Hevesinden vurulmuş insanlar
Gökhan Yılmaz üçüncü öykü kitabı Hevesin Kaçış Yönü’nde (YKY), kıvrak, kırılmayan ama büküle büküle büyüyen ilişkilenmeleri dillendiriyor. Birbirine bakan aileler, bıçak kesiğiyle tutturulmuş ölümler, zamanla geçmesi beklenen yaşamlar, içeride bir kör kuyuya dönüşen günler, dışarıda kanatları akılda büyüyen bir gökyüzü, ekmek yutan ve ekmek kusan bir fırının ağzında hikâyeler... Gökhan Yılmaz ile Hevesin Kaçış Yönü üzerine söyleştik.
Mahmut Yıldırım
- Oscar Wilde, “Geçici bir heves ile ömür boyu süren tutku arasındaki tek fark, geçici hevesin biraz daha uzun ömürlü olmasıdır,” der. Bize, Hevesin Kaçış Yönü adlı öykü kitabınızdan ve sıradan insanların heveslerinden bahseder misiniz?
“Heves”i insan olmanın merkezine koyuyorum. İnsan, hevesi olandır bir anlamda. Hevesin tam olarak ne olduğunu, olmadığını da düşündüm epey. Çünkü tutku var, arzu var, istek var, rüyalarda görmek var. Heves daha şiirsel belki ama kaçması da en kolay olan. Yani işlenmeye en müsait.
Sonuç olarak “heves”i “insan”la daha yakın bir yerde konumlandırdım. Öyküler birikip bir dosyaya doğru ilerledikçe bu konumlandırma kitap ismine dönüştü. Aslında hevesi kaçmış kişilerden, hayatlardan bahsettiğim gibi var olabilmek ve kendini devam ettirebilmek için kaçması gereken bir “heves”ten de bahsettim. Yani heves, bazen kaçmakla var olur. Kaçmalıdır ki gidip başka şartlarda, başka mekânlarda veya zamanlarda anlamını bulabilsin. Dolayısıyla hevesinden vurulmuş insanların yanında hevesin kendi hikâyesi de var, diyebilirim.
- Öykülerinizin kalbini bence “çocuklar, babalar ve kadınlar” oluşturmakta. Bir yumruk olarak hayatlarını sürdüren karakterlerinizden ve eserinizi bu izlekler etrafında şekillendirmenize sebep olan durumlardan söz açalım.
Heveslerimiz, kaçışlarımız ve yönlerimiz hep babalarla, kadınlarla ve çocuklarla ilgilidir aslında. Evi, aileyi bir mecburiyet ve kaçış meselesi olarak anlamlı kılan da budur belki. İnsanlar birden dev bir yumruğa dönüşmüş olarak görebilirler başkalarını. Ve heveslerini de. Bazen hevesler de koca bir yumruktur; içinizden döver sizi. İşte kaçmak burada devreye giriyor ve burada kesişiyor insanla; çocuklarla, babalar ve kadınlarla…
- Farklı bir ses, bir çaba, bir arayış içinde olduğunuz öyküler kaleme alıyorsunuz. Dilinizin gücüne, teknik ve modern unsurlara yaslanalım. Dil hassasiyetinizi, dilin sonsuz olanaklarını konuşalım isterim.
Arayış olmadan (kaçış olmadan) kurmaca bir metin yazılabileceğine inanmıyorum. Kaçmak, kaçtığınızın yerine bir şey koymayı da beraberinde getirir. Yazarken de bir kaçış ve buluş var. Dil de bu kaçışın asli unsurlarından biri. İnsan en çok diliyle kaçar belki de. Susmak gibi, söylemek gibi, fısıldamak ve bağırmak gibi arayışların/kaçışların temelinde hep söylemin, dilin gücü var. Hayatta olanı kelimelerle ifade ederken dil ile olan ilişkinizin rengi hep devrededir, yazarlık biraz da budur herhalde: uygun dili bulmak, metne can vermek, gerekirse söze diş geçirmek…
- Diş Hediği adlı öykünüzde, “Burada herkese bir şeyler anlatacak birileri bulunur. Anlayacak kimse bulunmaz yalnız,” diyorsunuz. Hikâye anlatıcılığı sayesinde derdi olan her türdeki yazılarımızla okura düşüncelerimizi aşılamak istiyoruz. Sizce insanlara ne derece ulaşıp onları değiştirebiliyoruz?
Önce yazar olarak varız, kendi metnimizle alakalı. O yüzden önce bize oluyor ne oluyorsa. Sağlam bir öykü yazdığımıza inanıyorsak önce biz yiyoruz onun dayağını. Bu, elbette çok kıymetli. İnsanlara ne kadar ulaşıp ulaşamadığımızı ise asla net olarak bilemeyiz bence. Okur bir sırdır, gerçek anlamda hiç yoktur zira. Yazmak yalnızların işi değil miydi?
Kitabımızı çok beğenen bir okura ne kadar ulaşabildiğimiz de meçhuldür. Çünkü o kitabımızı beğenirken kendi acısını, derdini, neşesini beğenmiştir belki de. Bunu da bilemeyiz. Var olan ve kıymetli de olan okurla aramızdaki sırdır. O, kitabımızı alır ve bağrına basar veya arka raflarına iter kitaplığın. Bilinen sadece budur. Gerisini okur da bilmez, yazar da.
- Son olarak hafızanızın o geniş bahçesinde neler var? Okuma listenizdeki kitaplar, yazmak istediğiniz konular, deneyeceğiniz teknikler vs.?
Aklım karman çorman. Çıfıt çarşısı. Gün ve günün getirdikleri hafızaya ve geçmişe galebe çalmaya çalışıyor. Günü kurtarmak değil, günden kurtarmak için yazayım, iyice anlatayım istiyorum. Anlatmayı istediğim ve bunun için beklediğim hikâyeler var. İçimde bir dert olarak taşıyorum onları, parmaklarımın ucuna gelmesini bekliyorum.
Okuma listem de karışık. Bekleyen epey kitap var. Yoğunluk öykü kitapları.
Türler içinde öykü insana uygun elbiseyi giydirmenin en iyi yolu. Bu sebeple (öyle sanıyorum ki) öyküler yazmaya devam edeceğim. Teknik ve dil ise dertten, kahırdan bağımsız bir şey değil. Bakalım, derdimiz bizi nasıl bir yoldan götürecek hikâyemize?