Ekip ruhu denilen o büyülü gerçeklik! Zeynep Oral’ın yazısı...

Başarılı çevirmen, yazar, yayıncı Deniz Yüce Başarır, ismini Kent Oyuncuları topluluğunun kurucu ekibinde yer alan babası usta sanatçı Kâmran Yüce’nin ‘Gölge’ adlı şiirinin bir dizesinden alan ‘Perde Kapanmasa Görecektiniz’ (İBB Yayınları) kitabında, usta oyuncuların yanı sıra gişe memurundan dekoratöre, ışık tasarımcısından yer göstericiye Harbiye’deki sahneden geçen pek çok isimden anılar sunuyor. Kişisel tarihinden anılar da paylaşan Başarır, Kent Oyuncuları’nı arşivler, belgeler, fotoğraflarla olduğu kadar gözlemci bir kız çocuğunun duygularıyla da ortaya koyuyor.

Zeynep Oral

Fotoğraf: VEDAT ARIK

“Ben oyuncuyum eski Yunan’dan beri…/ Şimdi adım değişti, biraz serseri./ Sizi güldürmek ödevim./ Zaman zaman ağlatmak.

Eğer isterseniz, takla atmak/ Acılarım yok, size sattım./ Perde kapanmasa görecektiniz,

Az daha ağlayacaktım/ Rüyalarım alkışlarınızla dolu./ Küçük görmenizle günüm./ Söylesem anlar mısınız?

Çok üzgünüm/ Beğendiğiniz zaman, sevincim sonsuz.

Evinize dönünce beni unutursunuz/ Ben palyaçoyum! Kralım!/ Hamletim!/ Ben sizinle başladım./ Sizinle varım!/ Ben söyleyemediklerinizim…/ Düşündükleriniz…

Desem inanmayacaksınız/ Ben gölgeniz.”

‘Gölge’ / 1954 / Kâmran Yüce

TİYATROYLA BÜYÜDÜ

Küçücük bir kız çocuğu… İki oda bir salon evde, salonun ortasındaki sehpanın etrafında, bir şeyler mırıldanarak dönüp duran babasını izliyor gizlice... Sehpadaki dosyada yeni oyun var. Anne, “Deniz, doğru odana, baban yeni rolünü çalışıyor” demese hep seyredebilir hayran olduğu babasını.

O daha 2 yaşındayken Harbiye’nin göbeğinde açılan Kent Tiyatrosu’nun açılış oyunu “Hamlet”i seyretmiş annesinin kucağında… Çocukluğu o büyülü mekânın kulisinde Yıldız Teyze’nin, Müşfik ve Şükran Amcaların arasında geçmiş… Kulisteki odalarda aynalar arasında, makyaj malzemeleri arasında oynamış durmuş…

Bebeklikten beri yaz tatili diye, tiyatro topluluğuyla çıkılan turneleri bilmiş. Tepesi dekor parçaları dolu bir otobüsle hep beraber yola koyulmak; otel odalarında konaklama, derme çatma sahnelerde, yazlık sinemalarda oyunlar ve Anadolu’nun engebeli yolları…

Küçük kız çocuğu bunlarla ve bunlar çevresine gelişen bir dünyada büyüdü. En çok, babasına duyduğu aşkla, özlemle, hasretle büyüdü. Babası, tiyatromuzun ustalarından Kâmran Yüce. Küçük kızın adı Deniz Yüce. Büyüdü ve başarılı bir çevirmen, yazar, yayıncı, program yapımcısı oldu. Ve günün birinde babasının arşivinden yola çıkarak bu kitabı yazdı. Başardı da! Kitabın adı Perde Kapanmasa Görecektiniz (İBB Yayınları).

SADECE TİYATRO KİTABI DEĞİL

Mesleğim gereği Kent Oyuncuları’nı kuruldukları yıldan beri çok yakından izlemiş olanlardan biriyim. Taa en, ama en başından beri Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Şükran Güngör ve Kâmran Yüce dörtlüsünün serüvenlerinin tanığıyım. Haklarında neredeyse bilmediğim bir şey yok bile diyebilirim.

Yine de bir aydır koca kitap (sadece duygu ve bilgi birikimi açısından değil, formatıyla, fotoğraflarıyla da kocaman kitap) elimden kucağımdan düşmüyor. Neden mi?

Anlatılanların içtenliğinden, sahiciliğinden… Anlatma biçiminin inceliğinden … Öykünün de, anlatımın da egodan arınmış olmasından…

Bir yandan çok iyi bildiğim bir serüvenin ayrıntıları arasında dolaşırken, unuttuklarımı anımsarken, anımsadıklarımı değerlendirirken, yorumlarken, bir yandan da ilişkiler labirentinin derinliklerinde yol aldım.

Kitabın alt başlığı “Kamuran Yüce’nin arşivinden Kent Oyuncular’nın Kuruluş Hikayesi: 1959-1986”

Arşivlerden hareketle ve araştırma sonucu yazılmış da olsa, o küçük kızın gözlemlerinden, anımsadıklarından, duygularından, birikimlerinden süzülenlerin araya girmesi, kitaba müthiş bir sıcaklık katıyor.

Örneğin, evde gül gibi bir kadın, dünya tatlısı bir kızı varken, babasının her akşam sahnede hem çok güzel hem çok yetenekli bir kadına, Meral Taygun’a Çehov’un “Üç Kızkardeş” oyununda “Karım” demesini nasıl hazmetsin o küçük çocuk… Çok kıskandı! Bunun gibi nice örnek… Neyse ki zamanla öğrenecekti hayatla sahnenin farkını.

DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN

Kitap sayfaları boyunca “Tiyatroda ekip olmanın önemi” vurgulanıyor. Sadece tiyatroda değil, yaptığımız her işte “ben” değil, “biz” olma duygusuna sarılış …

Ekip bilinci hep ön planda. Sadece o ilk dörtlünün değil, gişedeki Tuna Abla’dan, tiyatronun ilk müdürü Nejat Girgin’e, o tiyatroya emek veren herkese yer açılmış bu anlatıda.

1951’de Muhsin Ertuğrul’un Küçük Sahne’yi kurma girişimiyle başlıyor genç şair Kâmran Yüce’nin tiyatro tutkusu… Ve bir daha hiç ama hiç dinmiyor.

Yıldız, Müşfik, Şükran ve Kâmran… Küçük Sahne…Karaca Tiyatrosu… Site Tiyatrosu… Ve isimleri değişmemek üzere 1961-62 mevsiminde “KENT Oyuncuları”. İsim babası Lütfi Akad!

O gün bugün kimler gelip, kimler geçiyor o topluluktan. Bugün hayatta olanlar anlattıklarıyla kitaba katkıda bulunuyor. Haldun Dormen, Genco Erkal, Göksel Kortay, Sema Özcan (Sarper), Salih Sarıkaya, Güler Ökten, Candan ve Uğur Say, Gül Onat, Mehmet Birkiye ve Mustafa Alabora…

Kitabın sayfalarını çevirdikçe o gün bu gün, değişen ve değişmeyenler bir bir çıkıyor ortaya… Ekonomik mücadele, mali zorluklar, olanaksızlık, yokluk, yoksunluk, olağanüstü çaba… Tiyatroyu ayakta tutabilme çabası… Hangi oyun? Ya tutmazsa? Gişe ne durumda? Dinmeyen coşku, dostluk, dayanışma, azim… Ama aynı zamanda tartışmalar, kırgınlıklar, kuşkular…

EN BÜYÜK KIRILMA

Ah! Kimi zaman “Biz olmak” ne kadar zor!” Yıl 1975. Tiyatrodan 4 demirbaş sanatçı çıkarılıyor. Kâmran Yüce, Güler Ökten, Uğur Say ve Candan İsen.

“Alın teriyle, heyecanıyla var ettiği, bir parçası hissettiği tiyatrosundan kovulmuştu. Babam patron değildi ama oraya aitti. Kovulduktan sonra şaşkındı, kırgındı…” O kadar kırgındı ki tiyatrolardan gelen hiçbir teklifi kabul etmeyecekti.

Yazar o sırada 9 yaşındaydı. Ve tiyatrosundan ayrı kaldığında ne denli üzüldüğünü anımsıyor. Olayı anlatırken “resmen kovuldum” dermiş… (O bölümleri okurken sık sık Milliyet Sanat Dergisi’nden kovuluşumu anımsadım elbet. Bu arada belirteyim, kitapta benim sanat dergimden bol bol alıntı olması çok hoşuma gitti!)

Neyse ki ayrılık kısa sürüyor. 1980’de yeniden tiyatrosuna dönüş…

Bir araya gelen o muhteşem kahramanları ve babasını yaşattığı; işine inanan, onun uğruna çok şeyi göze alan insanları o coşkuyu paylaştığı; adanmışlığı, sevgiyi saygıyı, azmi anımsattığı; dünü bugüne taşıdığı, yarına umut verdiği için teşekkürler Deniz Yüce Başarır’a. Evet, Ekrem İmamoğlu sözünü tuttu. Orası tiyatro olarak kalacak!