‘Kahraman Ferdinand’
Bir kurban bayramı günü... Trabzon’da 2018’de yaşanan gerçek bir olay… Kesimden kaçan boğa yakalanamayıp sırra kadem basıyor! Dört gün sonra Sürmene’de denizden kurtarılıyor. Kahraman Ferdinand (Dionizos Yayınevi) bu firari boğadan esinle İnci Gürbüzatik ve Dursaliye Şahan’ın çocuk, kadın, insan, canlı, cansız, ağaç, doğaya karşı yapılan tüm hak ihlallerine karşı bir itiraz yükselten 22 yazarın kaleme aldığı öyküleri derledikleri bir kitap. İnci Gürbüzatik ile Kahraman Ferdinand’ı konuştuk.
Sibel Unur Özdemir‘YAZILMALIYDI’
- Ferdinand Kitabı’nın fikir aşamasını anlatır mısınız?
Beni etkileyen firar eyleminin başlangıcı değil drama yaratan sonucuydu. Aşılan engelin uçsuz bucaksızlığı, denizin Karadeniz, kahramanının alışılmışın dışında insan değil hayvan oluşuydu.
Olup biten görülmemiş şeydi. Eğer ‘o’ isimsiz boğayı Rize’nin İyidere ilçesinden kaçtığı gün yakalamış olsalardı bu her kurban bayramında sıklıkla yaşanan kanıksadığımız, magazini ilgilendiren sıradan bir olay olurdu.
Kurban kaçar, bağırış çağırış şenlikli bir kovalamacayla sonunda yakalanır, biz de televizyonlardan izlerdik. Ama bu boğa, yakalanmak ne, sır olmuş dört gün sonra Trabzon’un Sürmene ilçesinin deniz ufkunda mucizeye dönüşmüştü. İşte bu yüzden, bu hayvana dair öyküler zamana not düşmeliydi.
- Kitabın önsözünde “İşte tam yazılıp ders çıkartılacak bir hikâye” diyorsunuz.
Firarda bir itiraz, isyan, bir özgürlük özlemi vardır. Gözü karalık, cüret, her şeyi göze almak vardır. Eylemi sıra dışı yapan, cüret edenin katlanacağı sonuçtur. Eylemin başlangıcında sonuç hep müphem ama umut yüklüdür.
Kaçaklar, oldum olası ilgimi çekmiştir. Prangalarını kopartanlardır onlar. Sıkı sıkıya korunan, ‘kuş uçmaz’ denilen kale, ada hapishanelerden bile kaçabilme becerisini gösteren insanların zekâsını önemserim.
Monte Cristo Kontu’nun o ada hapishaneden akıl almaz kaçışı, "Kelebek" romanındaki Henri Charriere’in çok az insanın sağ kalmayı başardığı kürek cehenneminden kaçışı, Alkatras’dan kaçış, Tony Curtis, Sidney Poitier’in başrollerini oynadıkları ‘Kader Bağlayınca’ adıyla seyrettiğimiz filmde olduğu gibi daha pek çok kaçış, hep bilinen mucizevi öyküler barındırır.
Nobel’li yazar Tony Morison’un yeni okuduğum ‘Sevilen’ romanındaki o muhteşem özgürlüğe kaçış, göze alınan en kötü olasılıkla gerçekleşir. Bu kaçaklar hep insan ama bizim öykülerini yazdığımız kaçak, bir boğa, karada yaşayan eti için beslenen bir hayvan.
Onun Rize’den kaçışını herkesin gözünde önemli kılan, onca yolu, caddeyi, sokağı aşıp peşindekilere izini kaybettirip denize ulaşabilmiş olmasıdır. Yer ile yeksandır sonrasında. Tam dört gün -keşke bilebilseydik-bizim için de sır doludur.
Sonra bir bakıyorsunuz kilometrelerce ötede deniz ufkunda belirmiş. Bir kara hayvanının bu başarısı bir mucize değil de nedir? Hayvan boğulmuş, şişmiş bedeniyle karaya vurmuş da olabilirdi. Ama o ölmemiş, yüzmüş, dört gün, gece, gündüz, canını dişine takıp mücadele etmiş denizle, dalgalarla kim bilir başka nelerle. Yazılmalıydı. Öykü kahramanıydı artık gözümde.
‘ÖYKÜ YAZARLARINI SUSKUN BULUYORUM’
- Kahraman Ferdinand’ın yaşadıklarını bireysel olarak da ele alabilirdiniz. Neden ortak bir kitap ve niçin öyküler?
Öykü yazarlarımızı çok suskun buluyorum bunu peşinen söylemeliyim. Öykü konusu olup yazılacak, onca yara, kangren olmuş konu, meselemiz, öyle çok olay varken nedense hala aşk, ayrılık acısı, iç sıkıntılar, bunalımlar, hayaller, börtü böcek, suya sabuna dokunmayan konularda yazmaları beni düşündürüyor.
Oysa öykü konusu olabilecek öyle çok dramatik olay var ki. Bunun için tv’leri, sosyal medyayı izlemek, çevremize bakınmak yeter. Canını dişine takmış bir boğanın firarı işte o gün için güncelliğini koruyan önemli, sıra dışı, ilginç, özgün, en önemlisi ibretlikti. Ölüme itiraz etmiş, ipini kopartıp yaşama kaçmıştı.
İşte tam da öyküsü yazılacak bir konu deyip, Sosyal medyadan öykücülere “Ey öykü yazarları neredesiniz? Hadi işte size yazılması gereken bir öykü konusu” diye seslendim. Böyle çağrılarım daha önce başka konularda da olmuş, öykü yazarlarından ne yazık ki yanıt gelmemişti. Ama buna geldi.
‘TÜM HAK İHLALLERİNE BİR İTİRAZ, ÇIĞLIK’
- Kitaptaki öyküleri sizinle birlikte derleyen Dursaliye Şahan ile yollarınız nasıl kesişti?
Sosyal medyadaki çağrıma ilk yanıt Londra’da yaşayan Dursaliye Şahan’dan geldi. Kendisini Totenham Çocukları ve Şerbet romanlarından tanıyordum. Önce ikimizdik, o Londra’da ben Bodrum’da. Bu derleyip toparlama işiyle Dursaliye çok ilgilendi konuyu çok önemsedi. İş bölümü yaptık. Öykülerin toplanması, bir bütünlük oluşturması ve amacımıza uygun yazılması yönünde çok çabaladık.
Yayınevi arayışına girdik. Başlamıştık ama umutsuzdum. Sonra yavaş yavaş katılımlar oldu. Bir de baktık ki 21 kişi 21 öykü yazmış. Bu öykü yazanları içinde tanıdığım, tanımadıklarım da vardı. Çalıştık. Her birimiz yurdun dört bir yerindeydik üstelik.
Öykülerin farklı görüş, bakış açılarıyla kolektif yazılmış olması bence kitabı zenginleştirdi. Kaçak boğanın özgürlük istemi bağlamında konularımız çeşitlendi ve biz çocuk, kadın, hayvan, doğa, ağaç, canlı, cansız bütün hak ihlallerine değinen öyküler yazdık. Böylesi daha iyi oldu. Birlikte düşünüp, konuyu birlikte sahiplenmiş olduk çünkü.
- Kitapta öyküsü bulunan 22 yazar aslında Ferdinand’ın dili oldu öyküleriyle. Nasıl bir araya geldiniz yazar dostlarınızla? Projeyi hayata geçirmeye karar verdiğiniz anı başlangıç kabul edersek -yani Ferdinand’ın 2018 yılı Kurban Bayramında giriştiği kaçma eylemini- Kahraman Ferdinand’ın üç yıl içinde (2021 yılı) edebiyat dünyasına adım attığını görüyoruz. O yüzden birazda kitabın mutfağından başlayarak yayın aşamasına kadar uzanan süreçten bahsedelim istiyorum.
Haklısınız öyküleri sıcağı sıcağına yazmış 2018 de hemen yola çıkmıştık. Güncelliğini koruyarak kitaplaşacaktı öyle tasarladık ama yanılmışız. Sizin de belirttiğiniz gibi yolumuz çok uzun sürdü. Sanki biz de Karadeniz’in sularında çırpınıyorduk bu süreçte. Bazı girişimlerimizde çok zaman kaybettik. Bilinen, bilinmeyen engeller… Engeller… Engeller…
Uzayan bu süreç bile öyküler yazdırır bize. Ama sözümün başında da söyledim ya önemli olan sonuçtur. Kararlılık bize sabır verdi. Dursaliye ile müthiş bir uyum içindeydik. Umutsuzluklarda, vaz geçme noktasında ki kaç kez yaşandı bu, hemen birbirimize bir umut ışığı yakıp yola yeniden koyuluyor, sürekli arayış içinde çözüm üretiyorduk.
Kitabımızı basmayacağını anladığımız İstanbul’daki yayınevi de son anda sessizliğe bürününce başka bir yayınevi arayışına yöneldik. Sabırla. İnatla biz de yılmadık kulaç attık hep.
Dionysus yayınevi projeye inandı, bize güvendi ve kitabımıza sahip çıktı. Yayınevi sahibi Tuncay Bilecen’in da öykü yazıyor olması bizi daha da heyecanlandırdı. Dilimizden anlıyordu, bu da hepimiz için şanstı işte. O da ‘hanım’ adlı öyküsüyle katıldı aramıza. Biz 21 öykücüydük öykü sayımız da böylece 22 oldu.
- Yaşanmışlıkları yazmak daha mı kolaydır yoksa topluma mâl olmuş bir konunun vücut bulması mı daha zordur?
Önemli olan yazarın bakış açısıdır, yeteneği, dünya görüşü, yazar becerisi, hüneridir. Neyi nasıl yazmak ona kalmıştır. Bu nedenle sorunuza farklı yazarlar farklı yanıtlar verebilir ama bana sorarsanız, toplumsal duyarlılık, görünenin ardındaki gerçeği görebilmek ve bunu dili iyi kullanarak, beceriyle, korkusuzca yazabilmektir. Bu kimi yazarlar için kolay kimi yazarlar için de zordur. Gerçeği söylemenin de kuralları vardır.
- Kahraman Ferdinand’da yer alan öyküler yeryüzündeki her canlının haklarına ve özgürlüğüne saygı duyulması konusunda bir haykırıştır diyebilir miyiz?
Tam da öyle. İnsan, kadın, çocuk, hayvan hak ihlallerine, doğa, ağaç katliamlarına dikkat çeken bir itiraz, çığlık, odak bir vurgudur.
O halde Dursaliye Şahan’ın da söylediği gibi “Ferdinandlar yalnız değildir.” diyebiliriz. Biz, öykülerimizi haberlere konu olan bir boğanın asi ve cesur ruhunun bize ilham verişiyle oluşturduk ve diğer hayvan dostlarımızın da sesi olduk.
- Ne dersiniz kitapta yer alan öykülerimizle bunu başardık mı?
Kitapta senin de öykün var. Başarıp başarmadığımızın kararını dikkatli okuyucular verecek göreceğiz. Biz öykücüler olarak ibretlik, ders alınacak bir konuyu yazarak tarihe notumuzu düşmüş olduk. Yazarlar tanıklardır. Çağlarının, yaşadıkları dönemlerin, zamanların tanıklarıdırlar ve bu tanıklığı edebi bir biçimde belgelerler. Yazı kalıcıdır. Belge önemlidir. Unutmayalım ‘belge yoksa bilgi de yok’ denir. Biz 22 öykücü öykülerimizi kaçak boğanın bize çağrıştırdığı pek çok konuya itirazlarımızla yazdık. O, hayvan olarak bize yol gösterdi, ışık yaktı. Ben çağırımda ‘Şu boğa kadar olamadık’ demiştim. Hayvanlar da insanlara örnek oluyor işte bazen böyle.