Denemenin tadı!
Edebiyat bilimci, yazar Çiğdem Ülker, deneme türünün o tanımlanması zor lezzetini tattırdığı yeni kitabı Buluşmalar’da (Remzi Kitabevi / 222 s.), “…insanlar unutuyor, ama kaleler, kubbeler, kuleler, köprüler, kentler unutmuyor geçip giden zamanı. Sadece orada açılıyor zamanın kapıları….” (s. 82) derken hem doğru bir saptama yapıyor hem önceki bir yapıtına göndermede bulunuyor.
Erendiz AtasüTARİHİ KENTLER VE KİTAPLAR EŞLİĞİNDE BİR YOLCULUK
“Deneme’’ bir buluşmadır, nesnellikle öznelliğin, bilgi ile yaratıcılığın, düşünce ile hatıranın ve esinlenmenin buluştuğu bir edebi tür. Geçip giden zaman, bütün edebiyat türlerinde olduğu gibi denemede de yankılanır. Zamanın gücüne kim karşı koyabilmiş ki, sözden ve yazıdan, bir de tarihi kent dokularından öte…
Tarihi kentlerin yıprak dokusu kadar, kişiyi anında geçmişe taşıyan ve aynı anda ona zamanın yıkıcı akışını hissettirebilen çok az şey vardır. İşte, bir anlamda dile, sözcüklere, edebiyatın gücüne bir güzelleme olan yeni kitabı Buluşmalar’da da (Remzi Kitabevi) Çiğdem Ülker, gezip gördüğü yerlere özellikle tarihi kentlere ve okuduğu kitaplara ilişkin izlenimlerini paylaşıyor.
Gezdiği yerler neresi mi? Kimi kez Türkiye’mizin kentleri, coğrafi bölgeleri, bazen Kıbrıs gibi yakın coğrafyalardaki, kimi kez de Çin, Hindistan, Küba gibi “ha deyince” gidilemeyecek yerlerdeki tarih kokan kentler.
Kentlerdeki çeşitliliğin bir benzerini yazarımızın seçtiği kitaplarda da görüyoruz, klasik yapıtlardan, postmodern örneklere, Shakespeare’den Murakami’ye, Ferit Edgü’den Ülkü Günay’a kadar çeşit çeşit yazar sayfalarının konuğu oluyor.
“Edebiyat eleştirisi hayranlıktan doğar” der, 20. yüzyılın büyük edebiyat eleştirmenlerinden George Steiner. Gerçekten de, edebi yapıtın kurgusunu, biçemini saptarken nesnel bilgiye ve rasyonel bakışa ihtiyaç duyarsa da eleştirmen, yapıtın derin anlamını, o anlam ile biçim ve biçem arasındaki bağı çözebilmek içinse “gönül gözünü” gereksinir.
Çiğdem Ülker işte gönül gözüyle bakmaktadır, konu ettiği bütün yapıtlara; bir edebiyat bilimci olarak onların ana kurgularını ve çizgilerini irdeler, örneği Ayfer Tunç’un Osman’ında olduğu gibi. (s.121-26)
Ancak temel amacı eleştiridense deneme yazmaktır, o nedenle yazısına yaşadığımız hayatın rengini, kokusunu, izlenimlerini katar, söz konusu yapıtlar filme alınmışsa, o filmlere de değinir ve böylece yazı, konu aldığı yapıtı okumamışlar, kente gitmemişler için de ilginç hale geçer.
GÜNCEL HAYATIN TA KENDİSİ!
Fiilen yaşadığımız güncel hayatın ta kendisi durur Ülker’in satırlarında:
Küresel kapitalizm saldırmaktadır her yerde (s.103). Ne kültürü ne tarihi, ne insanları önemser o. Sadece yer ve yutar; yıktıklarının yerine para tapıncının mabetlerini diker, kumarhaneler, oteller ve AVM’ler (s.104)…
Karadeniz komşumuz Gürcistan’ın Batum’unda özgün kültürel doku bırakmazken, bir anlamda “zamanın kapılarını kapatırken”, neoliberalizm denen afet, bizim Karadeniz’imizin ise doğasını mahvetmektedir.
Yerli neoliberalizm dünya cenneti Uzungöl’ün çevresini “döküntü cenneti” (s. 111) haline getirmiş, denizden zapt edebileceğini hayal ettiği sahada hava alanı inşa edebileceğini sanmaktadır!
EDEBİYATA SIĞINIYORUZ!
Hayatın çirkinliğinden edebiyata mı sığınıyoruz, biz edebiyatçılar? Biraz öyle ama sadece o kadar değil. Bugün, Arjantin’in başkenti Buenos Aires’i zamana dayanamayıp yıkılıp gitmiş diktatörlerin adlarıyla değil de Borges’in, Manguel’in adlarıyla anıyorsak (s.57), “söz”de gerçekten bir hikmet var, demektir!
Çiğdem Ülker’in, hem zamanın hem de zamanın yıkıcılığının tanığı olarak hala yükselen Çin Seddi’nin önünde, zamanı gerçekten aşabilen tek şeyin “kelimelerimiz” olduğunu düşünmesi (s.16) boşuna değil.
Duvarlar da konuşur bizimle, ama duvarları anlatan söz, sanatın dokunuşuyla kanatlanmışsa eğer, asıl o söz konuşur, işte. Zaman geçerken geçmeyeni, durup dururken çürüyeni, benzeşmeyenlerin arasındaki benzerliği (s.91), ateşin yakıcılığından, suyun yutuculuğundan, toprağın örtücülüğünden (s.16) etkilenmeyen söz anlatır bize.
Çiğdem Ülker’in sözleri, kitaplardan, kentlerden, filmlerden, kocaman bir pencere inşa etmiş okurları için; hayatın geniş ufkuna o pencereden bakabilelim diye.