75. Cannes Film Festivali'nden notlar: Siyasi mizahın hafifliği gerisinde...
2017'de "The Square" ile ödül listesinin tepesine tırmanan Östlund, yine aynı damardan beslenen alaycı ve açık sözlü yaklaşımını, bu kez birkaç basamak daha yukarılara taşımış. Herkese ağzının payını veriyor.
Mehmet BasutçuTıpkı Christian Mungiu örneğinde olduğu gibi, ikinci kez Altın Palmiye kazanma şansına teğet geçen bir yönetmen de, İsveç sinemasının yaramaz çocuğu Ruben Östlund (2974) oldu. Basın gösteriminde bile sık sık kahkahalar attığımız, iki buçuk saatlık uzunluğuna karşın kendimizi tutamayarak gönülden alkışladığımız "Triangle of Sadness" postmodern siyasi taşlama türünün, acımasız olduğu kadar güldürücü, hınzır bir örneği...
Filmin ekibi Festival Sarayı'nın önünde...
2017'de "The Square" ile ödül listesinin tepesine tırmanan Östlund, yine aynı damardan beslenen alaycı ve açık sözlü yaklaşımını, bu kez birkaç basamak daha yukarılara taşımış. Herkese ağzının payını veriyor. İzleyici kahkahalar atarken, suratına inen sert tokatla bir anda dengesini yitiriveriyor...
Kadın/erkek eşitliği mi dediniz? Tamam, o zaman, bugünkü moda dünyasına bir göz atalım : Bugün, genç erkek mankenlerin sahnede kendilerini pazarlarken oynamak zorunda kaldıkları rol, moda dünyasının yüz yıldan bu yana manken adayı kızlardan beklediğinden hiç te farklı değildir!...
Cinsel tacize tabii ki karşısınız. Bugün, erkek mankenlerin de kadın meslektaşları kadar cinsel tacize açık olduğunun farkına varıp, onları da hem erkeklerin hem de kadınların tacizine karşı korumanız gerekir...
Çağdaş kadın/erkek ilişkisi, ekonomik özgürlük ve bağımsızlık mı dediniz? Önce, asırlardır süregelen kötü alışkanlıkların değişmesi gerekir. Örneğin, birbirlerine çok yakışan iki güzel manken çift yemeğe gittiklerinde, faturayı neden hep erkek ödemek zorunda kalsın ki?
Adı Yaya olan o alabildiğine 'güzel' seksi manken, kadınsı incelikle cilve yaparak, faturayı nasıl görmezden gelebilir ki!
Yaya ile sevgilisi Carl, İnternet üzerinde Yaya'yı izleyenlerin bol olması nedeniyle elde ettikleri "etkileme" gücünün mükafatı olarak, milyarderler için tasarımlanmış bir süper lüks yat gezisine davet edilirler. Kimler yoktur ki o yatta? Geziye karısı ve sevgilisiyle birlikte katılan yaşlı Rus oligark, "bok satmakla" övünür, pis pis sırıtarak. Çünkü gübre tüccarıdır ve 90'lı yıllardan sonra bir anda değişen düzen, o dönemi iyi değerlendirenlerin bok gibi zengin olmasını sağlamıştır!... Yaşlı aristokrat görünümlü çift, İngiltere'de silah sanayisinin önde gelen isimlerindendir. Orta yaşlı yalnız yolcu, beceriksiz girişimlerle kendine arkadaş edinmeye çalışır... Geminin kaptanı ise, körkütük sarhoş ve gençliğinde komünist felsefeyi benimsemiş bir Amerikalıdır... Rus oligarkla iki konuda çok iyi anlaşırlar ; kafayı çekmek ve sınıfsal çatışmalara Marksist açıdan bakarak dalga geçmek ...
Ancak dalgalar kabarmış, herkesin midesi bulanmaya başlamıştır. O nefis yemekler önce tabaklara çanaklara, ardından koridorlara ve tuvaletlere kusulur... Sonunda tuvaletler de taşar ve herkes kendi dışkısı içinde vıcık vıcık, oradan buraya savrulup gider..
Aşka gelip hızını alamayan Ruben Östlund, filmi bu noktada sonlandıramamı? ne yazık ki. Korsanların İngiliz silah sanayisinin ürünü bombalarla yatı batırmaları sonrasındaki ıssız ada fantezisi, yine hoş taşlamalar içerse de, filmin çarpıcı bütünlüğünü zedelemiş...