Gençlik edebiyatında intihar! Necdet Neydim’in yazısı...
Ergen ya da genç dediğimizde bütünüyle hemfikir olunmasa da genel olarak 14–24 yaşları arasındaki insan olarak kabul edilir. Bu yaş aralığının ilk yıllarini ergenlik olarak tanımlasak da bunun ne zaman biteceğini somut olarak belirlemek zordur. Bu kitle, hem sosyolojik hem de psikolojik açıdan homojen bir kitle değildir. 14 yaşlarından başlayıp, 18-20 yaş aralığında biter gibi görünen ergenlik dönemi, genç insanın en sorunlu ve edebiyata en fazla konu alınan dönemidir ki bu dönemi ele alan edebiyat ürünleri de özellikle - ayrı bir - değerlendirilmeyi ve sorgulanmayı hak etmektedir. Bu yazımız belki de bunu biraz daha kışkırtan bir işlev görürse mutlu oluruz.
Necdet Neydim / Cumhuriyet Kitap Eki
ELE ALINAN KİTAPLAR
Genç Werther’in Acıları (J. Wolfgang Goethe), Eroin Güncesi (Kanat Güner).
BİÇİMSEL ORTAKLIK VE OKUR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Werther mektup biçiminde Eroin Güncesi günce olarak yazılmıştır. Mektup ya da günce türünün kullanılması anlatıcının, doğrudan kahramanla özdeşleşmesine ve içeriden seslenebilmesine olanak sağlamaktadır.
Bu türler özellikle ruhsal sorunların paylaşımı açısından öncelikle kullanılan metin türleri olarak değerlendirilebilir.
Ergen ya da genç sorunlarının paylaşıldığı metinler anlatımın eklektik olması dolayısıyla (çünkü ben anlatımlı) mektup ya da günce olarak okura yansıtılır ki okur metinle iletişim kurduğunda sorun yaşamasın.
YANSITTIĞI DÖNEM VE ANLAYIŞLAR
Werther 18. yüzyıl metnidir ve döneminin tüm sosyolojik ve ahlaki değerlerini yansıtmaktadır. Goethe, bu romanı 25 yaşındayken yazmış ve kitabın piyasaya çıkmasının ardından gençler arasında intihar vakalarının artmasının yanı sıra, Werther gibi giyinme bir moda salgını olarak ortaya çıkmıştır.
Bu kıyafeti (mavi ceket, sarı pantolon) giyenlerin aynı duygulu dünyayı paylaştığını gösteren bir imge olarak kabul görmüştür.
Eroin Güncesi özellikle 80 ve 90 lı yılları anlatır ve bu dönemde aile içi ve sosyal çevre açısından yaşanan sorunları ve ahlaki çöküşleri dönemin keskin bir sorunu olan yalnızlığı ve tanımsızlığı görünür hale getirir.
Werther büyük şehirden kaçıp doğayla uyum içinde yaşayacağı küçük bir yere yerleşir. Bu onun kentleşmeden kaçışıdır ve aynı zamanda yaşanmakta olan sürece bir başkaldırısıdır.
Lotte’yi görür görmez etkilenir; ancak bir engel vardır önünde: Lotte nişanlıdır ve nişanlısına sadıktır. Bu nedenle Werther aşkını kalbine gömer. Dahası Lotte’nin nişanlısıyla tanıştığında onun çok iyi bir insan olduğunu görür ve aşk aynı zamanda Ahlaki bir hesaplaşmaya dönüşür. Bu hesaplaşma ölmeye karar vermekle sonuçlanır.
Güner ise kendini anlattığı güncesinde çocukluğunu, bu süreçteki yalnızlığını ergenliğe geçtiğinde onu kuşatan kurallar, geleneklerden oluşan değerleri, bunların yapmacıklığını ve ergenlikteki çıkmazları, hüznü ve bunların onda yarattığı tahribatı, bu tahribatın bedensel ve ruhsal çöküntülerini, sonunda yaşamla olan bağın tümden kopuşunu içeriden bir tanıklıkla ve ait olduğu alt kültür diliyle yansıtıyor.
Werther dönemsel olarak bakıldığında bütünüyle romantik dönemin çaresiz başkaldırısını yansıtan bir metin olarak duruyor karşımızda.
Döneminde kendi toplumunda ciddi tepkiler alan bu yapıt (gençleri intihara sürüklediği iddia edilerek bir dönem yasaklanmış) aslında toplumu naif biçimde sorgulaması açısından öncü bir gençlik metni olarak yazın dizgesinde yerini almıştır.
Eroin Güncesi bir alt kültür metnidir ve dili, kurgusu, değinileri, sertliği ve anlatım açısından denetimsizliğiyle “yer altı edebiyatı” kategorisinde ele alınması gerekir. Metnin, gençlik (zaman zaman ergenlik) sorunlarına içeriden değinmesi ve hesaplaşması açısından da gençlik edebiyatının bir ürünü olarak tanımlanması gerekir.
Ele alınan iki metnin yazıldığı dönemlere bakıldığında toplumsal dönüşümlerin keskin biçimde yaşandığı dönemleri yansıtmakta dönemler ayrıntısıyla metinde yer almasa da metnin kahramanının psikolojik durumu, kaygıları, tepkileri dolaylı bir tanıklık olarak ortaya çıkmaktadır.
Werther’de 18. yüzyıl yansırken Günce’de 80 Darbesi ve sonrasında ortaya çıkan tüketim toplumun yarattığı ahlaki çöküntünün bireyler üzerindeki sarsıcı etkiyi ve onların kimlik ve kişiliklerindeki parçalanmayı acımasız bir dille anlatır.
SONUÇ
Dilselleşmeyen sorunların gençlik edebiyatında kendi gerçekliği içinde yer bulması mümkün mü diye sorabiliriz.
Bu örnekler bu edebiyat alanının gelenekselliğinden kurtulduğu ve bağımsız bir alan olarak tartışıldığı anlamına da gelmiyor yazık ki.
Günümüz gerçeğine baktığımızda çocukların hangi yaşta olurlarsa olsunlar ebeveynlerin ve sistemin nesnesi olduğunu görüyoruz ve bu edebiyata çok net yansımıyor.
Ebeveynler, gelişmekte olan bir toplum yapısında -süreç içinde doğal görünen ama aşılması gereken - çocukları üzerinden gerçekleştirdikleri narsisizmlerinden vazgeçmiyor. Eğitim sistemi ise bu sorunu görmezden geliyor.
Ergen intiharında, ebevenynlerden başlayarak, toplum, kendisini o denli masum sayıyor ki… Tüm suç ergene yükleniyor ve yasaklar başlıyor. Oysa hiçbir kesim bu konuda masum değil.