İlhan Taşcı: ‘Geride kalanların hüznü daha ağır!’
Babaları genç yaşta ölen, altısı erkek üçü kız, dokuz kardeşli bir aile... Erkeklerin hepsi bir dönem başta Almanya’da olmak üzere Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde çalışmış bu ailenin hallerinin “okumuş” yeğenlerinin gözünden anlatımı... Birbiriyle geçinemeyen kardeşlerin memleket ziyaretlerinde yaşadıklarının renkli hikâyesi... Gazeteci ve yazar İlhan Taşcı, öykü kitabı Rüzgârımı Kestiler’de (Kırmızı Kedi Yayınevi), taşranın, gurbetin, memleket özleminin, kalabalık ailenin, aşkın, gidenlerin ve geride kalanların hikâyesini yazıyor.
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiFotoğraflar: SERDAR ÖZSOY
‘NE GİDEN ESKİ GİDEN, NE KALAN ESKİ KALAN!’
- Genelde Almanya’ya giden Türk göçmenlerin gözünden anlatılan öyküler öne çıkmıştır fakat senin kitabında odak noktasında Almanya’ya gidenlerin ardından kalanların öykülerini okuyoruz. Yanı sıra gidenlerin dağılması konusu var. Öykülerinde bu açılar nasıl yer buluyor?
Elbette gidenlerin hikâyesi çok kıymetli. Fazlasıyla acı, çaresizlik ve yalnızlık var. Ama geride kalanların hüznü bence daha ağır. Geride kalan olarak kendimden biliyorum.
Öykülere baktığınızda dokuz kardeş hepsi Avrupa’daki yaşamdan farklı biçimde etkileniyor. Her karakterin deneyimi farklı. Bilmedikleri ülkede, kültürde bambaşka kişiliklerle ortaya çıkıyorlar. Ortak tek noktaları ise kendi yalnızlıklarını yaşamaları.
Kimi orada yeni aşklara yelken açarak buradaki yaşamından kopuyor. Kimiyse ne oraya yerleşebiliyor, ne buraya dönebiliyor. Arafta bir acıyla ömrünü sürdürüyor. Hiç ummadıkları aşklar yaşıyorlar. Burada kalan eşler ise başka bir ikilem içinde. Bilseler de hissetseler de yuvalarını korumak için sessiz kalıyorlar.
Ama sonunda artık ne giden eski giden, ne de kalan eski kalan. Herkes değişmiş, hepsi kendi yalnızlığıyla mücadele ediyor. Mesela Kişo karakteri onca yıl kaldığı ülkedeki dili öğrenmemek için direniyor. En büyük hayali oradaki sevgilisini de alıp buraya dönmek. Ama Celal annesine bile sırt çevirecek kadar “oralı” olmuş.
‘KALANLAR GİDENLERE HEP KIRGIN!’
- Kalanların gidenlere hüzünlü serzenişleri sonra... Hasretle kavrulan bir ananın dilinde, dinin imanın para oluşuna yanmak derken... Nasıl duygular bileşiyor yol hikâyelerinde?
Kalanlar gidenlere hep kırgın. Hepsinin tek hayali vardı bir ev ve tarla parası kazanınca geri dönmek. Ama hiçbiri dönemedi ya da dönmedi.
Öykülerin her birinde izini gördüğümüz büyük anne, artık çocuklarının parayla sınanmasının yorgunluğunu, bıkkınlığını yaşıyor, bunun çaresizliğiyle baş başa kalıyor.
Onlarca yıl yaşamalarına karşın ne oralı olabildiler, ne buralı kalabildiler. Orada “yabancı”, burada “Almancı”. İki coğrafyanın yabancılıklarının hikâyesi aslında.
Bir yönüyle bulundukları ülkelerde tutunmaya çalışırken, bir yanıyla annelerine bile sırt dönecek kadar kendi bencilliklerine gömülmelerinin hüznü de var hikâyelerde. Ama saflıklarını da koruyorlar. Kendileriyle, çevreleriyle dalga da geçiyorlar.
‘BU KİTAP NE BİR ANI NE DE OTOBİYOGRAFİ’
- Baban da Almanya’ya ilk giden işçilerden. Dolayısıyla ilk elden tanıklıklar, yüzleşmeler ve gözlemlerle kaleme aldığın, gerçeklerden hareketle kurgulaştırdığın öyküler demek yanlış olmaz sanırım... Ve fakat bir anı ya da otobiyografi de değil.
Evet, bu kitap ne bir anı ne de otobiyografi. Tanıklık ama en çok da gözlem. Gidenlerin anlattığı hikayeleri dinlemeyi hep çok sevdim. Geride kalanların hallerinin de tanığıydım.
Bir yönüyle romandan kısa öyküden uzun bir hikâyenin anlatımı. İsterseniz birbirinden bağımsız öyküler olarak; isterseniz de bir bütün olarak kısa roman olarak okuyabilirsiniz.
Bağımsız gibi görünen öykülerin mutlaka bir sonrakinde izini sürebileceğiniz bir kurgu. Mizahı hiç elden bırakmadan hüznün anlatıldığı kısa bir roman, novella aslında.
Anadolu insanının kimi zaman saf, kimi zaman cellat hissizliğinde, bilmedikleri ülkelerde yaşam ve kültürle sınanmalarını anlatmaya çalıştım.
‘EN BASKIN DUYGU; ÖZLEMEK VE BEKLEMEK’
- Öykülerin duygusunu biraz daha açar mısın? Gurbet, hasret, belirsizlik, ezber bozumları, yeni dünyalar, hüzün ve hele ki umut nasıl yer buluyor?
En baskın duygu; özlemek ve beklemek. Her şeye karşın da umut etmek. Almancı çocuğu olmak hep yolları gözlemek, takvim yapraklarının hızla kopmasını beklemektir. Gideni beklemek en ağırıdır.
Bir de gidememek vardır; geride kalmak. Bu hikâyelerdeki baskın umut ise bir gün Avrupa’ya gidebilmek, gidenin parçası olarak yaşamak.
Meselâ Zaki’nin en büyük hayali eşinin çocuklarıyla birlikte kendisini Almanya’ya götürmesi. 60 yaşına kadar bekliyor. Her geçen yıl daha yorgun ama hep umutla bekleyerek.
Ta ki kocası Almanya’dan kesin dönüş yapana kadar. Hele ki kocasının kendisini “oradaki” aşkı nedeniyle götürmediği düşüncesi onun kırılmasına yetiyor.
Düşünsene, özlem, umut, heves var ama en ağırı ihanete uğradığı düşüncesi. Nedeni ise, eşi öldükten sonra bavulundan çıkan Almanca yazılmış ve yıllarca gizlenmiş mektuplar.
‘TUTKU YABANDA ORTAYA ÇIKIYOR!’
- Evet, neredeyse tüm karakterlerin burada bir bekleyeni, oradaysa bir aşkı var. Ama gerçek ama platonik… Bunlar nasıl yaşanıyor?
Geride bıraktıklarına bir saygıları var. Onlar eşleri, çocuklarının annesi, kendileri gurbetteyken çocuklarını büyüten kıymetlileri, birkaç yılda bir geldiklerinde gördükleri hasretlileri.
Ama diğer tarafta coşkuyu, tutkuyu yaşadıkları hayat arkadaşları var. Yabanda kendilerine bütün güçleriyle zayıflıklarıyla insan hissettiren kadınlar var.
Beklenen yerde olmayan tutku, yabanda ortaya çıkıyor. Aşkı tarif edemeseler bile yaşadıkları aşk bu.
Bırakın o ülke dilini, sevginin dilini bile bilmiyorlar. Bir kadının nasıl sevileceğinden habersizler. Meselâ Kişo, son nefesinden hemen önce bile Mila’sına aşkını sayıklıyor. Onu ölürken bile mutlu etmeye çalışıyor kendince.
Seven ve güçlü bir kadının yeri geldiğinde nasıl can yakacağını öğreniyor. Aşk acısını aslında oralarda çekiyorlar. Burası gerçekleri, orası bütün zorluklarına karşın hayalleri. Yaşadıkları ikilem tam olarak bu.
‘RTÜK BİLDİĞİN GİBİ!’
- Sana RTÜK’ü sormazsam bana da gazeteci demezler! Nasıl gidiyor çalışmalar, tüm o medya takip? Âna ve gidişata ilişkin öngörülerin neler? Kısa ve/veya orta vadede sana neler yazdıracaktır meselâ?
Bu kitap benim onuncu kitabım. İlk günden beri hep bu kitabı yazmayı düşledimse de yazmamın sebebi RTÜK! Onca tartışmalı karar, baskı ve sansürcü anlayışa karşı ifade özgürlüğü mücadelesi verirken biraz olsun soluklanabilmek ve tazelenebilmek için edebiyata sığınmak istedim.
Sevgili Gamze senin asıl soruna gelirsek RTÜK bildiğin gibi. Sansür ve baskıcı anlayışı hız kesmiyor. Bu topraklarda yaşayan insanlar artık televizyonlardaki hiçbir habere inanmıyor, kurguları da gerçek zannediyor.
- Yeni tasarıların neler?
İstanbul’da Hemingway’den Agatha Christie’ye kadar pek çok ünlüyü konuk etmiş tarihi bir otelde başlayan aşkın romanını yazmak istiyorum. Buna dönük tarihi araştırmalar yapıyorum.