Rahmi Emeç: ‘Bir varoluş vardır şiirin olduğu yerde!’
Sevgiyi Dağlara Salacağım’da (Klaros Yayınları) Rahmi Emeç’in 1982-1990 yıllarında yazdığı ilk şiirler yer alıyor. İlk baskısı 1991’de Eskişehir’de 30 yıl önce yapılmış, bir ‘kayıp kitap’. Kitapta, kayıp 5 şiir ve 1991 yılında kızına yazdığı “Bütün çocukların” ve “Cezaevi önünde” şiirleri de yer alıyor.
Nisa Leyla
Fotoğraf: FAHRETTİN ŞANKAYNAĞI
İLK ŞİİRLER...
- Sevgiyi Dağlara Salacağım şiir kitabınızdaki şiirleriniz için 1982-1990 Şiirleri demişsiniz. Saklı mıydılar? Nereden nasıl düştü günümüze?
Sevgiyi Dağlara Salacağım’da yer alan şiirler, benim ilk şiirlerim. Daha doğrusu, düzenli olarak dergilere şiir göndermeye başladığım 80’lerde yazdığım şiirlerden oluşuyor. İlk baskısı 1991’de Eskişehir’de bir arkadaşımın küçük matbaasında yapılmıştı. Otuz yıl olmuş işte...
Hatta bazıları baskı hatasıyla doluydu, bir sayfadaki yazılar diğer sayfadan da çıktığı için, okunamaz durumdaydı, onları ıskartaya ayırdık. Baskı için hazırlanan kalıpları, mürekkebi kötüydü sanırım.
Galiba üç yüz civarında kitabı kurtarabilmiştik o kötü baskı içinden. Posta yoluyla çok az kişiye ulaşabildi bu kitap; hakkında neredeyse hiç yazı yazılmadı. Böyle bakınca bir ‘kayıp kitap’ diyorum ben ona.
Sevgili Lokman Kurucu, Klaros’ta kitaplarımı basacağını söyleyince, yeniden can buldu. Hatta, kitabın içinde yer alması gereken, ancak benim o dönemde kaybettiğim ve yıllar sonra yeniden ulaştığım beş şiirimi daha ekledim kitabın sonuna.
Aslında bu kitapta 91 yılından da iki şiir yer alıyor: kızıma yazdığım ‘Bütün çocukların dili’ ve ‘Cezaevi önünde’ şiirleri.
Toplu şiirler basılırsa, bu kitabın tarihi de 1982-91 olacak, doğrusu o çünkü. 91 yılının bu iki şiirini kitaba dahil etme fikri sonradan oluştuğu için, kitabın içerik tarihi değiştirilmedi.
‘BİZLER DE ŞİİRİMİZ DE DEĞİŞİYORUZ!’
- İlk şiirlerinizle son şiirlerinizi kıyaslarsanız neler söylersiniz?
İçeriden bir kıyaslama çok güç biliyorum. Yine de kurabileceğim cümleler var.
Sevgiyi Dağlara Salacağım, 70’lerin tortusunu, 80’lerin baskı ortamını, onun ‘kahverengi ve yer yer gri renklerini’ taşıdığını düşünüyorum. Her ortam kendi renklerini üretir. Baskı dönemleri nedense bu iki renkle çıkagelir hep!
Dönemi duymamak, hissetmemek mümkün mü? Dışarıdan bir göz daha iyi görecektir bunu. Hem bizler de yıllarla ve yılların getirdiği değişimle birlikte değişmiyor muyuz? Ve şiirimiz de değişmiyor mu? Değişiyor elbette.
“Uçarı çocukluk” zaman içinde kendine yerleşik bir “yurt” buluyor kendine. Gençliğin başkaldırısı, kendine yeni yöntemler buluyor. Değişim budur.
Tabii, dil ve şiiri ördüğümüz sözcükler de değişiyor. Kim bilir, belki biraz daha duru ve ağırbaşlı hâle geliyoruz. Bunlar da 80’ler ile 2000’li yıllar arasında farklı ses tonlarıyla, farklı sözcüklerle gösteriyor kendini.
‘HABERCİLİĞİM YAZDIKLARIMA ÇOK OLUMLU YANSIDI’
- Milliyet Haber Ajanı, Hürriyet Haber Ajansı ve bazı dergilerde; muhabir, haber müdürü, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptınız. Yazılıkaya Şiir Yaprağı’nı da Eskişehir’de 7 yıl yayımladınız. Gazeteciliğin ve dergiciliğin şiirinize ve yazdığınız diğer türler olan öykü, anlatı, denemelere etkisi nasıl oldu?
Yaptığım işin geçmişte edebiyata dönük metinlere, şiirlere olumsuz yansıdığını düşünürdüm. Oysa bugün bakıyorum ki, öyle değil. İnsanla kurduğumuz her temas, bizim sözcüklerle kurduğumuz dünyaya yansıyor.
Ben habercilik yaptığım dönemde, bir olayın, bir olgunun arka planını düşünmeyi ve oraya yolculuk yapmayı öğrendim. Görünenin arka planında, o olguyu ortaya çıkaran başka nedenlerin var olduğunu ve gerçeğin köklerinin orada olduğunu gördüm.
Bu; ‘kuşkucu’ olmayı, -tabii ki, gerekli bir kuşkuculuk bu- ve bir olguyu derinlemesine araştırmayı öğretti bana.
Şiir biliyoruz ki, ‘anlam’ dediğimiz şeyi derine taşır. Biz orada, şiirin okurda yeniden üretilen bir şey olduğu gerçeğine varırız. Hatta, bir şiir 20’li yaşlarda okunduğunda farklıdır, 40’lı yaşlarda okunduğunda farklıdır.
Şiir aynıdır ama, biz kendi değişimimiz içinde o şiirde farklı tatlar buluruz. Şimdi baktığımda haberci olarak çalışmak, yazdıklarıma “insanı anlatma uğraşında” çok olumlu yansıdı.
- Eskişehir’de TYS adına çeşitli kültür sanat etkinlikleri düzenlediniz. Dokuz yıldır aralıksız Uluslararası Eskişehir Şiir Buluşmalarının düzenleme kurulunda yer alıyorsunuz. Açar mısınız?
Sennur Sezer bir yazısında, - sanırım Evrensel Gazetesi’nde - Eskişehir’e şiir festivali gibi bir etkinliğin yakışacağını yazmıştı. Ki, Sennur Sezer, Eskişehir doğumlu, demiryolcu bir ailenin kızıdır. Onun kurduğu cümle bende yer etmişti.
Kendisini ‘onur konuğu’ olarak davet edecektik ki, kaybettik. Aslında şiir buluşması düzenleme fikri şair arkadaşım, hemşerim Haydar Ergülen’den çıktı. Ben de o tarihte Eskişehir Tepebaşı Belediyesi’nde çalışıyordum.
Bu fikri, başkanımız, sanatın ve sanatçının dostu Ahmet Ataç’a açtım. O da, daha ilk konuşmamızda “olur” dedi ve harekete geçtik biz de. Tabii, bu işe emek veren belediye çalışanları ve ayrıca düzenleme kurulunda yer alan arkadaşlarımız da var. Geçen yıl malum salgın nedeniyle yapamadık.
Türkiye Yazarlar Sendikası’nın uzunca denilebilecek bir zaman diliminde Eskişehir temsilciliğini yürüttüm. Şiir buluşmasından önce, Eskişehir Doğançayır beldesinde (şimdi mahalle oldu) Nâzım Hikmet’i anma etkinlikleri yaptık, on yıldan fazla bir süre.
İlginçtir, Doğançayır o vakitler belediyelikti. Belediye meclisi, Nâzım Hikmet’in mezarının Türkiye’ye getirilmesi tartışmalarının olduğu 90’lı yıllarda karar alarak, bu işe talip oldu ve Kültür Bakanlığı’na bildirdi.
Ancak bu gerçekleşmedi tabii. Biz de her yıl, haziranın ilk haftasında etkinlikler yaptık. Ayrıca TYS adına şiir, öykü konulu toplantılar, söyleşiler düzenledik, anmalar gerçekleştirdik.
- İki defa Petrol İş Sendikası ödülü, Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü, Sabri Altınel, Eskişehir Halkevleri isimli ödülleri aldınız. Ödüle karşı değilsiniz o halde…
Karşı olduğumu söyleyemem. Ama bu her ödül için geçerli değil. Şiirimizde yer etmiş şairlerimiz adına düzenlenenler baş tacımdır. Bir de emeğin olduğu yerler... Şiirlerimin değerlendirildiği ödüllerden de bunu anlamak mümkündür sanırım.
Petrol-İş Sendikasının ödüllerinden birinde, ödül töreni, o yıllarda “Çankaya’nın şişmanı, işçi, düşmanı” sloganıyla yürüyüş yapan madencilerle dayanışmaya dönüşmüştü.
Ödül için verilen - sembolik de sayılsa - parayı onlarla dayanışmaya göndermiştik. Halkevleri ise, o kuruluşun kendi değerlendirmesiydi, bir “yarışma” değildi. O alan gençlerin artık…
‘ŞİİR, BİLİNMEYENİ KURMAK, YAŞAMI SÖZCÜKLERLE ÇOĞALTMAK!’
- Bir de sendikacı emekçi bir ruhunuz var. Halklar şiirle mutlu oluyor mu hâlâ?
Dadaloğlu, Karacaoğlan hâlâ niye var? sorusunda saklı sanırım. Bir varoluş vardır şiirin olduğu yerde. Ancak mutluluk için şiir yeter mi tek başına bilemiyorum.
- Günümüzün küresel dünyası ve bu dünyayı çeviren eller hakkında bir gazeteci olarak ne düşünüyorsunuz?
Sermayenin sınırsız yolculuğu var her yerde! Hem parasını götürüyor hem de yasalarını. Doğu bloğunun “göçmesiyle” - ki ben geçici yenilgi diyorum buna - yeryüzü egemen olanın istediği gibi at koşturduğu bir alana döndü.
Artık sömürünün, şiddetin olmayacağı, sınırların ortadan kalkacağı… gibi “mavi mavi” cümleler kuranların gökyüzüne saldığı balonlar birer birer patlamaya başladı.
Yeni bir paylaşım başladı ve tabii bunun için yeni savaşlar çıktı. Sömürü hız kazandı. Sınıflar arası çelişkiler yeni bir boyutla daha da keskinleşti.
Irkçılık, ayrımcılık yaygınlaştı. İnsanlar savaşlar nedeniyle yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Yeni ve çok keskin sınırlar çizildi. Yenidünya düzencilerinin çizdiği tozpembe tablolar birer birer yıkılıyor şimdi.
Bana sorarsanız, kurtuluş Sosyalizm’de. Tabii bunu da ezilenlerin, sömürülenlerin uluslararası birliği, dayanışması getirecek. O da ayrı bir tartışma konusu.
- Son soru da şiirle ilgili olsun. Genel olarak şiir, özel olarak şiiriniz hakkında bize neler söylemek istersiniz?
Şiir, bilinen sözcüklerle “bilinmeyeni” kurmak, diyebilirim. Yaşamı, sözcüklerle çoğaltmak… Yazanından çıkıp, okuyanına ulaştığında “yeniden üretilen” bir şeydir çünkü… Kendi şiirim hakkında konuşmak bana düşmez. Ben onunla buluşup bir şeyler üretmeye çalışan sıradan insanım. Geriye birkaç şiirim kalır mı? Bilemiyorum…