Olgunun kurmacadaki yolculuğu... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Kişi, birebir yaşadığı halde iç dünyasındaki karmaşık duyguları, hissettiklerini aktaramazken yaşamda olup biteni anlatmaya kalktığında gerçeklikten daha da uzaklaşıp, bunu yeniden kurgulayacaktır kaçınılmaz biçimde. Yazar Javier Marías şöyle söylüyor: Anlatıcı, yaşananları “bozup, çarpıtır”, çünkü hiçbir zaman “söz, olayları aynen üretemez.”

M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap Eki

 

İnsan, temel dürtülerin tetiklemesi, yaşamsal güdülerin yönlendirmesinde doğada seçen, seçilen, sonuçta bu yolla elenen, dönüşen varlık. Ama bütün bunları anlatabilme hüneri de sergiliyor insan.

Mitolojiden dinlere, menkıbeden, masala, hikâyeye her anlatı, dinleyende yeniden kurulmak üzere müzikle, hareketle, dansla, elbette sözle kişiden kişiye yeniden yaratılıyor. “Anlatı”, bu nedenle her dinleyende yeniden kurulan kişisel bir eylem artık.

Demek, olanın olduğu gibi anlatılabilmesi bunun yeniden kurgulanmasıyla olanaklı. Bu çerçevede Bahar Yaka’nın Bu Kitabın Yazarı Öldü (Edebiyatist, 2021), Javier Marías’ın Zamanın Karanlık Yüzü (Çev. Neyyire Gül Işık, YKY, 2021) adlı romanları, Segâh Gümüş’ün Dört Mevsim Gazozu (Hece, 2021) başlıklı öykü kitabı bu yönde ilginç örnekler.

BAHAR YAKA: ‘BU KİTABIN YAZARI ÖLDÜ’

Öykücülüğüyle bilinen Bahar Yaka’yı, iç çizimlerini de yaptığı kısa romanı Bu Kitabın Yazarı Öldü’yle tanıdım diyebilirim. Yazar, ilk romanını, sürpriz olgusunu da sürekli araya katarak iç içe halkalar, aralara yerleştirdiği çelişki, çatışkı aracılığıyla kurup geliştirdiği işlemeyle öne çıkıyor.

İlk romanıyla, yakaladığı büyük başarının ardından kimi olumsuzluklar yaşamış ünlü yazar, okur karşısına çıkmayı hedeflerken tutkuyla yeni yapıtına hazırlanmaktadır.

Karısı, ondan habersiz, işinde yerini sağlamlaştırma kaygısıyla boğuşan bir gazeteciyle bağlantı kurar röportaj için. Sonrasında olaylar, okuru kuşatan boyutta sürprizlerle sürecektir.

Her bölümde, adları anılmayan farklı roman kişileriyle karışık düzlemde sıçramalı anlatımla dinamik bir yapı kuruyor Bahar. Bakıyorsunuz anlatıcı, anlatılan kişiye, anlatılan da anlatıcıya dönüşebiliyor bir çabuk.

Kişiler çok değil: Yazar, karısı, gazeteci, yazarla kadının küçük oğlu, kimi işçiler.

Anlatıda, okurun ilgisi, sürprizlerle birbirine giren üçgenler aracılığıyla sağlanıyor. Sürekli tıkırdayan daktilo sesi, romanın yazılmakta olduğu “küçük ev”den yayılırken, okur, yazım sürecinde olgusal yaşamdan anlatıya taşınan kurgusal gerçeklikle değil olgusal yaşam içinde yazarın bu romanı kaleme almaya dönük yaşadığı tutku olgusuyla havalandırılıyor.

Bahar, romanda okuru, şu soruyla yüzleştiriyor da denebilir: “Bu kitabı her şeyden önemli yapan nedir? Başarı, bir insanın gözünü bu derece kör edebilir mi?” (87) Yazma eylemi sürerken başta sevgi olmak üzere yitirilen öteki değerler hiç mi önem taşımaz?

Özdeyiş halinde “yaşama sanatı”na vurgu yapılır ya hani, yazar da, okuru anlatıdaki kurgulama yerine doğrudan yaşamın kendisine, yaşanabilirlik temelinde bunu kurgulamanın erdemine getiriyor sözü.

Bahar, diyelim yaşama sanatını kurgulamış görünsün, anlatı sanatının kurgusunu da deneysel roman kalıbına dayalı olarak Javier Marías yapıyor.

DÜNYA DAMLASI…

JAVIER MARIAS: ‘ZAMANIN KARANLIK YÜZÜ’

Javier Marías, önceki romanlarını da harmanlayıp anlatıcısı üzerinden her düğümün olgusal, kurgusal yapılandırmaya yaslandırıldığı farklı bir çatılama getiriyor heyecan verici yapıtında.

Özneyle olgusal akışın yer yer birbirinin tersi, yer yer de birbirinin çakışımı bağlamında âna bırakılmış bu kurgusal edada kendisi-gölgesi yürüyüşüne dönüşen bir metin: “Ve uydurduğumuz anlatılar, (…) böylece bizi kurguya dönüştürecekler.”

Şunu söylemek bile olası görünüyor; iyi bir roman yazmak için belki de önce bunun hikâyesini çıkarıp tersini yazmak, ardından kurguya geçip yalanını yani kurgusunu kaleme almak gerekir, “kim bilir.” (10)

Javier, örtük ama yer yer açık bir Borges metni döşüyor âdeta; cama tutulmuş da birbirine kaymış iki görüntü benzeri anımsayış dizisi çağrıştırıyor zihnimizde.

Borges okunurken yaşanan çekim türbülansına Marías’ı okurken de kapılıyor insan. Doğulu bir masalın batılı yüzü havasında, farkı kendisinde anlatı bağlamında da alınabilir bu nedenle Zamanın Karanlık Yüzü.

Olgusal kişilerin, tipik maskesi ama karakteristik nitelikleriyle görünürleşip kurgusal kişiliklere dönüşmesi olağan bir yazınsal tutum bağlamında alınabilir belki ama Javier, dış dünyanın yaşayan insanlarıyla ilişkiyi de kurmaca serüveni çerçevesinde görmekten, bunları tartışmaktan geri durmuyor.

O anlatıcı ki yazarın kendisidir, ama anlatıcı olarak kendisi de anlatıdaki kurgu kişisidir enikonu, “anlatıcı(n)ın (yazarın) yeri(n)de bulunduğu gibi.” (31)

Özdeşleştirirken ayrıştıran, ayrıştırırken özdeşleştiren bu olgusal-kurgusal düzlem dizilişi çarpıcı bir anlatı çıkarıyor ortaya.

Yazar, anlatı kişilerinin olgusal “sahici”leriyle “kurgusal”larını farklı, üstelik ayırıcı yanlarıyla aktarıyor. Böylelikle olgusalla kurgusal olan kurmacadaki yerleştirimle apaçık ortaya çıkıyor.

Yazınsal tatlar salan benzersiz bir deneme ya da ders niteliğinde kuram kitabı olarak da okunabilecek bir yapıtla buluşuyoruz Marías’ın romanında.

ÖYKÜDENLİK…

SEGÂH GÜMÜŞ: ‘DÖRT MEVSİM GAZOZU’

Segâh Gümüş, ilk öykü kitabı Dört Mevsim Gazozu’nda kitaba da adını veren, anne baba ayrılığına dayalı küçük bir kızın yaşadığı vuruğu işlediği yakıcı bir öyküyle giriyor yapıta.

Sonrasında kadınlara yaşatılan yalnızlıklarla sürdürüyor hep öykülerini. Ancak an içine yerleştirdiği örtük bir eylemlilik, potansiyel artalan dokusu yansıtıyor bunlarda.

Öyküler özellikle bu niteliksel yanıyla öne çıkıyor da denebilir. Böylelikle “zamanın orta yerinde solgun (.) titreyiş” (29) halinde kalakalan kadınları okura yeniden kurdurabilmeyi de başarıyor.

Yer yer küçük çentiklerle birbirine eklemlenen, ayrıca tümüyle görece bağlamlılık yansıtan, hayatla aralarına âdeta kalın bir duvar örülmüş küçük kadınları anlattığı bir öyküleme getiriyor Segâh.

Nasıl bir anlatım bu? Okur önüne çıkarılırken hem artalan sıkılığına dayalı soyutlayım, dönüştürüm bağlamında dikkati çekiyor anlatı hem de içkinleştirilen özle bunlardan yayılan, giderek kalıcılık yansıtan kavramsallaştırma tortusuyla üstesinden geliniyor bu güç işin.

Segâh’ın bu yanları, çiçeği burnunda ilk öykü kitabında bunları başaran bir enerjiyle ortaya çıkması, öykümüz için de sevinç kaynağı kuşkusuz.

Öykücülüğümüzün yeni bir adla buluştuğu söylenebilir o halde: Segâh Gümüş.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.