Tarlada hamal, çırçırda işçi, yazında usta!
Bireyin gerçek mutsuzluk ya da mutluluğunun, içinde yaşadığı toplum düzeninden gelebileceğine inanan, her türlü insanı ve sosyal sınıfı yazan, kendisi de ekmeğinin peşinde mücadele vermiş iflah olmaz bir emekçiydi Orhan Kemal. Çağdaş Türk roman ve öykücülüğünde toplumcu gerçekçi akımın öncülerindendi. Her türlü insanı, sosyal sınıfı yazdı. Ona göre toplumun anlamadıkları, toplumu anlamayanlardı. Onun için en çok, iyi bildiği kesimleri ele aldı. Kendisi de onlardan biriydi. 15 Eylül 1914’te Adana’da dünyaya geldi. 1932-37 yılları arasında Adana'da, pamuk tarlalarında hamallık, çırçır fabrikalarında işçi ve kâtipti. 1943'te ise sebze nakliyecisi ve Verem Savaş Derneği'nde kâtip…
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki
Bireyin gerçek mutsuzluk ya da mutluluğunun, içinde yaşadığı toplum düzeninden gelebileceğine inanan, her türlü insanı ve sosyal sınıfı yazan, kendisi de ekmeğinin peşinde mücadele vermiş iflah olmaz bir emekçiydi Orhan Kemal. Çağdaş Türk roman ve öykücülüğünde toplumcu gerçekçi akımın öncülerindendi.
Her türlü insanı, sosyal sınıfı yazdı. Ona göre toplumun anlamadıkları, toplumu anlamayanlardı. Onun için en çok, iyi bildiği kesimleri ele aldı. Kendisi de onlardan biriydi. 106 yıl önce bugün, 15 Eylül 1914’te Adana’da dünyaya geldi. 1932-37 yılları arasında Adana'da, pamuk tarlalarında hamallık, çırçır fabrikalarında işçi ve kâtipti. 1943'te ise sebze nakliyecisi ve Verem Savaş Derneği'nde kâtip…
Bursa Cezaevindeyken tanıştığı, aydınlanmasının ve yazınının mimarı Nâzım Hikmet'in yönlendirmesiyle şiiri bırakarak öykü ile roman yazarlığına yoğunlaşan Orhan Kemal, roman kişilerini yakından tanıdı ve sevdi. Onları hayat şartlarıyla birlikte bütün olarak ele aldı. Ortak bir çevreyi paylaştığı bu dar gelirli insanların, ezilen sınıfların yaşam mücadelelerini, sorunlarını konu edindi.
Melih Cevdet Anday'ın ifadesiyle; “Köftecilerin başında dikilip duran tuhaf köylüler, borç isteyen sarhoş, çevrelerine garip garip bakan işsiz Anadolu çocukları, onun kişileriydiler.” Tüm yoksullar, dar gelirliler, küçük insanlar kahramanı, çevreleri de kitaplarının mekânı oldu bu nedenle.
Her milletin “namuslu realistleri”ni sevdi. Bir kelimeyle “insan ve “insanın mutluluğu”nu sanatının baş problemi olarak niteledi. 'İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat'a inandı.
Toplumcu dünya görüşünün yanı sıra “gerçekçi edebiyat anlayışı”nın simgelerindendi.
Mutlaka birine benzemesi gerekirse, Maksim Gorki'ye benzemek isterdi. Gorki'nin yanı sıra Panait Istrati'den esinlendi.
Adana'yı her katmanıyla satırlarına taşıdı. Bereketli Topraklar, Vukuat Var, Hanımın Çiftliği, Kanlı Topraklar, Kaçak, Murtaza, Gurbet Kuşları gibi ölümsüz eserlerinde, Çukurova'da pamuk ırgatlarının, çırçır fabrikalarındaki işçilerin sorunlarını işledi, yaşamlarından öyküler damıttı.
Büyük toprak sahiplerinin, fabrikatörlerin ve ırgatbaşlarının cephesi, çehresini de katıksız bir gerçeklik ve dramatik keskinlikle - kinsiz, “herkese karşı” sevecen ve umutlu bir yaklaşımı koruyarak - yansıttı. Sonra iş ve ekmek peşindeki insanların önce verimli topraklara ardından kente göçünü tüm sancılarıyla aktardı. Köyden kente göç eden büyük iş gücünü gözlemledi, sorunlarını, sıkıntılarını, sömürülmelerini irdeledi.
Toplumdan neredeyse birebir devşirdiği tiplemelerinde kişisel çıkar ve bireysel kurtuluşlarının peşindekileri de ıskalamadı. Ölümsüz yapıtlarından 72. Koğuş’ta en yoksul ve toplum tarafından dışlanmış insanlarının mücadelesini çok iyi bildiği o “hapishane” ortamında ele aldı.
Kentli insan tiplemelerine yer verdiği ve mutsuz bir ev kadınından, yoksulluk ve eğitimsizliğin suça ittiği çocuklar ve gençlerin tükenişine değin bir yelpazede çeşitlenen El Kızı, Arkadaş Islıkları, Suçlu ve devamı olan Sokakların Çocuğu, romanlarında da baş kişileri yine kentin kenar mahallelerindeki dar gelirli insanlardı.
Gözlem yetkinliğini ve toplumsal yergilerini çarpıcı diyaloglarla yazınına taşıyan ve bu yönüyle “diyalog ustası” olarak da anılagelen Orhan Kemal, yöresel ağızlara esprili bir dille yaslanan Müfettişler Müfettişi ve Üç Kağıtçı’da ise taşradaki resmi görevlilerin halkı nasıl sömürdüklerini ortaya koydu.
Bu arada “Büyük Gazete” isimli dergide tefrikalar halinde yayımlanan, Haliç’te doklarda çalışan kaynakçı Cemal’i ve sevdası çevresinde birkaç merkezli gelişen ve yıllar sonra oğlu Işık Öğütçü tarafından yayımlanan Uçurum adlı romanında ise Haliç, Okmeydanı’nı büyüteç altına alan Orhan Kemal, kentsel dönüşüm konusunu ta o zamandan tartışmaya açmıştı.
Orhan Kemal çeşitli tarihlerde pek çok röportaja da imza attı. İlk röportajını 1 Haziran 1951'de Yeditepe Dergisi için yaptı. Dönemin rejisör ve prodüktörleriyle (Aydın Arakon, Atıf Yılmaz, Naci Duru, İhsan İpekçi, Turgut Demirağ, Osman Seden, Ferdi Tayfur ve Ruhi Su gibi) konuştu. Röportajlarında da halkın sorunlarını, küçük insanların dünyasını, dönemin sosyo-politik aromasını “sahadan” okurlara ulaştırdı.
Akşam gazetesine “Çok Çocuklu Aileler Arasında” başlığında seri röportajlar yaptı - aralarında yakından tanıdığı Muzaffer Buyrukçu’nun ailesi de vardır -. Son Havadis’e yaptığı 1960 tarihli röportajda, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Tuğgeneral Şefik Erensü ile İstanbul’un sorunlarını konuştu. Yine Büyük Gazete’de yayınlanan “İtiraflar” isimli röportaj serisi de bulunuyor.
Yapıtlarının estetik yapısına hep dikkat etti, uzun tiratlardan, akıl vermelerden soyut, sorunun temeline sabırla, anlaşılır cümlelerle indi. Abartılı tasvirlere, uzun mekân anlatımlarına meyletmedi. Yenilikçiydi. Dilinde sadelik öncelikliydi, kendi deyişiyle “vıdı vıdıcı” değildi. Ona göre şekil vıdı vıdıcılığıyla uğraşanlar, sözleri olmayanlardı. Dili berraksa da anlattığı olayın örgüsüne göre kahramanları yörenin şivesiyle veya eğitim düzeylerine göre kelimeleri doğru vurgulamayarak konuşur. Onun için “şive”den çok “öz” değer taşır. “Öz”, “biçim”den daha önemlidir.
Döneminin pek çok edebiyatçısının ne yazdığını veya yazamadığını bilirdi. Eleştirmenin de sanatçı gibi yan tutabileceğini söylemekle birlikte, aymazından hiç hazzetmedi. Güdümlü eleştirmenlere tahammülü yoktu.
Zamana karşı direnen, çok çağlı, çok zamanlı yapıtlarında günün yanı sıra geleceği de düpedüz öngördü. Sıkı bir hicivciydi. CHP devrinde de, DP devrinde de, MBK devrinde de, AP devrinde de ‘Muzır’dı. Kendi deyişiyle yaşama sevincine ne denli asıldıysa alıp alıp bir yerlere götürüldü. Çoğu hapishaneye, sorgu suale…
Yine de iki kavramı; umudu ve iyimserliği hep en önde tutabildi. Çünkü biliyordu ki kendisinden çok daha fazla çalıştığı halde çok daha kötü yaşama koşullarında olan milyonlarca yurttaşı vardı. İyimserliğinin zaman içinde rötar yaptığı da oldu. Otuz altı yaşına girerken ölmeyi düşündü hem de ciddi ciddi… Şükür ki vazgeçti…
Öyle ya, masmavi gökyüzü, yaprak yüklü ağaçlar, çocukların gözlerinde umut, güneşin sıcaklığı varken nasıl ölünürdü? Biliyordu ki bütün suç düzensiz toplumdaydı ve bu yolda çaba harcamak, ölmekten çok daha insancaydı. En çok o yüzden ölmedi ya!