Volga’nın Mallarmé’si, Gennadi Aygi! Özdemir İnce’nin yazısı...

Nâzım Hikmet ve Boris Pasternak’ın “manevi oğul” sayıp titizlikle koruduğu, dünyanın en önemli şair ve eleştirmenlerinin “yeni, şiir sanatı cephesinde devrimci ve büyük” saydıkları, Şiirleri 50 dolaylarında dile çevrilen, şiirlerimi Çuvaşçaya çevirmiş Gennadi Aygi’yi (Çuvaşistan, 1934 - Moskova, 2006), 1985-86 yıllarında, dünyaya tanıtan Léon Robel ve “Volga’nın Mallarmési” unvanını veren Antoine Vitez sayesinde tanımıştım. Gennadi’nin şiirleri Azer Yaran tarafından dilimize çevrildi ve Sen, Simasıyla Çiçeklerin ( İyi Şeyler Yayınevi, 1995) adıyla yayımlandı. Aygi’nin şiirleri ayrıca Ülker İnce tarafından, Peter France’ın İngilizce çevirisinden dilimize çevrildi ve Seçilmiş Şiirler (Şiirden Yayınevi, 2015) adıyla yayımlandı. 2006’da Hürriyet gazetesinde (3.2.2006) Rusya Başkanı Putin’e seslenen bir yazı yayımladım. 18 gün sonra, 21 Şubat 2006 günü Gennadi Aygi yoksul ama çok büyük bir şair olarak öldü.

Özdemir İnce

Sağdaki fotoğraf: LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN

İLGİLENSELER RAHATLARI KAÇARDI!

Şiir dünyasında “Volga’nın Mallarmé’si” lakabıyla anılan Gennadi Aygi’nin nereli olduğu Volga’dan belli. Sovyetler Birliği vatandaşı olarak doğdu (Çuvaşistan, 1934), Rusya (Moskova, 2006) vatandaşı olarak öldü. Doğduğu yer, Çuvaşistan bir Hun-Türk özerk Cumhuriyetidir. Çuvaş dilinde “Hun Çocuğu” anlamına gelen Hunnadi adı Rusça Gennadi olarak da yazılmakta.

Benim yakın dostumdu, şiirlerimi Çuvaşçaya çevirmişti. Onu, 1985-86 yıllarında, şiirlerini Fransızca’ya çeviren, dünya’ya tanıtan Léon Robel ve ona “Volga’nın Mallarmési” unvanını veren aktör, yönetmen, şair ve çevirmen Antoine Vitez sayesinde tanımıştım.

AZİR YARAN’IN ÇEVİRİSİ: ‘SEN, SİMASIYLA ÇİÇEKLERİN’

Bana, Paris’e Rusça kitaplarını göndermişti. Bu kitapları, bilgilenmesi ve ilgilenmesi için dönemin genç şairlerinden ve çok iyi Rusça bilen Azer Yaran’a verdim.

Azer, İstanbul’a küsüp, 1991’de, Fatsa’daki köyü Kavraz’a (Korucuk) döndü. Gennadi’nin şiirlerini orada dilimize çevirdi.

1995’te şiirler, Sen, Simasıyla Çiçeklerin adıyla İyi Şeyler Yayınevi tarafından yayınlandı. Azer, bir daha İstanbul’a dönmedi ve 2 Ekim 2005’te ne yazık ki kanserden öldü.

Bildiğim kadarıyla, Azer Yaran’ın dilimize çevirdiği Gennadi Aygi ile ilgilenmesi gerekenler ilgilenmedi. İlgilenselerdi rahatları kaçardı.

2002 yılının 9-12 Mayıs günlerinde, İsviçre Arap Kültür Merkezi’nin Zürih’te düzenlediği Uluslararası Al Mutanabbi Şiir Festivali’nde buluştuk Gennadi Aygi ile ve ilk kez şiirden ve her şeyden uzun uzun konuştuk.

Artık dünyanın en önemli şairlerinden biriydi, şiirleri 50 dolaylarında dile çevrilmişti. Benim mutlaka Rusça’ya çevrilmem gerektiğini düşünüyordu. Kendi şiirlerinin de Türkçeye, Peter France’ın İngilizce çevirisinden çevrilmesini istiyordu.

ÜLKER İNCE’NİN ÇEVİRİSİ: ‘SEÇİLMİŞ ŞİİRLER’

Eve dönüşümde Ülker İnce’yi çeviri yapmaya razı ettim ve aradan çekildim. Bunun üzerine Ülker-Gennadi-Peter arasında doğrudan yazışmalı ilişki başladı. İyi ki başlamış… Çünkü 2006 yılında ölmeden önce, bir vesile ile Rodos’ta şiirlerinin Türkçe ötüşünü duydu, çok mutlu oldu ve “Bu ses benim şiirimdir!” dedi.

Ülker İnce’nin çevirisi Mart 2015’te ve Seçilmiş Şiirler adıyla Şiirden Yayınevi tarafından yayımlandı. Yayıncı şair Metin Cengiz idi. İyi Şeyler Yayıncılık’tan sonra Metin’e de teşekkür edilmesi gerekir.

‘TÜRK ŞİİRİNİ GENNADİ AYGİ ARACILIĞIYLA TEDİRGİN ETMEK İSTEDİM!’

Birkaç ay önce Gennadi Aygi’yi özledim ve Léon Robel’in hazırladığı, Seghers Yayınevi’nin “Poètes d’aujourd’hui” (Günümüz Şairleri) dizisinde yayınlanan Aygi’yi (1993) tekrar okurken, birden şeytan dürttü “Ulan kalk, internete bir bak, Gennadi hakkında neler yayınlanmış bakalım” dedi.

Ben de şeytana uyup baktım ve Merkezgar adlı bir blogda, “Gennadi Aygi’nin Düşü” adlı bir yazı buldum. Yazanın adının Milat Özçelik olduğunu sora sora öğrendim. Bu ilginç yazıdan başka bir yazıya rastlamadım. Ve çok üzüldüm!

Çünkü İkinci Yeni’den sonra sadece kış değil dört mevsim uykuya dalan, halinden memnun ve mutlu, kendi kendini tatmin eden Türk şiirini Gennadi Aygi aracılığıyla tedirgin etmek istemiştim.

Daha sonra gelen kuşaklar, İkinci Yeni’nin çeviri şiirler, çeviri kitaplar sayesinde İkinci Yeni olup çağdaşlaşmaya çalıştığını anlamamışlardı. Türk şiiri ding beygiri gibi kendi çevresinde dönüp duruyordu, kendi sütünü içen inekten farksızdı.

Şimdi, buraya gelince, ne demek istediğimi anlatabilmek için eski (1995) bir yazımı bilgi ve ilginize sunuyorum.

ENSESTE KARŞI ÇEVİRݹ

Bildiğiniz gibi “ensest”in anlamı: mahremler arası zina, yakın akrabalar arasında cinsel ilişki... Âdem ile Havva’nın çocuklarının soylarını sürdürmeleri için ensestten başka çareleri yoktu.

Havva çocuklarını ikiz doğurmuştu: bir kız bir oğlan, ama bunlar kendi aralarında evlenememiş, eşlerini zorunlu olarak öteki ikizlerden seçmişlerdi. Ensestin yasaklanmasının en önemli nedeni, aktörel değil, daha çok biyolojik: soyun bedensel yozlaşmasını önlemek, sakat doğumlara engel olmak.

Yalnızca şiirin değil, bütün kuramlarıyla kültürün durumu da böyle: kapalı kültürlerin, kapalı devre şiirin durumu enseste benzer. Bütün kültürlerden yalıtık kültür sonunda yozlaşır, bütün şiirlere kapalı şiir bir gün kesinlikle sakat doğumlara yol açar. Çünkü şiirsel kapalı devrenin ensestten farkı yoktur. Soyu korumak, soyu güzelleştirmek için aile dışı, giderek klan dışı evlilikler gerekir: yani çeviri!

Çeviriyi kimi yazılarımda “aşı”ya benzettiğim olmuştur. Almanca’da da öyle midir, bilemem, ama Türkçe’de aşının iki anlamı var: ağaçların soyunu geliştirmek, yaban ağacını meyve veren ağaçlara dönüştürmek için aşı yapılır. Genler arası aşı yoluyla yeni türler üretildiğini biliyoruz: şeftali ile erikten “nektarin”i ürettiler... Aşının öteki, ikinci, anlamı da hastalıklara karşı aşı.

Nereden bakılırsa bakılsın hep bedensel, biyolojik sağlıkla ilgili işlemler, girişimler. Fransız yazarlar, şairler romantizmi Almanlardan, İngilizlerden öğrendiler, ama yapıtlarıyla onları etkilediler.

Şimdi adlarını tek tek sıralamaya gerek yok, ama şairlerden söz ediyorsak, çok sayıda “büyük” şairin çeviri yaptıklarını, en azından komşunun kümesine meraklı olduklarını görürüz. Bu merak keşif merakı, aym arka yüzünü görme merakı. Çünkü ayın öteki yüzü bir başka dilin ve kültürün şiirindedir.

Bir dilin şiiri belli bir nesnenin tümünü göremez, nesne ancak başka bir şiirin gözüyle tamamlanır. Çeviri yoluyla alınan malzeme ya da parça, bir otomobilin eksik parçasına benzer. Her parça her otomobile uymaz. BMW parçasını traktöre ya da el arabasına monte edemezsiniz.

dil bilen, daha doğrusu yabancı dil bilen bütün şairlere çeviri yapmalarını öneririm. Şiir çevirisi yapmayı bıraktığımı açıklarken, şiir çevirisi yapmanın “enayilik” olduğunu yazmıştım. Ama, sanırım, her yabancı dil bilen şairin bir süre enayi olması hem gereksinim, hem de zorunluluktur. Bir de işin hak yanı var: kutupları, Amerikaları, okyanusları keşfetmek hakkı...

GENNADİ AYGİ’NİN CEVHERİNİ NÂZIM HİKMET VE BORİS PASTERNAK KEŞFETTİ!

Gennadi Aygi’nin cevherini Nâzım Hikmet ve Boris Pasternak’ın keşfetmesi bu iki şairdeki şiir dehasının bir kanıtı olmalı. Léon Robel’in kitabından² aktarıyorum:

Polonya’ya son gidişinde, konuşması bittikten sonra Nâzım’a Sovyet şiirinde artık yeni ve ilginç bir şey bulunmamasının nedenini sormuşlar. O da “yeni ve ilginç” olarak Aygi’nin adını vermiş. Nâzım 1963’te aramızdan ayrıldığına göre bu tavsiyeyi pek erken yapmış.

Aynı günlerde Boris Pasternak ve Nâzım Hikmet, Gennadi Aygi’ye “Oğlum sen şiirlerini Çuvaşça değil artık Rusça yaz!” demiş olmalılar. Çünkü Rusça Aygi’yi iyice kanatlandırdı.

Gennadi Aygi, kendisini şöyle anlatıyor:

“Kısaca söylemem gerekirse benim şair olarak doğuşum son derece güç oldu. Kimi şairler vardır ‘tekmili birden’ doğarlar, şaka niyetine ‘tıpkı kuzular gibi’ derim.

Kuzuların doğuşunda gizemli bir taraf vardır, hep kışın doğarlar. Köylerde koyunların kuzulamasına çok dikkat edilir, doğar doğmaz hemen izbalara3 götürülürler.

Günboyu yatarlar, ama akşama doğru ayaklanıp emecek meme, tostayacak bir şey ararlar. Ve böyle şairler vardır (kötü bir şey söylemek istemiyorum, mükemmel ve hattaa büyük şair olurlar.)

Benim durumum, söylemem gerekirse ‘biraz Swedenborg tarzı’4 oldu. Bilirsiniz Swedenborg, insanın doğuşta canlı varlıkların en güçsüzü olduğunu söyler; tıpkı yavaş yavaş hayatla (Swenborg kuşkusuz ‘Tanrı ile’ der) dolacak vazo gibi, yavaş yavaş dolar ve sonunda ‘tam insan’a dönüşür.

Bunu söylerken kendime herhangi ender bir paye vermiyorum, kısacası olanlar böyle oldu.”5

ÖLÜNCEYE KADAR GÜN YÜZÜ GÖRMEDİ!

Olanlar tıpkı Gennadi Aygi’nin dediği gibi oldu. Derler ya, ölünceye kadar gün yüzü görmedi. Yoksul doğdu, öğretmen babası 1943 yılında savaşta öldü, dokuz yaşında öksüz kaldı; onu ve iki kız kardeşini kolhoz emekçisi annesi büyüttü. Dedesi şaman olduğu için bu kültürün içinde büyüdü.

Bir “iç sürgün” olarak resmi Sovyet kültürünün dışında kalmaya çalıştı. Şiirleri hakkında burada bir yorum yapmak istemiyorum. Nâzım Hikmet ve Boris Pasternak’ın “manevi oğul” sayıp titizlikle koruduğu, dünyanın en önemli şair ve eleştirnenlerinin “yeni, şiir sanatı cephesinde devrimci ve büyük” saydıkları bir şairi bir tanıtma yazısında değerlendirmek hem gereksiz hem olanaksız.

Büyüklüğüne ve önemine inanmasaydım zaten bu yazıyı yazmazdım. Ama kısaca tanımlayacak olursam: Kültürler kavşağında, Fransız sembolizm ve üstgerçekçiliğinden, XX. yüzyıl başlarının fütürist - öncü (avant-garde) Rus şiirinden (Klebnikov, Mayakovski, Pasternak) ve Çuvaş folklor ve şiirinden beslenen bir şiir yazdı.

BORİS PASTERNAK’LA KARA LİSTEYE ALINDI!

Köydeki öğretmeni onu öğretmen okuluna gönderdi. 1953 yılında, yazar adaylarının öğrenim gördüğü Moskova Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne girdi. Aralarında yasak edebiyat ve yazarlar olmak üzere oburca okumaya başladı.

Bu arada Charles Baudelaire’i keşfetti, onu ve Fransız şairlerini okumak için kendi kendine Fransızca öğrenmeye başladı. Boris Pasternak’la yakın ilişki kurduğu için kara listeye alındı, bu da Enstitü’den geç mezun olmasına yol açtı. Siyasal bakımdan parti çizgisinden saptığı gerekçesiyle Komsomol’dan atıldı.

İşsiz kaldığı için tren istasyonlarında ve sokaklarda yattı. Bu dönemde öncü ve başta Kazimir Maleviç (1879-1935) olmak üzere yeraltı ressamlarının yapıtlarıyla tanıştı, onlardan etkilendi.

Bir süre (1961-1971) Mayakovski Müzesi’nde çalıştı, çeviri yaparak para kazanmaya çabaladı ama şiirlerini yayınlamak olanağı bulamadı. Ancak bu arada şiirleri Batı dünyasında tanınmaya başlamıştı. Prestroyka’dan sonra 1988 yılında ilk kez yurt dışına çıktı.

Ve ilk kitabı Yevtuşenko’nun önsözüyle yayınlandı (1991) ve bir yıl sonra ikinci kitabı.

TÜRKÇE ÖTEN ÇUVAŞ-RUS MELEZİ ŞİİRLER...

Şimdi artık Ülker İnce’nin çevirisinden konuşabiliriz: Gennadi’nin şiirlerini çevirmeye karar verdikten sonra onunla ve İngiliz çevirmeni Peter France’la sıkı ilişki kurdu. Bu çetin şiirlerle yıllarca uğraştı, bu arada Gennadi öldü (2006) ama Ülker çalışmayı sürdürdü. Şimdi karşımızda alçakgönüllü bir çeviri anıtı var.

Kitabın başında Peter France’ın 10 sayfalık “Giriş” yazısı, ardında Ülker’in 14 sayfalık “Çevirmenin Önsözü” yazısı, bu 24 sayfalık hazırlıktan sonra Türkçe öten Çuvaş-Rus melezi şiirler…Şiirlerden sonra “Notlar” ve “Ek” bölümleri ve en sonra da “Çevirmenin Sonsözü” ve karşınızda, elinizde benzersiz bir çeviri ve çeviri sanatı üzerine “teori ve pratik kitabı”…

Bu kitap 2015 yılında yayınlandı…Bu yazı Ocak 2022’nin ortalarında yazılmakta… Birkaç hafta sonra yayınlanacak, bakalım yedi uyurlar uykudan uyanacak mı?

YOKSUL AMA ÇOK BÜYÜK BİR ŞAİR OLARAK ÖLDÜ!

2006’da Gennadi’nin eşinden onun bir hastaneye kaldırıldığı mesajını aldım. Hastane masraflarını ödemek zorlukları varmış… Ben bu konuda gerekeni yaptım, ardından Hürriyet gazetesinde (3.2.2006) Rusya Başkanı Putin’e seslenen bir yazı yayınladım. 18 gün sonra, 21 Şubat 2006 günü Gennadi Aygi yoksul ama çok büyük bir şair olarak öldü.

SAYIN PUTİN!6

“Sayın Putin, bir maruzatım var! Konu, doğal gaz bunalımı, Mavi Akım uygulamaları değil. Bizimkiler işi yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları için, bu işin içinden, benim hatırım için (!) de olsa çıkmak mümkün değil.

Size başvurum bir Rus şairle ilgili: Çuvaş asıllı Gennadi Aygi ile ilgili. Gennadi, benim yakın arkadaşım. Rus dilinin (henüz) yaşamakta olan en büyük şairlerinden biri. Büyük Fransız tiyatro adamı ve Gennadi’nin çevirmeni Antoine Vitez’e göre “Volga’nın Mallarmési!”. Bu Bir Türk şairine “Boğazların Puşkini!” demek gibi bir şey.

Sayın Putin, Avrupa Yazarlar Kongresi’nden (European Writers’ Congress – EWC) bir e-posta iletisi aldım: Hastalanan Gennadi Aygi’nin bir Moskova kliniğinde yatmakta olduğunu; aile sağlık sigortalarının hastane ve ilaç masraflarını karşılayamadığını; bu nedenle, hastane faturasını ödemeleri için aileye yardımcı olmamızı yazıyorlar. Kuşkusuz, mütevazı bütçemin elverdiği oranda yardımda bulunacağım.

Sayın Başkan Putin, bu haberden dolayı nasıl şaşırmış ve yıkılmış olduğunu tahmin edemezsiniz. Bizim ülkemizde Rus halkı merhametiyle, romantikliğiyle, coşkusuyla ve delişmenliğiyle ünlüdür. Rus insanını, Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Çehov, Pasternak, Mandelştam, Şolokov ve Bulgakov gibi büyük yazarların yapıtlarından tanıdık.

Çarlık Rusya döneminde olsun, Sovyetler Birliği döneminde olsun “Rus Devleti” tıpkı Rus halkı gibi sanatçılarına, yazarlarına sahip çıkmıştır.

Sovyetler Birliği döneminde, Yazarlar Birliği sadece Sovyet yazarlarına değil bütün dünyanın yardım isteyen yazarlarına kucak açmış, sağlıklarını kazanmalarına yardım etmiştir.

Ülkemin birçok yazarı ve ailesi Sovyet Yazar Birliği’ni şükranla hatırlamaktadır.

Sayın Başkan, ne oldu da Rusya en büyük şairlerinden birini bir Moskova hastanesinde unuttu? Yeni düzen Rusları bu kadar mı değiştirdi?

Gennadi Aygi 1934 doğumlu. Çuvasistan’ın Chairmourzino kasabasında doğdu. Ömrü boyunca yoksulluk çekti. İşlerinin düzelmeye başlaması şunun şurasında sadece 15-16 yıl.

Sayın Putin, Ankara ve İstanbul’daki temsilcilerinizin bu mektubumu size ulaştıracaklarını biliyorum. Onların sanat ve edebiyata duyarlı oldukları kadar, görevlerinin sorumluluklarının bilincinde insanlar olduklarına da inanıyorum.

Sayın Putin, size “Ölüm” başlıklı bir Gennadi Aygi şiiri okumak istiyorum Türkçe. Annesinin ölümü üzerine yazmış:

‘Başındaki örtüsünü çıkarmadan / annem ölüyor, / hayatımda ilk ve son / ağlayışım bu bakarak // o acınası entarisine.// Ah, ne sessiz kar, / sanki dünkü iblisin / kanatları düzlemiş gibi. // Ah, ne dolgun kar birikintileri / sanki saklıyorlar karınlarında / dağlarını putataparların // tanrılara adanmış kurbanlarının. // Ama kar tanecikleri hep taşıyor taşıyor toprağa // tanrının hiyerogliflerini...’”7

¹ Şiir-lik dergisi (Almanya, Nisan 1995); Çile Törenleri (Varlık Yayınları, 1995; Yazmasam Olmazdı (Doğan Kitap, 2004, s.372)

² Léon Robel, Aïgui, Poètes d’aujourd’hui, Seghers, 1993, s.7

3 Ahşap kulube, izbe

4 Emanuel Swedenborg (1688-1772), İsveçli bilimci, filozof, Hristiyan mistiği ve din bilimci, mucit.

5 Léon Robel, Aïgui, Poètes d’aujourd’hui, Seghers, 1993, s.7

6 Hürriyet Gazetesi, 3.2.2006

7 Ülker İnce, Gennadi Aygi, Seçilmiş Şiirler, Şiirden Yayınları, 2015, s.40