47. Toronto Film Festivali'nden notlar: Kraliçe öldü, yaşasın sinema!
2020’de pandemi nedeniyle yapılamayan, geçen yıl da perdelerini sınırlı kapasiteyle açarak yarısı çevrimiçi bir etkinliğe dönüşen Toronto Festivali, bu kötü parantezi kapamaya hazırlanırken Birleşik Krallık’ın, dolayısıyla temsili düzeyde Kanada’nın da Kraliçesi sayılan II. Elizabeth’in ölüm haberiyle girdi açılış gününe...
Mehmet BasutçuAncak, King Street West, yarıya inmiş çınar yapraklı ulusal bayrak dışında, şenlikli yaşamını sürdürdü. Kimsenin aklına, genel yas ilan etmek falan gelmemişti...
İster istemez 59 yıl öncesini anımsadım. ABD Başkanı J. F. Kennedy’nin öldürüldüğü gün, Türkiye’de bile yas ilan edilmiş, o hafta sonu yapılacak tüm kültürel etkinlikler iptal edilivermişti. Bir cumartesi gecesiydi; Tepebaşı Tiyatrosu’nda ilk kez operaya, “Carmen”i izlemeye gidecektim. Çok heyecanlıydım. Kraldan çok kralcıların işgüzarlıkları nedeniyle 15 gün daha beklemek zorunda kalmıştım...
Festivalin merkezini oluşturan sinematek binası Bell Lightbox’un ve yakın çevresindeki onlarca sinema salonunun üzerinde bulunduğu işlek King Street West’in Taksim-Galatasaray arası uzunluğundaki bir bölümü, hafta sonuna dek trafiğe kapatılarak sinemaseverlerin iki film arasında dinlenip eğlenebilecekleri rengârenk bir gezi ve yan etkinlikler mekânına dönüşüvermiş yine. Kral Caddesi’nin adı, o güzergâhta Festival Caddesi artık...
Bir bölümü Türkiye’de çekilmiş olan açılış filmi, Mısır Kökenli İngiliz kadın senaryo yazarı-yönetmen Sally El Hosaini’nin (1980) beşinci yönetmenlik denemesi “Yüzücüler” (The Swimmers), Suriye’den kaçan iki kızkardeşin gerçek öyküsünden yola çıkan içeriğiyle önemli bir film.
Ancak, sıradan bir televizyon dizisi düzeyindeki anlatım diliyle düş kırıklığı yaratan bir platform yapımı...
Sığınmacıların trajik yazgısını, yer yer duygu sömürüsü yapmaktan çekinmeyen bir melodrama, Hollywood türü bireysel başarı öyküsüne dönüştüren Sally El Hosaini, temelde çok önemli bir dünya gerçeğine parmak basıyor. Sıcak savaşların ya da ekonomik bunalımların Batı ülkelerine göç etmeye itelediği çaresiz insanların, sınırlarına tel örgüler çeken bencil Batı ülkelerinin acımasız uygulamalarıyla, vicdansız insan kaçakçıları arasında nasıl sıkışıp kaldıklarını anlatıyor.
Ne yazık ki yer yer bir fotoraman sığlığına düşen mizansende, olimpiyatlara katılmak için hazırlanan Suriyeli iki kızkardeşi yorumlayan oyuncular, sıcak savaş gerçeğini yaşamış Suriyeli genç kızlardan çok, Kuzey Amerikalı, sen şakrak gamsız lise öğrencilerini çağrıştıran yorumlarıyla göze batıyorlar.
Mültecilerin yaşadıkları acılı göç sürecini, gerçek olaylara sadık kalsa da sanki bir kurmacaya dönüştüren “The Swimmers”i televizyonlarında ya da cep telefonlarında izleyecek olan kitlelerin, küresel sömürü, adaletsizlik ve eşitsizlik gibi temel öğelerin bilincine daha iyi varabileceklerinden kuşkuluyum...
Kısa adıyla TİFF’in kalın kataloğunda (artık kataloglar da sanal hafiflikleriyle cep telefonlarımıza giriverdiler), genç yönetmenlerin ilk filmlerini tanıtan “Discovery” bölümünde sunulan tek Türk filmi “Kar ve Ayı”nın yönetmeni Selcen Ergun da festivalin konukları arasında yer alıyor. Halka açık gösteriler sonrasında, Torontolu sinemaseverlerin sorularını yanıtlayacak...