Edebiyat ve eleştiri! M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Edebiyat eleştirisiz düşünülebilir mi? Bu başlık eskiden yazın dergileri için vazgeçilmezdi. Bugünse eleştirisiz bir edebiyatla karşı karşıyayız neredeyse. Bunun yıkımını da başta yazın ve okur-yazar çekiyor.

M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap Eki

Yazar yapıtıyla bir yaratı haritası bırakır okura, çekilir. “Yazar” diye biri yoktur artık ortada. Okur, elindeki haritadan kalkarak oyunsu hazla gömü arama sürecine girer. Eleştiri, bu yanıyla yapıta dönük eşeleme anlamında farklı gedik, eşik, geçenek, kanal, dehliz, mağara vb. benzeri sonsuz arayışlar logaritması bağlamında alınabilir pekâlâ.

Ne ki edebiyatın içinden “yazınsal eleştiri”ye emek veren kalemler, geçen yıllarla kıyıya çekildi hep. Eleştiri, görece “akademik yazın (edebiyat) eleştirisi” saflarında kaldı. “Yazınsal (edebi) eleştiri”ye ne oldu peki? Bunları Selim İleri’nin o müthiş kitabını okurken düşündüm hep.

SELİM İLERİ’YLE ELEŞTİRİ DORUĞU

Selim İleri, kurmacanın sınırlarını genişleten, kullandığı belge verilerini başarıyla kurmaca gerecine dönüştürüp alanında örnek gösterilebilecek bir “yazınsal eleştiri” doruğu kazandırıyor yazınımıza: Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun (Everest, 2020). Bu yapıtla tek bir roman yazıyor değil o. Bana göre birkaç roman sarmal halde boy gösteriyor yapıtta.

Önde kült biçimde, Ahmet Hamdi Tanpınar’a dayalı anlatı gövdesi ağır kıvamlı, ancak olağanüstü derinlikte roman kurgusuyla akıyor, tamam. Ama anlatılan, Tanpınar olan Ahmet Hamdi değil de Selim’in etlendirip canlandırdığı, ruh üflediği, sonuçta yarattığı bir Ahmet Hamdi karakteri.

Nasıl mı? “Kendi”sini takip eden, zaman zaman onun içine girip “o” olan, ama zaman zaman da dışına çıkıp “kendi”nin yarattığı roman kişisi olarak hınzırca “o”na bakan bir roman karakteri. Âdeta Matruşka bebek benzeri birbirinden çıkan halkalar halinde Ahmet Hamdiler diyebiliriz onun için.

Bu kadar da değil. Ahmet Hamdi, üzerinde yaşadığı dönemin topografyası içinde toplumsal-kültürel dokunun öznel eleştirisine dönük nirengi oluştururken yanı sıra onun kendi öykü-roman kişilerinden kalkarak ayrı bir halkada psikolojik varlık olarak çatıştığı ya da uyuştuğu değerler dizgesiyle de bağlam kuruyor Selim.

Öte yandan bunlara, Selim İleri konumuyla Ahmet Hamdi’yi ilk kez duyup sonradan sonraya tanıdığı, okumaları eşliğinde anlatı evrenini, kişilerini yeni baştan yerine oturtup bizi buluşturduğu bir Tanpınar portresi ekliyor. Böylece içtenlikli bir Selim İleri karakteri çıkarmayı da ihmal etmiyor.

Bütün zamanlarında sanatın kendisini anlatı sorunsalı, sanatçıyı anlatı karakteri olarak az işlemedi Selim, ancak son on yıldır verimlediği yapıtlarda buna çok daha derin, köklü biçimde yanaşıyor görebildiğimce.

Bu çerçevede Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun, “kendilik kültürü”nü de içine alıp yazınsal eleştiri örneği roman anlamında doruk yapıta dönüşüyor. Keşke herkes okuyabilse. Ama her yazar ne yapıp edip mutlaka okumalı romanı.

FOCAULT’TAN KALAN; ELEŞTİRİDE “KENDİLİK”

Michel Foucault’nun 1978-83’te verdiği iki konferans, başlıklarıyla kitap olarak önümüzde: Eleştiri Nedir? Kendilik Kültürü (Çev.: Murat Erşen, Ayrıntı, 2020).

Michel’in yaklaşımıyla yapıta, Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” sorusuyla giriyoruz. “Eleştiride erdeme benzer bir şey vardır,” diyor yazar. Zaten “eleştiri iradi köle olmama sanatı”dır. O halde eleştirinin, “esas itibariyle işlevi, tek kelimeyle hakikatin politikası diye adlandırılabilecek şeyin oyunu içinde tâbiyetten kurtulmadır.”

Çünkü “eleştiri kendinden başka bir şeyle ilişki içinde var olur ancak. Bilmeyeceği ve olmayacağı bir gelecek ya da hakikat için bir araç, bir vasıtadır, polislik yapmak istediği ama yasa yapma kudretinin olmadığı bir alanda gözetmenliktir. Tüm bunlar, felsefeyi, bilimi, siyaseti, ahlakı, hukuku, edebiyatı vs. pozitif olarak oluşturulan şeye altgüdümlü bir işlev yapar.” (34, 39)

Foucault’nun diliyle, “hakikati düşünce yoluyla arayan, yükümlülükleri, yasaları, zorlamaları düşünce yoluyla kabul ya da reddeden ve kendi kendimizle ve başkalarıyla düşünce yoluyla ilişkilenen varlıklar” bağlamında, “kendi kendisiyle meşgul olmak” anlamında, “kendimizi dert etmemiz / kendimiz için kaygılanmamız” da önümüze gelecektir. (79, 80)

“Kendilik kaygısı”, ayrıca “eleştirel bir işlev”e, “bir de mücadele işlevine sahiptir.” Michel, “yazı yoluyla kendiyle kurulan ilişki” üzerinde de duruyor böylece. (87, 90)

Selim’i, Michel’le okumak doğrusu alabildiğine sarıyor insanı.

DEVECİOĞLU’NDAN “ARKASI MUTLAKA GELİR”

Ayşegül Devecioğlu, Arkası Mutlaka Gelir (Metis, 2020) adlı öykü kitabında, öykülerindeki yazarları da araya katıp bu sanatın gerekirliklerine halel getirmeden eleştirmen tutumu sergiliyor. Söz gelimi “Görme Biçimleri” adlı öyküsü, çok bilinen, okunup sevilen bir John Berger metnine dayanıyor, üstelik aynı başlıkla. Öyküyü, alıntı da paylaşıp yapılandırıyor zaten yazar.

Yalnız bu öykü değil bütün öyküler yazar tarafından “öyküsel eleştiri” ya da “eleştirel öykü” bağlamında kuruluyor. Ama Ayşegül’ün, öyküyü, söz konusu eleştiriyi ortaya koymak amacıyla ürettiğini düşünmek zor, çünkü gereksinirlikleri karşılanmış halde geliyor metin. Ama biz bunları öykü olarak okuyoruz, yazar öyküden kalkarak üretilmesi gereken eleştiriyi bize doğurtuyor.

Hüner de böyle çıkıyor ortaya: önce “kendi”nin eleştirisini yapmak, sonrasında yazından kalkarak eleştiri ortaya koyabilmek bunu okurla paylaşmak.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.