Gerçekliği kışkırtan bir yazar!
Kurmaca ve Eleştiri (Çeviren: Murat Tanakol / Delidolu Yayınları) Ricardo Piglia’nın, edebiyat ve sinema üzerine görüşlerini yansıtmak üzere 1976-1999 yılları arasında yaptığı röportajlardan ve ders verdiği üniversitelerdeki kimi konuşmalardan derlediği bir kitabı. Faulkner’den Hemingway’e, Fitzgerald’dan, Poe’ya, Borges’den Cortàzar’a, Arlt’tan Onetti’ye yazar ve roman, hikâye, biyografi, deneme, kara polisiye, İngiliz polisiyesi gibi türler arasında dolaşarak, benzerlikleri farkları anlattığı ve bunları günlük yaşamımızdaki tanıdık gerçeklerden çıkarımlarla ortaya koyduğu bir çalışması.
Murat TanakolArjantinli yazar, edebiyat eleştirmeni ve üniversite hocası Ricardo Piglia’nın 1980’de, yayımlanan Suni Teneffüs romanı ona dünya çapında bir ün kazandırdı. Sonrasında, katmanlı romanları ve edebî görüşleriyle ülkesinin 20’inci yüzyıldaki önemli yazarları arasında sayılır oldu.
Yazarı ilk kez tanıdığım 90’larda Türkçe okuduğum romanı Suni Teneffüs zor anlaşılır ilginç tarzıyla öyle sarsıcı olmuştu ki, yazarın âdeta “bağımlısı” oldum.
Çünkü roman neredeyse her şeyi tartışıyor, okuru gerçekliği sürekli sorgulamaya kışkırtıyordu (bu fazlasıyla radikal sorgulama tarzı, benim gibi yaşını başını almış birçok insanda alışkanlıkların törpüsüyle keskinliğini kaybetmiş olsa da, yine de, 68’in meşhur Gerçekçi ol, imkânsızı iste sloganının hatırlattığı gibi, duyularımızdan yüreğimize uzanmış kablolarla çalışan bir tür otomatik makinayı harekete geçirme gücüne sahiptir).
O romanda her karakterin olayları kendi ihtiyacı doğrultusunda sorgulayıp her birinin bambaşka sonuçlara ulaşması, gerçekliğin sınırlarının hiç de sandığım kadar kesin olmadığını ilk kez o zaman göstermişti bana.
Fakat Türkçede o romandan sonrası gelmedi. Ta ki, Delidolu Yayınları Piglia’nın eserlerini istikrarlı biçimde yayımlamaya başlayana dek. 2019’da Son Okur’u, 2020’de diğer bir önemli romanı Yok Şehir’i yayımladılar.
Bu kez de Piglia’nın edebiyat ve sinema üzerine görüşlerini yansıtmak üzere 1976-1999 yılları arasında yaptığı röportajlardan ve ders verdiği üniversitelerdeki kimi konuşmalardan derlediği bu kitap Kurmaca ve Eleştiri baskıya hazırlandı. Çevirisini yapmak da ne mutlu ki bana düştü.
Kitabı okumak için elime alıp da yazı tarihlerini görünce bu denli geçmişte kalmış görüşlere kimin itibar edeceği doğrusu kafamı epey kurcalamıştı. Çünkü son otuz yılda değişim hızı önceki yirmi yüzyıldan çok daha yüksek bir dünyada kırk hatta yirmi yıl öncesine ait görüşler dâhil pek çok şey kullanım dışı kaldı.
Bugünse kitap sayesinde şunu öğrenmiş bulunuyorum: Yine de hiç birimiz arka bahçede asırlık bir küp hazine bulunca hayır demeyiz. Yayınevinin yaptığı şey işte bu: Kitapçıların ve sonra da sahafların tozlu rafları arasında yığınla kitap arasına bir “hazine” gömmek.
Piglia ilk röportajla birlikte kurmacanın ne olduğundan başlayıp kitap boyunca edebiyat ve sinemaya ilişkin görüşlerini aktarıyor.
Yazarlar (W. Faulkner, Hemingway, Fitzgerald, Edgar Allan Poe Borges, Cortàzar, Arlt, Onetti) ve türler (roman, hikâye, biyografi, deneme, kara polisiye, İngiliz polisiyesi) arasında dolaşarak, benzerlikleri farkları anlatıyor.
Üstelik bunları hepimizin günlük yaşamına yer etmiş öyle tanıdık gerçeklerden çıkarımlarla ortaya koyuyor, “hazine”nin arka bahçede gözümüzün önünde durduğunu gözümüze soka soka öyle bir ortaya saçıyor ki, doğrusu bu ya, insanın aklından yazarlığın hiç de öyle kimsenin görmediğini görmeyi gerektiren ahım şahım bir uğraş olmadığı geçiyor. Sonra, bu kadar göz önündeki şeyi ben nasıl göremedim diye hayıflanıyorsunuz.
Fakat orada Piglia bize başka bir şey gösteriyor: Yazarlığın, herkesin gördüğü şeyi başka biçimde görme mesleği olduğunu. Gerçekliğin bir görme biçimi olduğunu.
GÖRME BİÇİMİ!
O zaman, haydi bakalım en başa dönüyorsunuz. Daha ilk röportajda söylediği şeye: Gerçeklik, diyor, her zaman kurmacayla örülü hâldedir. Yani, hayat arkadaşım bana bugün ben de çok güzel bir yemek yaptım parmaklarını yiyeceksin derken “masal” mı anlatıyor? Hayır. Masalı size ben anlatıyorum.
Ona ben de dedirtirken aslında size genelde yemekleri benim yaptığımı söylemiş oluyorum (Görme biçimi dediği şey bu. Benim hayal ederek görme biçimim). Çünkü diyor, kurmaca anlatılan şey kadar söylenmeyen şeyden de oluşur (Sanki polisiye romanı tarif ediyor).
Sonra da ne yapıp ediyor lafı egemenlik ilişkilerine getirip iktidar peşinde olanların kurmaca inşasını (bunu sır, gizem, entrika arasındaki farkları anlatarak yapıyor ama onu artık kitaptan okursunuz) analiz ediyor.
Böylece iktidar ve edebiyatın aynı alanda çalıştıklarını, gerçekliği kurmaca ile örtme uğraşı verdiklerini ama ortaklığa pek yanaşmadıklarını (nasıl’ı kitapta) öğreniyoruz.
Bu didişme içinde (o gerilim diyor) sözün, söz almanın, sözü kesilmenin, sessizliğin kurmaca ihtiyacı temelinde tarih boyunca ne anlama geldiğini kavrıyoruz.
DEDEKTİF GİBİ İZ PEŞİNDE!
Metnin sonlarına doğru şunu fark ettim: Yazar kitap boyunca bizi, kurmacaya görünür biçimde veya görünmeden dâhil olmuş tüm unsurların izlerini takip etmeye yönlendiriyor. Tıpkı polisiye bir romandaki dedektif gibi iz peşinde ilerliyoruz.
Nasıl yani?, dedim, kendi kendime. Bir röportajlar kitabını polisiye bir roman gibi mi okumaya başladım?
O an Piglia’nın ilk röportajda söylediği bir şey geldi aklıma: Freud’un Rüyaların Yorumu eseri, bir bakıma Rousseau’nun İtiraflar’ı gibi kendine özgü bir serbest otobiyografi olarak da düşünülebilir.
Piglia’nın katmanlı romanları da böyle işte. Hangi niyetle okursan, o. Borges’in de dediği gibi, edebiyat, edebiyat niyetine okuduğun şeydir...
GEZEN BİR AYNA!
Piglia’nın sinemaya ilgisi de sadece orada da yazılı bir kurmaca (senaryo) oluşu değil, bir görme biçimi oluşuyla ilgili. Sinema nedir? diye soruyor Stendhal’i anarak: Gezen bir ayna... gerçekliğin yalın anlatım aracı olduğu için değil, yarattığı zahiri bir görüntüyle onu yeniden ürettiği için büyülü bir ayna...
Yirmi, otuz yıl öncenin bakışıyla teknoloji çağında gerçekliğin yeniden inşası sorununu görme biçimi olarak tartışıyor. Ama belki de artık deep fake teknolojilerinin yarattığı gerçekliğin tartışıldığı bir dünyada, şairin dediği gibi, tuttum yaratıcılığı övdüm Oza’dan söz ettim dostlarıma / birden bir kuzgun belirdi, kesti yarıda sözümü / çakmak çakmaktı gözleri ve korkunç kara / dedi kuzgun: “kim ipler be bunları! ”
Piglia’yı çevirirken, bazen hayaliyle konuşur gibi tartıştım yazdıklarıyla. Katılmadığım görüşleri var. Gördükçe, adam bazen duran saat gibi, günde sadece iki defa doğruyu gösteriyor diyordum. Ama hakkını yemeyeyim, o zaman bile, hani bir laf vardır ya, “tam on ikiyi vuruyor” diye, işte öyle vuruyor.
HEM RASYONALİST HEM DEVRİMCİ ROMANTİK!
Bu yüzden rasyonalizmi “nalıncı keseri” niyetiyle kullananların ipliğini pazara çıkaran devrimci romantizmiyle, bazen küt akıldan öteye geçemeyişi nasıl bağdaşıyor, anlamakta zorluk çektiğim oldu.
Bence rasyonalizmle devrimci romantizm arasında gidip gelen bir yazar. Fakat artık alıştım. Çünkü bu aynı zamanda onun yaşadığı toprakların hem dramı hem de destanı.
Ne tam olarak Avrupalı’laşabilen ne de o toprakların insanın içine işleyen ruhundan vazgeçebilen bir halkın dramı ve destanı.
Tıpkı Maradona’nınki gibi. Birbirine dolanmış bir hayaller ve gerçekler yumağı. Kitap belki bu yanıyla da tanıdık gelebilir.
Kurmaca ve Eleştiri / Ricardo Piglia / Çeviren: Murat Tanakol / Delidolu Yayınları / 168 s.