ evinin ikinci katından düşerek ölmesi sonucu yürütülen soruşturmada cinayetle suçlanan, araştırmacı/akademisyen eşinin yargılanma sürecine odaklanan Justine Triet, son derece yoğun, mesafeli, felsefi ve ruhbilimsel boyutları derinlikli bir film çıkmış. 

Bu yıl Altın Palmiye yarışındaki ağırlıkları ilk kez üçte bir oranına yükselen kadın yönetmenler arasında, Justine Triet’nin ön sıralara tırmanma olasılığı hiç de az değil...