Stendhal... Yaşadı, sevdi, yazdı!

Stendhal kendini / yazın gerçeğini yaşamın maskeli balosunda maskeli insanların insafına bırakmadı. Yeteneğini onaylatmak için de ünlülerin kapısını çalmadı. Balzac’ın, döneminin en önemli romanı olarak gördüğünü ifade ettiği Parma Manastırı (Çev. Bertan Onaran / Türkiye İş Bankası Yay.) adlı yapıtına ilişkin haklı övgüsü bile ayaklarını yerden kesmedi. Yazmak, kendini doğru ifade etmek için başvurduğu bir eylemdi onun için. Aşkın soylulaştırdığı ruhunun bir gün huzura ereceğini bilerek 23 Mart 1842’de aramızdan ayrılacak olan yazar şu notla açıklamıştı vasiyetini: “Mezar taşıma ‘yaşadı, sevdi, yazdı’ yazın gerçek adımla.”

Bedriye Korkankorkmaz

CESARETİYLE SİSTEMİN BASKISINI KALDIRMAYA MODELLİK ETTİ!

23 Ocak 1783’te, Grenoble’da dünyaya gelen, gerçek adı Marie Henri Beyle olan Fransız yazar, kullandığı çeşitli takma adlardan sonra Stendhal’da karar kılıyor. Gerçek adını kendi gerçeği olarak algıladığı için kullanmıyor.

Kişiliğinin ona verdiği yanılma / yalan söyleme özgürlüğü kendisini rahat hissetmesini sağlıyor. Gerçeğini yalanlarda değil, kendini saklamasındaki ustalığında arıyorum ve biliyorum ki çelişkiler her zaman en ciddi, en tehlikeli gerçekleri gün ışığına çıkarır.

Stendhal cesareti / yaşadıkları ve yazdıklarıyla sistemin sosyal yaşam üzerindeki baskısını kaldırmasına modellik ediyor. Sınırlarını aşarak bize de içimizdeki bekçiyi susturma cesareti veriyor.

Kendini sınırlamadığı gibi sınırlarımızı aşmamız için bizi de cesaretlendiriyor, yaşama yaşam sevincini, bizlere de yaşadıklarından aldığı hazzı / acıyı miras bırakıyor.

RUH ÜÇÜZÜ ROMANLARI; KIRMIZI VE SİYAH, LUCIEN LEUWEN, PARMA MANASTIRI!

Roman, deneme, biyografi, otobiyografi, gezi gibi, yazının birçok alanında eserler vermesine karşın ülkemizde de en çok romanları dikkat çekiyor.

Kırmızı ve Siyah’ı (Çev. Bertan Onaran / Türkiye İş Bankası Yay.), Lucien Leuwen’i (Multilingual Yabancı Dil Yayınları) ve Parma Manastırı’nı (Çev. Bertan Onaran / Türkiye İş Bankası Yay.) kendini tüketmek için yazıyor. Sözünü ettiğim üç roman da gençlik yıllarının eşit olarak üçe bölünmüş halidir. Bir bakıma tek bir konu, tek bir serüvendir.

Yakışıklı Julien, Stendhal gibi hor görülerek büyümüş asil ve zengin olmayan hırslı bir taşra çocuğu olarak dönemin karakterini de temsil ediyor. Tutkusu hırsı ve gururuyla Julien’in zenginleri, aristokratları nasıl geçtiğini gösteriyor.

Napolyon hayranı Facrice de Stendhal gibi soylu bir aşk adamıdır. Lucien Leuwen de kendisi gibi (zengin) bir bankerin oğludur. Kahramanlarının üçü de birbirinin devamıdır, üçünün de kafası / kalbi karmakarışıktır.

Üçü de kendisi gibi aşka susamışlardır ama duygularını kadınlara açmakta zorlanırlar. Üçü de Napolyon’a, kahramanlığa, büyüklüğe, ille de Stendhal gibi özgürlüklerine tutkundurlar.

Gençlik romantizminin öncülük ettiği bu üç romanının kahramanı da tutkularını, aşklarını inkâr ederek yaşayabileceklerini, para kazanacaklarını ve burjuvalar tarafından sevileceklerini anlarlar.

SAVAŞIN GERÇEKLİĞİNİ TÖRENSİZ BİR SADELİKTE YAZDI!

Anladıkları bir diğer konu ise topluma sadece varlıklarını değil, isteklerini de bir bütün halinde kabul ettirebilmeleri için yalancı, dalavereci, mantıklı, soğukkanlı insanlar olmak gerektiğidir. Toplum gerçekleriyle uzlaşırlar ve su gibi girdikleri kabın şeklini alırlar.

Stendhal, romanlarını orta yaşın üzerinde yazdığı için okuyucu onun ruhunun geçirdiği her evreye tanıklık ediyor. Dehası savaşın tüm iğrenç gerçekçiliğini zafer çığlıklarının atılmadığı törensiz bir sadelikte yazmasında yatar.

YAŞAMINI ALTI KAHRAMANINA EŞİT BÖLÜŞTÜRDÜ!

Yaşanmışlıkların insan ruhundaki olumlu / olumsuz yanlarını anlatır bu üç romanında da. Yaşamı olduğu gibi anlatmak istediği kadar onu yeniden üretmeyi önemsediğini de her satırda hissettirir.

Gençliği onun içinde kanayan bir yaradır. Üç yapıtında ruhlarını avucunda tuttuğu bu üç delikanlı aslında birbirinin ruh üçüzüdür. Rakipleri olan üç adam da onlar gibi birbirinin ruh üçüzüdür: Kont Mosca, banker Leuwen ve Kont de la Mole.

Toplamda altı karakter de kendisinden ve gerçeğinden başkası değildir. Ömrünü ve yaşanmışlıklarını altı karakter arasında eşit olarak bölüştürmüştür Stendhal.

Bu üç adam da delikanlıların aksine yaşam sevinçlerini, coşkularını yitirmiş bir halde dünyayı yönetirler - Kont Mosca bir prensliği, banker Leuwen borsayı ve Kont de la Mole diplomasiyi -.

Kendileri gibi kukla olmayan çevrelerindeki insanları küçümserler. Bir zamanlar tutkuyla bağlı oldukları güzellik ve kahramanlığa şimdi sadece değer verirler.

En acınası da gençliklerinde şikâyetçi oldukları hayalci, coşkulu, beceriksiz hallerine dönmeyi her şeyden çok arzularlar. O yıllara, o duygulara dönmek salt arzularda olanaklıdır çünkü üçü de sistemin bir parçası olmak için ruhlarını satmıştır.

ÜRPERTİCİ GERÇEKÇİLİK!

Stendhal yazdıklarını yeniden yaşadığı için hissettiği biçimde yansıtır duygularını. Ruh coşkusunun akılcı dünyanın sığ gerçekleri karşısında uğradığı bozgunu ürpertici bir gerçekçilikle anlatmak amaçları arasında en kutsal olanıdır.

Bu üç yapıtında gerçek yaşamındaki gibi duygularını belli etmemeye özen gösterir. Zekâsı sayesinde tutkularının gizine erer, duyguları sayesinde de kalbini keşfeder. Hissettiklerini anlamayı / anlamlandırmayı / sorgulamayı sever.

Yaşamını duygularının / tepkilerinin sahte mi yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya adadığı için romanlarına düşünceyi, dolayısıyla da bilinci yerleştirir.

Kahramanlarının, en ateşli duygularını ifade edecekleri ya da sevgilileriyle birlikte olacakları anda soğukkanlılıklarını yitirmeden ne istediklerini, kendi ve sevdiğinin duygusunun sahte mi gerçek mi olduğunu sorgulamalarının nedeni budur.

Tasarım: Fine Art America

YARATICILIĞIN ÜLKESİNDE BİR TURİST GİBİ DOLAŞTI!

Bilinçli bir şekilde tutkuları romanlarında bir bütün halinde değil, parçalara bölerek vermeye özen gösterir Stendhal. Konular arası akışı bölerek vermek Stendhal’a özgü bir yenilik. Okuyucunun gözünden kaçanı aklıyla, aklını teğet geçeni duyularıyla kavraması için sözcükleri tıpkı film kareleri gibi tek tek dondurarak verir.

Doğaçlama yazdığı için, usta yazarlar gibi karakterlerini teknik ve mekanik özelliklere boğmaz. Yaratıcılığın ülkesinde bir turist gibi dolaşır. Bu üç yapıtındaki yenilikleri inceliğe dönüştürmesinde doğaçlama yazmasının rolü büyüktür.

Güzel ve kalıcı olana tutkusundan, kalıcılığın küçük olguların bünyesinde gizlenen şeylerin toplamı olduğunu ve hiçbir payenin gerçeği görmek ve içten olmakla boy ölçüşemeyeceğini öğrenir.

YALNIZLIĞIN ŞÖVALYESİYDİ!

Öğrendiği bir diğer gerçek ise duygu / düşünce titreşimini kavramanın bir evreni keşfetmek kadar önemli olduğudur. Kendisini romanlarına, günlüğüne ve mektuplarına hapseden bir yalnızlığın şövalyesidir!

Kalbini hissetmek, duygularını anlamak ve düşüncelerini ifade etmek için sıfatlara gerek olmadığını, edebiyatın, insanı içten içe tüketen kederlerin dünyası olduğunu yaşadıklarından öğrenir.

Notlarını Gernoble Kütüphanesi’ne bırakır yeğeni. Aşkın soylulaştırdığı ruhunun bir gün huzura ereceğini bilerek 23 Mart 1842’de aramızdan ayrılacak olan Stendhal bir notla vasiyetini şöyle açıklar: “Mezar taşıma ‘yaşadı, sevdi, yazdı’ yazın gerçek adımla.”