Yavaş yavaş Reich ve alışan halk!
Frankfurt Üniversitesi’nde araştırma profesörü olan Milton Mayer, Kronenberg adındaki küçük bir kasabada yaşadığı sırada on Alman ve onların 1933-1945 yıllarındaki yaşamları üzerine bir çalışma yapar. Mayer bu insanları Nazi yapan şeyin ne olduğunu merak etmiştir ve bu kişilerle yaptığı savaş sonrası röportajları temel alan bir kitap yazar. Onlarla Nazilik, Nazi Almanya’sının güç kazanması, kötülüğün kitlesel yükselişi üzerine yaptığı söyleşiler, 1955’te ilk kez basılan Özgür Olduklarını Sanıyorlardı - Almanlar: 1933 - 1945 (Çeviren: Murat Demirekin / The Kitap) adlı kitabının temelini oluşturuyor.
Murat DemirekinFotoğraf: Massachusetts Üniversitesi-Amherst
İNSANI NAZİ YAPAN ŞEY!
1955’te ilk kez basılan Özgür Olduklarını Sanıyorlardı - Almanlar: 1933 - 1945 (Çeviren: Murat Demirekin / The Kitap), Almanya’da Hitler döneminde faşizmin gelişiminin etkili ve kışkırtıcı bir analizi niteliğindedir.
Yazar Milton Mayer, Frankfurt Üniversitesi’nde profesör olarak görev yaparken Kronenberg adıyla gizlendiği bir kasabada yaşamaktadır. Kitabında yaşamlarından kesitler sunduğu 10 Alman adamın seçkin kişiler olmadığını, ancak Nazi Partisi’nin üyeleri olduklarını vurgular. Asıl niyeti ise onları Nazi yapan şeyin ne olduğunu keşfetmek istemesidir.
Mayer’ın araştırma yazısından çok hikâye anlatımı şeklinde kaleme aldığı kitabında, halkın yavaş yavaş Reich adı verilen saldırgan yönetim tarzına nasıl alıştırıldığı irdelenir.
Gizlice görüşülen kararlar alınıp uygulanırken, Führer Hitler’le kendilerini özdeşleşme duyguları, ona olan güvenleri, atılan adımların arka planını algılama kapasitelerinin körelişi ortaya konulur.
Bu, 10 sıradan Almanın hiçbiri o zamanlar kendileri de dâhil olmak üzere, insan haklarının ihlâl edildiğini ya da bazı nedenlerden ötürü hakların engellendiğini pek düşünmez.
Sonuçta, Hitler’in Şansölye olarak göreve gelmesinden dört hafta sonra ulusal çapta olağanüstü hâl ilan edilişini de kanıksarlar.
Tepede planlama yapan ve her şeyi yönlendiren birkaç yüz kişi, her düzeyde denetleme yapıp sistemi kontrol ederek dönüşümde yer alan aşağıdaki birkaç bin kişiyi yönetir.
İllüstrasyon: Daniel Zender
HİTLER’İN ÇARKI!
Kamu hizmeti yapmaya hevesli veya en azından işinden atılmaktan korkan ya da isyan etmeye isteksiz birkaç bin uzman (öğretmenler, avukatlar, gazeteciler, bilim insanları, sanatçılar, aktörler, sporcular ve sosyal hizmet uzmanları) yukarıdaki o birkaç yüz kişiye boyun eğer.
“Avam” olarak görülen tabandaki bir milyon sıradan insan ise cinayet, işkence, soygun ve kundaklamaya kadar, bu çarkın dişlerindeki “kirli işleri” yapmak için hazır durumdadır artık.
Bu çarka göre kimse Hitler’in Nasyonal Sosyalist Parti’sine katılmak zorunda değildir, ancak dönen çarka biraz kafaları basıyorsa veya hırsları varsa, bu çarka dâhil olmanın çok daha avantajlı olacağını da düşünebilmektedir.
DÖNEMİN RÜYASI: SIRTINI DEVLETE YASLAMAK!
“Küçük insanın” rüyası o dönemde “sırtını devlete yaslamak” demek olan kamu hizmetidir. Alman kamu hizmetinde hiçbir şey duymayan, hiçbir şey görmeyen ve itaatsizlik kaygısıyla hiçbir şey söylemeyen, bilinçsiz vatandaş sınıfının eğitimi ve yükselişi ise madalyonun diğer yüzüdür.
Ve savaş ortamındaki tüm kriz ve reformlar insanları o kadar meşgul eder ki, tüm sürecin ardında ağır ağır çevrilen dümenlerin hiç kimse farkında değildir.
HEP AYNI SENARYO: İÇERDEKİ HAİNLER, DIŞARDAKİ DÜŞMANLAR!
Sonuçta halk, “içlerindeki hainler” ve “dıştan gelen saldırılar” diye sunulan senaryolardan o kadar büyülenir ki, etraflarındaki yavaş yavaş yapılan o korkunç şeyleri sorgulamak için zamanları pek yoktur.
Rahip Niemöller, Naziler Komünistlere saldırdığında biraz tedirgin olur, ama ne de olsa Komünist falan değildir ve bu yüzden hiçbir şey yapmaz. Sonra okullar, basın, Hint asıllılar ve Yahudiler gibi bazı kesimlere sert müdahaleler gerçekleşir.
Rahip, daha da tedirgin olmuştur, ama yine de hiçbir şey yapmaz. Ve sonunda bir dini mekâna saldırı olur. Sonuçta o, bir Kilise görevlisidir ve sonunda sesini yükseltir ama artık çok geçtir.
Peki ya sonra olur? Sonra belki de kafanıza sıkmalısınızdır. Birkaçı yapmıştır da bunu. Ya da ilkeleri “adapte edip değiştirmektir” çözüm ki birçoğu bunu da dener; bazıları başarılı da olur.
Savaş başladığında, kazanmak için her şeyi mubahtır. Direniş, protesto, eleştiri, şikâyet gibi tüm şeyler için kesilen büyük cezalar katlanarak yayılır. Bu mücadelede davaya yönelik heves eksikliği veya bunu kamuya açık bir şekilde gösterememe ise “asıl yenilgi” demektir.
Sonuçta, 1933’te ilk sinagogun yakıldığı geceden ve ardından gelen eylemlerden sonra, insanlar bir şeyleri anlamaya çalışmaktan vazgeçmeyi öğrenir.
Savaş başlamadan önce, öğretmenlerin yanı sıra, nitelikli ve objektif öğretime yönelik inançları olan aydın kesimler bile, artık olanları algılama ve kavrama kapasitelerinin kalmadığını görerek pes ederler.
Dolayısıyla beklenen dalga, önce kurbanlarını, sonra mimarlarını ve sonra geri kalanları yutarak herkesi toptan yıkıma götürecektir.