‘Indigo Günlükleri’
Sevil Kesimal’ın 2019’da Bilim Sanat Yayınlarından çıkan ilk öykü kitabı Dut Kokusu’ndan iki yıl sonra Ağustos 2021 tarihinde, 19 öyküden oluşan ikinci öykü kitabı Indigo Günlükleri’ yine aynı yayınevi tarafından yayımlandı. Indigo Günlükleri; Kanada’ya göçmen olarak yerleşen oğullarının yanına giden bir anne- babanın geçmişle bugünün, gerçekle düşün birbirine geçtiği seyahatlerinin öyküsü.
Nurdane Özdemir SağkanFotoğraf: MEHMET ÖZER
“Bu kadar farklı ulustan insan, bir arada yaşamayı nasıl başarıyor aklım almıyor.”
Sevil Kesimal, 19 öyküden oluşan ikinci öykü kitabı Indigo Günlükleri’nde (Bilim Sanat Yayınları), uzak iklimlerdeki mekanların ve insanların izini sürerken kendisiyle karşılaşıyor. Yazar, kitapta Toronto’nun sokakları, parkları, dükkanları ve halkı ile bildiği yerler, tanıdığı insanlar arasında benzerlikler kurarak, hem bir oyun oynuyor hem de oğlunun yaşadığı kenti kendine tanıdık kılıyor.
Sevil Kesimal’ın 40 katlı gökdelenin 11. katından gördüğü “!ndigo Kitabevi”nin tabelasındaki ışığı yanmayan (i) harfini fark etmesinin ardından, oğlunun “Tek fark ettiğin o mu?” sorusuyla bir keşif serüveni başlıyor.
Indigo, yazarın Kanada’da kaldığı süre boyunca en önemli bellek mekânı oluyor; neredeyse gereksinim duyduğu her şeyi bulduğu, kahve molası verdiği eğlenceli bir yere dönüşüyor.
“Bak Indigo kimsenin seni umursadığı yok yalnızca ben. Işığı yanmayan harfi ne zaman tamir edecekler diye dertleniyorum.”
“Bugün Indigo’dan üzerinde çiçek, kuş, doğa resimleri olan origami kağıtları aldım.”
“İnsan gittiği, bulunduğu yerde de, oraya ait hissetmek istiyor kendini. O yüzden de gördüklerini, bildiği tanıdıklarıyla eşleştirmeye çalışıyor.”
Indigo Günlükleri’nde, yazarın sıklıkla yaptığı iz sürmelerle karşılaşıyoruz. “Toronto’da bahçe çitlerinden, balkon korkuluklarından taşan bir bitki var. Olgunlaşmamış buğday başaklarını andırıyor. Her geçişimde, elimi bir çocuğun başını okşarcasına gezdiriyorum üzerlerinde. Çocukluğuma dönüyorum bir anda. Avuçlarımın arasında yanmış, kavrulmuş buğday tanelerini ovalıyorum, ellerim yanıyor, sonra usulca üflüyorum.”
“Indigo’ya gittim. Danışmadaki kadına cep telefonuyla çektiğim fotoğrafı gösterip, bitkinin ismini sordum. Botanikle, bahçecilikle ilgili bir kitap önerdi. Oradan buldum, bitkinin adı Fountain Grass.”
Yazar yabancı bir coğrafyada karşılaştıklarıyla, zihin göndermeleri yaparak bildikleri arasında bağlar kuruyor:
“Bloor-Yonge istasyonundayız. Revolution diye bağırarak üzerime doğru gelen sarhoş. Aklıma Alparslan geliyor. Upuzun dik duruşlu, gümbür gümbür konuşur. Eski komünistlerden, Moskova’da parti okuluna gitmişliği var. Aklımda Alparslan’ın cenaze töreni. Bir avuç ihtiyar, enternasyonal okuyacağız diye tutturmuş. Linç edileceğiz neredeyse, küfür kıyamet. Herkesin devrimi kendine diyorum içimden.”
“İnsan ilk kez gördüğü bir şehri, farkında olmadan daha önce yaşadığı yerlerle karşılaştırıyor. Seslerini, kokularını, renklerini görmeye çalışıyor. Toronto’da kendini saklamayan bir şehir. Evden çıktığımız anda hikâyelerini fısıldamaya başladı. Çimlere dizili beyaz taşlar, çizgi film kahramanı Bras bankta oturuyor.”
“Birayla sidik arası keskin bir koku cannabis.”
Toronto’nun kokusu; cannabis ile yanmış şekerle, fırınlanmış et kokusu. Sesi; siren, inşaat gürültüsü, mekanik müzik, çeliğin sürtünüşü, anonslar, kapı tıslamaları. Şehrin rengi ise insanları, diyor yazar. Apartmanın danışmasındaki siyahi adam, ufak tefek Hintli kadın görevli, kamyonetten yük indiren beyaz Kanadalı adam, köpeğini gezdiren Asyalı kız, yoldaki kovboy şapkalı Orta Amerikalı adam.
“Bütün göç hikayeleri beni üzer, hep bir sürgün olduğunu düşünürüm.”
Toronto, bir göç şehri olarak Sevil Kesimal’a anneannesini de hatırlatıyor. Bu kitapta anneannenin hüzünlü göç hikayesi de var. Dersim’den Erzincan’a gelin gidip, bir daha doğduğu toprakları göremeyiş, sonrasındaysa yurt dışına üniversite eğitimine gönderdiği oğullarının, gittikleri ülkelere yerleşmesiyle birlikte onlara duyulan özlem ve adlarını sayıklayarak yaşama vedanın hazinli öyküsü…
“Anneannem hayatı ve belleği göç öyküleriyle dolu kadınlardandı. Dilinden Dersim hikayeleri düşmezdi. Hikayeler döner dolaşır yine bir göçe dayanırdı. Son zamanlarda kısacık gündüz uykularından tapıklamışım, bir an Süleyman’ımın sesini duydum sanki diye fırladığı olurdu.”
Kesimal, insanları gözlemleyerek, elindeki kumaştan onlara yeni hayatlar biçiyor. Farklı kültürlerin, milliyetlerin bir arada bulunduğu Toronto, yazar için zengin bir gözlem kulesi görevi yapar. Sevil Kesimal kentle birlikte insanları da keşfe çıkar:
“Garson çocuğu geldiğimden beri görüyordum. Ben Andy diyorum ona, işletmenin 3. Sınıfında. Bu yıl kız arkadaşı burada olduğu için Toronto’da kalmak istedi.”
Yazarın çevresine karşı ilgisi ve dikkati, gördükleri hakkında anlattıkları, okuru da aynı atmosferin içine sokuyor: “Karşıda sahaf, üst raflarda çizgi roman fasikülleri, bankta oturan bir adam, ayaklarının dibinde bir köpek Dante! Güngezgini.”
Kesimal, kimi zaman kullandığı sözcükler, benzetmeler ve kavramlarla, okuyucuda, bunları araştırıp öğrenme isteği duyuran bir anlatım yolu da izliyor. Kraft kağıt, Kesekli tarla, Kabuki tityatrosu, otriş, cosplay, Pastafarian gibi.
“Yetişkinlerin de korkuları vardı sonuçta dünya ürkütücü bir yerdi; sınırlar belirsiz, tehlikelere açık.”
“Birkaç gündür Toronto’yu keşfetmeye çalışıyoruz. Sınırlar yok, sınırlar birbirine karışmış. Farkına varmadan dünyanın tehlikeli, sınırların belirsiz olduğunu düşündüğüm çocukluk yıllarına çekiliyorum; geçmiş, geçmiş mi sahiden?”
Kanada’da her milletten göçmen olması, farklı değerler sisteminde bir arada güvenle yaşamaları yazarı şaşırtıyor: “Bu kadar farklı ulustan insan, bir arada yaşamayı nasıl başarıyor aklım almıyor.”