Fournier’den bir kadavranın hatıra defteri!

Kitaplarında ailesine ve sonra da eşinin hikâyesine yer veren, hatıralarını roman ve anlatı biçiminde okurla paylaşan Jean-Louis Fournier, Son Beyaz Saçım’ın ardından Otopsim’le bu yoldan ilerlemeyi sürdürüyor. Yazar bu kez kendisinden “kayıtsız” ve “heyecanlı” bir ölü gibi bahsederken benliğini bir kadavra hâline getirip otopsisine tanık oluyor. Gövdesini bilime takdim eden, kendisini “kum saatinde zaman geçirirken gören” ve bunu yeniden ışığa kavuşma fırsatı diye niteleyen bir cesetle karşı karşıyayız. Otopsim, bir kadavranın hatıra defteri; yaşadıklarının hikâyeleştirilmiş Z Raporu. Fournier, kendisini zihni canlı kalan bir ölü gibi düşünüp seslendiği okura ve tıp öğrencisi Égoïne’e yaşamından kesitler sunuyor.

Kaan Egemen

Edebiyatta her şey mümkün; tamamen kurguya dayalı bir metin kotarabilirsiniz ya da onun içine hayatınızdan parçalar koyabilirsiniz. Yaşamda hiç olmayacak şeyleri ana unsur hâline getirebilirsiniz veya yaşamınızı baştan aşağı satırlara dökebilirsiniz. Bunlara fantastik öğeler veya dramatik anlar da katabilirsiniz.

Kitaplarında ailesine ve sonra da eşinin hikâyesine yer veren, hatıralarını roman ve anlatı biçiminde okurla paylaşan Jean-Louis Fournier, Son Beyaz Saçım’ın ardından Otopsim’le bu yoldan ilerlemeyi sürdürüyor. Yazar bu kez kendisinden bir ölü gibi bahsederken benliğini bir kadavra hâline getirip otopsisine tanık oluyor.

“ÖLÜM HİKÂYESİ”

Otopsim, Fournier’nin kendisini “kayıtsız” ve “heyecanlı” bir ölüye benzettiği, hatta öyle kabul ettiği bir kitap. Roman deseniz değil, anlatıya çalan ve denemeyi andıran bir metin.

Öğrencilerin ve onlara rehberlik eden profesörlerin elleri gövdesinde gezinen yazar, onlarla birlikte kendisini keşfettiğini düşünüyor. Buna, hiçbir şey saklayamayacak durumda olmayı hayal etme de diyebiliriz:

“Hayatımı fıkralar anlatıp kıvırtmacalarla durumu kurtararak ve soytarı kılığına bürünerek geçiren, her şeyi içinde saklayan ben, bu defa hiçbir şeyi saklayamayacağım. Bir otopsi bir striptizden de beter.”

Gövdesini bilime takdim eden, kendisini “kum saatinde zaman geçirirken gören” ve bunu yeniden ışığa kavuşma fırsatı diye niteleyen bir cesetle karşı karşıyayız. Daha çok ondan bir şeyler öğrenecek gençler için geçerli bu. Fournier de gençlerden bir şeyler öğreneceğini düşünüyor.

Yazarın bahsettiği sessiz bir öğrenme; masada sere serpe yatanın konuşamayacağı, karşısındakinin ise işitemeyeceği bir paylaşım: Orada özgeçmiş, kitaplar ve kelimeler yok. Keskin bir ışık, sivri uçlu metaller ve “ölüm öyküsü” (curriculum motris) söz konusu, bir de hareketsiz gövdede kilitli kalan anılar var. Bedene dokunan öğrenci bunları hissedebilirse ne âlâ:

“Tıpkı birkaç eski taş parçasıyla geçmişin yapılarını yeniden kuran arkeologlar gibi o da benden kalan parçalarla bütünü yeniden kurgulayabilecek. Mikroskopla inceleyeceği kemiklerim, saçlarım, hücrelerim ona benim hikâyemi anlatacak…”

Kimi zaman çocukça muziplikler kimi zaman kaybedilmiş eşe dair nostaljik cümleler barındıran o hikâyeyi Fournier’den dinliyoruz: İsa’yla arkadaş olan ama bunu fazla ileri götürmeyen, annesine şakalar yapan, önüne geleni güldürmeye çalışırken kendisi derinlere dalan, günaha çağrıların günden güne büyüdüğünü hisseden ve hayatını sıkıcı olmamak için çalışmakla geçiren bir yazarın öyküsü bu.

Öğrencinin gövdenin belli bölümlerine teması bir hatırayı tetikliyor; eller, bacaklar, gözler vd. Fournier’ye bir şeyler çağrıştırıyor: Ortak hareket etmeye başlayan gövde ile zihin, birbirine yeniden sinyal gönderiyor. Bu, tıpkı öğrencinin kadavrayla kurduğu ilişki gibi.

SAÇMALIKLARDAN PARA KAZANMAK

Fournier’nin anlattığı ölüm hikâyesi, içinde hayattan epey parça barındırıyor. Dolayısıyla ikisi arasındaki sınır çizgisi çok ince ve tam üzerinde hatıralar bulunurken ameliyathanenin tavan lambasından gelen güçlü ışık onları aydınlatıyor,

Fournier de ışıktan yararlanıp kendisini inceleyen öğrenciyi çözümlüyor:

“Elleri avının üstündeki atmacalar gibi etrafımda dört dönüyor. Bana ne yaparsa yapsın, ister kessin, biçsin, çizip yarsın, parçalara ayırsın, derimden parça alsın, derimi yüzsün, içimi boşaltsın, kısaltsın, didik didik etsin... Égoïne’in hareketleri inanılmaz zarafette.”

“Ölüm hikâyesi”, Fournier’nin hayal gücünü zorlayarak kotardığı bir metin. İçinde adı konmamış bir aşk da bulunuyor hayal kurmayı neredeyse sonlandırıp onu yaşamaya mecbur bırakacak ifadeler de…

Gövdesiyle ilgilenen öğrenci, görmediğini sansa da Fournier onun bütün hareketlerinin farkında. Hatta en ufak mimik ve jestten geç kızın ruh hâlini çözümleyebilecek kadar iyi bir gözlemci bu kadavra:

Yaşarken kendisini bu kadar etraflıca incelememişken düştüğü boşluktan olsa gerek küçücük bir ayrıntıyla bile ilgileniyor:

“Var olmak için daima başkalarına ihtiyaç duydum. Kişilik bölünmesinden rahatsızdım. Kendimi kendi içimde, artık tanımaz olduğum bir bende kaybolmuş buluyordum. Bedenim artık bana ait olmaktan çıkmış gibiydi. Çok kısa sürüyordu, dehşet verici biçimde nahoş bir histi.”

Fournier, sözcüklerin ve hayal gücünün olanaklarından yararlanarak okuru, bazen fantastik bazen de masalsı yanı ağır basan rüyalara benzer anların içine atıveriyor. Daha doğrusu bunların büyük bir bölümü, üzerinden uzun zaman geçtikten sonra düş izlenimi veren yaşanmışlıklar.

Yazar bu hatıraları, zaman zaman çektiği ya da prodüksiyonunda görev aldığı filmlere de benzetirken bir sahnede yani yaşamının bir ânında, taşkın, aşırı, haddini bilmez, ayrıksı, öfkeli ve fevri yılların ardından yaşlılıktan memnun olduğunu ve morukluğun tadını çıkardığını belirtiyor.

Sonra yine küçük bir anekdot geliyor: “Küçükken sınıfta söylediğim saçmalıklar için cezalandırıldım, büyüyüp de bunları yazdığımda para kazanacaktım.”

Vakti zamanında dünyanın merkezinde ve filmin başrol oyuncusu olduğunu sanıp çocukça şeyler yapan Fournier, sonra kenara ittiği ya da tepeden baktığı dünyayı yorumluyor.

Genel toplama bakınca Fournier’nin Otopsim’de, bir ölü için her şeyin durduğu ama onunla yüz yüze gelenlerin hâlâ zamanla yarıştığı anlara dair öngörülerde bulunduğunu görüyoruz. Yazar, kadavraya dönüştürdüğü bedeni aracılığıyla sınırda gezinip öğrenme ve keşfin sonlanmayacağını anlatmaya çabalıyor.

Otopsim, bir kadavranın hatıra defteri; yaşadıklarının hikâyeleştirilmiş Z Raporu. Fournier, kendisini zihni canlı kalan bir ölü gibi düşünüp seslendiği okura ve tıp öğrencisi Égoïne’e yaşamından kesitler sunuyor.

Otopsim / Jean-Louis Fournier / Çeviren: Aysel Bora / Yapı Kredi Yayınları / 126 s.