Zamana direnenler kulübü!

ABD’li usta eleştirmen Harold Bloom imzalı Batı Kanonu - Çağın Ekolleri ve Kitapları adlı geniş incelemesi okunduğunda ilk akılda tutulması gereken bilgi; Batı Kanonu’nun ne olursa olsun toplumsal kurtuluş için bir program olmadığı olmalı. Zira kökeni dini bir kelime olan “Kanon”un tarihsel olarak anlamı, eğitim kurumlarında okutulmak üzere “seçilen” kitaplar.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

HAROLD BLOOM’DAN ‘BATI KANONU’

Kökeni dini bir kelime olan “Kanon”un tarihsel olarak anlamı, eğitim kurumlarında okutulmak üzere “seçilen” kitaplar.

ABD’li usta eleştirmen Harold Bloom imzalı Batı Kanonu - Çağın Ekolleri ve Kitapları adlı incelemede de Kanon kavramına, “okunması zorunlu kitaplar listesi” değil de “tek bir okurun ya da yazarın, daha önce yazılmış olan kitapların korunabilmiş bölümüyle ilişkisi” olarak yaklaşılırsa; Kanonun dini anlamını kaybedeceğine ve edebi “bellek sanatı” ile özdeş görüleceğine atıfta bulunuluyor.

Ve kabul görmüş yazarların bir kataloğu ve dinden ayrıştırılmış anlamıyla “seküler kanon”un 18. yüzyılın ortalarında başladığı anımsatılıyor.

Metinde referans kılınan sağduyu perdesinden bakılırsa, Batı Kanonu’nu eğer “toplumsal, politik ve kişisel ahlaki değerlerimizi oluşturmak için” okursak, bencilliğin ve sömürünün canavarlarına dönüşebiliriz.

MERKEZ FİGÜR SHAKESPEARE

Çünkü Batı Kanonu bir bütünden ya da sabit yapıdan başka her şeydir. Özünü, büyük karmaşıklıklar ve çelişkiler oluşturur. Varlık nedeni politik ya da ahlaki bir ölçü standardı belirlemek değildir. Kanonu derinlemesine okumak bir kişinin daha iyi ya da kötü bir insan olmasını, daha yararlı ya da zararlı bir yurttaş olmasını sağlamaz.

Batı Kanonu’nun bir kişiye verebileceği tek şey kişinin “tek başınalığını”, son kertede “kendi ölümlülüğüyle karşılaştığı yalnızlığını” doğru şekilde kullanmasıdır. Kanon bireysel düşüncenin imgesidir.

Belleğin gerçek sanatı, kültürel düşüncenin özgün temelidir. Ve tarihinin en önemli erken dönemi yazarı Publius Vergilius Maro olan Batı Kanonu, merkez haliyle ise William Shakespeare ve Dante Alighieri’dir.

İncelemesinde Batı Kanonu içindeki belli başlı yazarları ele alıyor Harold Bloom, Teokratik Çağ’ın edebiyatını dışarıda bırakarak.

Tarihsel seyri Dante ile başlatıp Samuel Beckett ile sona erdiriyor. Aristokratik Çağ’ı ise, Batı Kanonu’nun merkezi figürü olarak nitelediği Shakespeare ile başlatıyor ve diğer tüm yazarları onunla ilişkilendirerek değerlendiriyor.

Yazarların seçiliş nedenleri temsil güçleri. Dante’den bu yana başlıca yazarlar, Miguel de Cervantes, William Wordsworth, Charles Dickens, Jane Austen, Virginia Woolf, George Elliot, Marcel Proust, Samuel Johnson; William Shakespeare’i etkilemiş olan Geoffry Chaucer ile Michel de Montaigne; John Milton, Samuel Johnson, Johann Wolfgang von Goethe, Henrik Ibsen, James Joyce, Beckett başta ondan etkilenmiş ve Lev Tolstoy ile Sigmund Freud gibi onu reddetmeye “çalışmış” pek çok yazar dağarda.

Ulusal kanonlar önemli figürleri ile temsil ediliyor: İngiltere için Chaucer, Shakespeare, Milton, Wordsworth, Dickens; Fransa için Montaigne ve Molière; İtalya için Dante; İspanya için Cervantes; Rusya için Tolstoy; Almanya için Goethe; Güney Amerika için Jorge Luis Borges ve Pablo Neruda; ABD için Walt Whitman ve Emily Dickinson.

TUHAF VE TEKİNSİZ!

“Bir yazarı ya da eseri kanonsal yapan şey nedir?” sorusunu soran Bloom, “Bu özgün bir tuhaflıktır” yanıtına ulaşıyor. Metinde, edebi bir esere kanonsal statü kazandırabilecek özgünlüğün bir işaretinin ya asla tamamen özümseyemediğimiz ya da artık kendine özgülüğünü göremediğimiz türden bir tuhaflık olduğu niteleniyor.

Birinci olasılık Dante, ikinci olasılık Shakespeare’de somutlanırken, Walt Whitman ise paradoksun iki tarafına da örnek gösteriliyor.

Sonra ilk kez okunduklarında İlahi Komedya, Kayıp Cennet, Faust II. Bölüm, Hacı Murat, Peer Gynt, Ulysses ve Canto General’in ortak noktasının “tekinsizlikleri” ve “okuru evinde yabancı hissettirmeleri” olduğuna dikkat çekilirken, Shakespeare’in farkı, çoğunlukla tersi bir izlenim yaratarak “okuru uzaklarda evinde hissettirmesi” olarak ortaya konuluyor.

HAYATTA KALMANIN KOŞULU TEKRAR OKUNMAK

Batı Kanonu için temel görünen ve bir çeşit “hayatta kalanlar listesi olarak nitelenen” az sayıdaki eserler baştacı metinde: Shakespeare’in başlıca trajedileri, Milton’ın Kayıp Cennet’i, Chaucer’in Cantebury Hikâyeleri, Dante’nin İlahi Komedya’sı, Tevrat, İncili Şerif (Gospels), Cervantes’in Don Quijote’si, Homeros’un destanları.

Öte yandan Kanonsallık için harika üsluplar gerektir şarttır zira onlar etkileme gücü taşırlar.

Bu koşutta Kanonsal olanı belirlemek için başlıca ölçüt de bellidir; eğer bir eser tekrar okunmayı talep etmiyorsa, o eser sınavı geçmemiş olur.

Kaldı ki Kanona estetik güçle girilir ki formülü de elzem bir karışımdır; imgesel dile hakim olma, özgünlük, bilişsel güç, bilgi ve dil coşkusu.

Eğitim kurumlarında, tarihi adaletsizlikleri yok etme ve sosyal uyum adına bütün entelektüel ölçütlerin terk edildiğine ilişkin haklı agresif yaklaşım doğrultusunda bakıldığında pragmatik olarak “Kanon’un genişlemesi” “Kanon’un mahvolması” anlamına gelmiştir.

Çünkü öğretiler içinde kadın, Afrikalı, Hispanik ya da Asyalı yazarların en iyileri yoktur, olanlar da yarım ağızlıdır.

KIRGINLAR EKOLÜ!

Onun yerine geliştirdikleri kırgınlıktan fazla verebilecek bir şeyi olmayan yazarlar vardır - Bloom bu yazarları altı dala ayrılan bir Kırgınlar Ekolü (Feministler, Marksistler, Lacancılar, Yeni Tarihselciler, Yapıbozumcular, Göstergebilimciler) olarak niteliyor -. Ve bu kırgınlıkta ne tuhaflık ne de özgünlük vardır.

Kitabın düzleminin, “anlaşılması güç ve sıkıntılı bir edebi etkilenme süreci olmadan güçlü, kanonsal bir edebiyat olamayacağı”; “geleneğin geçmişteki deha ile şimdiki yönelimler arasında bir çatışma olduğu gerçeği” ve “kazananın ödülünün de hayatta kalmak ya da kanona dahil edilmek” bağlamlarına da hayli odaklı olduğunu belirtmemek kuşkusuz yazıyı eksik bırakmak olur.

Shakespeare’in ondan önce geleni cüceleştiren nadir bir örnek olduğunu vurgulayan Bloom’un bu noktadaki düşüncesi, hassaten bilişsel özgünlüğünü de kutsadığı Shakespeare’den sonra, etkilenme endişesiyle nispeten özgür olarak mücadele veren sadece birkaç figür (Milton, Molière, Goethe, Tolstoy, Ibsen, Freud, Joyce) olduğu yönünde.

ÜÇ DEHA; HEMINGWAY, FITZGERALD, FAULKNER...

Etkilenme endişesinin yazının elbet hayrına olmak üzere “harekete geçirdiği” kanonsal dehalar Kaos Çağı’nın en canlı üç ismiyle anılıyor Batı Kanonu - Çağların Ekolleri ve Kitapları”nda: Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald ve William Faulkner.

Üçünün de Joseph Conrad’ın etkisiyle ortaya çıktıkları fakat bu etkiyi kendilerine Amerikalı birer öncü de seçerek kurnazca dengeye oturttuklarını da gündeme getiriyor inceleme; Hemingway için Mark Twain, Fitzgerald için Henry James, Faulkner için de Herman Melville.

Bu bağlamı Milton’ın, kendisinden önce Chaucer, Edmund Spenser ve Shakespeare’in ve kendisinden sonra Wordsworth’ün yaptığı gibi geleneği alt ettiği ve içine aldığı yargısıyla, Kanonlaşmanın en güçlü sınavının bu olduğunu belirterek pekiştiriyor Harold Bloom.

Ve soruyor; “Çok az sayıda ikişi geleneği alt etmiş ve içine almıştır. Bugün için soru şu; ’Geleneği dışardan zorlamak yerine çokkültürcülerin yapmak istedikleri gibi içerden kendinize yer açmak için dirsekleyebilir misiniz?’”

Batı Kanonu - Çağların Ekolleri ve Kitapları / Harold Bloom / Çeviren: Çiğdem Pala Mull / İthaki Yayınları / 517 s.