Öykünün sandık odası... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Her yazarın bir sandık odası olur değil mi, ama yazınsal türler yine de yazardan bağımsız kendi sandık odalarında yaşar. Yazar, yazarlığını kılavlarken şiir, öykü, roman kendi sandık odalarında demlenir üzerlerinin açılıp güneşe çıkarılacakları günü, o gizemli eşref saati bekler sürekli.

M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap Eki

“Sandık”, evet, bireyin bir tür düşünsel-yaratısal kileri kuşkusuz, yüklüğü, bunları kucaklayıp kapsayan odası veya sıralı odaları ama bu arada belleğin bütünü, durma yanan zihin deposu, bu birikimin üzerinde yürüyerek akışkan çıkarsamalar ürettiği türbini aynı zamanda.

Orhan Duru, otuz yıl önce Bir Büyülü Ortamda (1991; YKY, 2021) başlıklı öyküler demetini yayımladığında, Mehmet Zaman Saçlıoğlu ilk şiir kitabıyla “Merhaba” demişti de öyküyle oynaşıyordu artık. Ardından Zafer Doruk da bir başka Orhan’dan, Orhan Kemal’den el alarak yola çıkıyordu yenice. İkisi de dal-yaprak çiçeklenip boy veriyorlardı öyküde.

Şu kadar yıl sonra Orhan Duru, şimdi öykümüzün sandık odasında kendi kozasına çekilmiş canlılığını alabildiğine sürdürürken, yaşdaş öteki iki yazar Orhan Duru’dan sonra bir biçimde öykünün sandık odasına girip kendilerine yer seçiyorlar şimdi bana göre.

Son olarak öykünün sandık odasından Mehmet Zaman’ın Bir Gün (Cumhuriyet Kitapları, 2020), Zafer’in Karsambaç (Sel, 2021) öyküleri de kanatlanıp uçtu, okura el etti.

 

ORHAN DURU: ‘BİR BÜYÜLÜ ORTAMDA’

Orhan Duru, yapıta da adını veren “Bir Büyülü Ortamda” adlı öyküsünde, bir “öykü platosu” kurmuş izlenimi bırakıyor insanda. Yanlış anlaşılmasın, sinema için değil, sahne hiç değil, tam bir anlatı platosu Orhan Duru’nun çatıladığı. Kurulan platoda kişiler adeta uyumsuz tiyatronun karakterleriyle özdeşik birer taşıyıcılık üstleniyor öykü boyunca.

Varsayalım metni sufle veriyor öyküye. Bu haliyle alabildiğine kalıcılaşıp zaman dışı yapıda doğa-birey, kadın-erkek, dağ-deniz, yeme-içme baskılamasıyla bir uçurumun kıyısında anbean varoluş sorunsalıyla yüz yüze getiriyor bizi.

Belki de tek gerçeklik bütün bunların ortaya çıkardığı o karmaşık büyünün her yere, her şeye, zamana, kişilere, ilişkilere sinmişliği. Öykü bitmeyecektir o halde, sürekli dönüşlerle okuru içine çekmesi de bunu gösterir.

Bu plato, her öyküde değişip yeniden kurulurken buna aynı zamanda kara anlatıdan izler taşıyan hüzünlü bir tersinleme ve alaysama eşlik ediyor. Birbirinden kopuk yaşantılar, anlamsızlıkla anlamlanan hayatın izdüşümü olarak birer savsöz / slogan halinde karşımıza çıkıp ayna tutuyor bize. Yalanlar sanrılarla sarmalanıp sözümona yeni hayatlar kuruluyor bir çabuk.

Orhan Duru, platosundaki bu fantastik öykü evrenine büyülü gerçeküstü gözlüğünden bakarken saçmayla kol kola girip böylece alaysamayı, kara anlatıyı birbirine kavuşturuyor, Bir Büyülü Ortamda, bir büyük güzellikle taçlanıyor.

MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU: ‘BİR GÜN’

Mehmet Zaman Saçlıoğlu, kaleme alma gereksinimi duyduğu “Önsöz”de yapıtı için, “…[B]u kitaptaki öykülerin bazıları dış etkenlerin henüz çok güçlü olduğu zamanlarda yazıldı. Bilinçaltımın ve bilincimin hızlı, tepkisel patlamalarından oluştu,” notunu düşüyor.

Yazarın değerlendirmesi ışığında yanaşıldığında, evet, günümüzün toplumsal-siyasal olayları arasında gezinen, yer yer birer öfke patlaması bağlamında bakılabilir kuşkusuz bunlara.

Hatta okur olarak biz de çıkarımlarımızı apaçık dökebiliriz, ancak bunların Mehmet Zaman imzalı o özgün öykücülüğün ardıllığını yansıtmadığını yine de asla söyleyemeyiz.

Nitekim yazar, tümünde değil belki ama hep yapageldiğince metni, felsefi düşünce çevrintisiyle harmanlayıp bir iyice karabiliyor bunlarda.

“Keser ve Mucizesi”nde olduğu gibi yer yer Borgesvari matematiksel gizem bulaştırmayı da savsaklamıyor ayrıca öykülerde.

Mehmet Zaman, aydınlanmacı temelde dışta olup bitenlere bakıyor bakmaya, ancak yaşanan öznel çalkantıları bir tarafa bırakıyor değil. Gidenin ardından gelenle bir türlü aynı düzlemde buluşamadığımız, gidenle zaten tamı tamına örtüşememişken gelene ayak uydurmamakta direnmenin derin hüznüyle okuyorsunuz Bir Gün’deki öyküleri.

ZAFER DORUK: ‘KARSAMBAÇ’

Zafer Doruk, çoğunluğun, pek de haberli olamadığı ama yan yana yaşadığı kestirilebilecek kişilerin iç dünyalarına götürüyor bizi Karsambaç’taki öykülerinde.

Hayatın kıyısında olanaksızlıklar içinde alabildiğine ezik yaşadığı halde yiğitliğe toz kondurmayıp debelenen ama çektiği bu acılara karşın hayata tutunabilme hüneri sergileyen küçük insanların iç burkan, hüzün dağdağası öykülerini kaleme alıyor yazar.

E, iyi de ediyor doğrusu, çünkü kendisi kaleme getirmese belki de hiçbir zaman tanıma olanağı bulamayacağımız bu insanlara doğru yol alıyoruz, yanı sıra onlarla yaşadığımız halde toplumsal yaşamın bu yanlarını tüm çıktılarıyla tanımaktan nasıl uzak kaldığımızı kavrıyoruz. Öyküler, okura tuttuğu aynayla da farklı bir işlevi yerine getiriyor.

İşte bu acımasız hayat karşısında “uydur(an), kendi uydurduğuna da inan(an)” (13) insanların öyküleri. Hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildikleri düşlerle sarhoş, ama yine de bu düşlerde yüzmekten, yaşamaktan bir türlü bıkmayan, her seferinde yanıldıklarını gördükleri halde yeni yanılgılar için de inadına yelken açan, çocukça masumiyet, belalı meşumiyet içinde anlık duyarlıklarıyla önümüze çıkıveren insanlar.

Tümü, hep birlikte tam da bu olguyu yansıtan söylemin kişileri halinde karşımıza dikiliyor öykülerde.

Yazarların sandık odalarıyla öykü sanatının sandık odası örtüşürken rehberliği öyküler sürdürüyor.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.