Ülker... Diri... Şimdilik!
Sözünü hiç sakınmayan; küfürse küfür, kavgaysa kavga, tepeden tırnağa hayatın sillesini yemiş çaresiz bir insan Ülker Abla. Seray Şahiner’in yeni romanı Ülker Abla (Everest Yayınları), yirmi yıl boyunca yediği koca dayağından canına tak ederek kaçan ve hastanede refakatçilik yaparak yaşamda kalmaya çalışan bir kadının soluksuz okunan hikâyesi…
Mehmet S. Aman
Fotoğraf: KAAN SAĞANAK
Seray Şahiner, özgün üslubu, sert konularda, sert cümlelere kattığı kıvrak mizahi dokunuşlarıyla, okuyucuyu etkileyen, kalemi kuvvetli ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, “erkek sorununu” dert edinen ve edebiyatını bu derdini anlatabilmek üzerine kuran çağdaş Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden.
Son yirmi yıl Türkiyesi’nin özetini çıkaran bir Dante sözüyle başlıyor yeni romanı Ülker Abla’ya (Everest Yayın-ları):
“Çevrene iyi bak, söylense inanmayacağın şeyler göreceksin.”… Sonrasında iliklerimize değin işliyor Ülker Abla’nın çetin, tekinsiz ve belirsiz öyküsü. Ve göz gözü görmeyen bu sisli yolda Ülker Abla gibi biz de bilmiyoruz ömrümüzün neresindeyiz? Diriyiz, şimdilik.”
HASTANE ODALARINDA KÖŞE KAPMACA
Ülker; sokaklarda, parklarda, caddelerde korkusuzca adım atamayan Türk kadınının çığlık çığlığa dışa-vurumu. Diri ama şimdilik! İlk sayfalarda bol bol yüzümüze çarpıyor Ülker Abla bu gerçeği.
Şimdi ve az öncenin arasındaki bir ömürlük zamansızlığın imgeleminde, soluksuz okunan bir yaşamda kalma mücadelesi…
Sözünü hiç sakınmayan, küfürse küfür, kavgaysa kavga; tepeden tırnağa hayatın sillesini yemiş, çaresiz bir insan Ülker Abla.
Yirmi yıl boyunca koca dayağı yiyen Ülker Abla’nın bir gün canına tak eder. Onu eve bağlayan biricik oğlu as-kerdedir; fırsat bu fırsattır, kaçar evden. Ama cebinde hiç parası olmayan biri nereye gidebilir, nasıl yaşayabilir ki?
Bir gecelik acil servis bekleme odasında sabahlama fikri sonrasında, açlık ve halsizliğin de getirdiği arayış, onu hastanenin kayıtsız ama kadrolu refakatçisi olma yoluna sürükler.
Bazen bir cinnetin getirdiği aforoz edilme durumu, bazen sessiz sedasız çekip gitme isteği… Ülker hep var olma isteğinde, yok olmanın uçurumunda; “şimdilik”…
ÇIKARA DAYANAN İYİLİK
Freud’a kızgın Ülker Abla. Ha Freud ha ağır tahrik bahanesiyle azılı katile iyi hal indirimi veren mahkeme…
Mahkeme demişken, kendini aklamak isteyen insanın bir başkasını yargılamasını da çıkarcı iyiliği de mahkeme salonunda terletiyor.
“İyi” insan, ona göre henüz gaddarlığını görmediğimiz kişidir. Mark Twain’in İnsan Nedir?’inde açıkladığı gibi; “Efendi tutku (kendini onaylamaya yönelik açlık), insanın iyiliğinin değil, kendi memnuniyetinin arayışındadır.” önermesini Ülker Abla, “İnsanlar sevap işlerken bile bir gün işlerine yarayıp yaramayacağına bakar.” cümle-siyle selâmlıyor.
“FROYD” DEYİNCE AKLA İLK NE GELİR?
Bu metinde eksik herhangi bir parça görünmüyor fakat yazarın bagajındaki fazla parçayı yapboza ekleme isteği hikâyeyi boşluğa düşürüyor.
O fazla parça, yazarın “etnisite” konusuna değinmek istenmesi. Değinilemez mi, elbette değinilebilir. Ancak metnin içine yedirilen sekiz-dokuz satırlık yüzeysel bir değini; hem metnin ağırlığına hem de anlatmak istenene şerh düşürüyor.
Çünkü kimse - istisnaların kaideleri bozmadığı varsayımıyla -, “Froyd” diye feryat figan dövünen birisini gördü-ğünde, onun ilk olarak Kürt kökenli olduğunu düşünmez.
Yaşadığımız acı günlerin trajikomik, gerçekçi ve cesaretli anlatısı Ülker Abla. Hadsizliğin, mesnetsizliğin, cahil cesaretinin, saygısızlığın ve nezaketsizliğin çağında diriyiz, hepimiz. Şimdilik!