Atilla Dorsay: ‘Irkçılık toplumda artık karşılık bulmuyor!’

Atillâ Dorsay’ın yeni kitabı Irkçılığı Gördüm Tanıyorum Varlık etiketiyle raflardaki yerini aldı. Dorsay, 1988 - 2021 yılları arasında çeşitli gazete ve internet sitelerinde yayınlanan köşe yazılarından derlediği kitabında, tarihten günümüze insanlığın en büyük yaralarından birine odaklanıyor ve tanıklıklarını paylaşıyor.

Emrah Kolukısa

Fotoğraflar: KURTULUŞ ARI

Türkiye’de film eleştirisinin mihenk taşlarından Atillâ Dorsay bu alanda dünyanın en üretken kalemlerinden biri de aynı zamanda. Dorsay sayıları 50’yi aşan kitaplarının en yenisi olan Irkçılığı Gördüm Tanıyorum’da (Varlık Yayınları) ırkçılık temalı yazılarını derliyor.

1988 - 2021 yılları arasında çeşitli gazete ve internet sitelerinde yayınlanan bu yazılar bir yandan geride bıraktığımız 30 küsur yıla dair önemli tanıklıklar içeriyor bir yandan da Atillâ Dorsay’ın çok yönlü aydın kişiliğinden süzülen görüşlerini okurla buluşturuyor.

‘GÜNÜMÜZÜN EN KORKUNÇ OLAYI GÖÇMEN AKIMI!’

- Sizin bu konularda ne kadar duyarlı olduğunuzu elbette biliyoruz; ama yine de yeni kitabınızı tamamen bu konuya ayırmanız biraz sürpriz oldu tabii. Neden gerek duydunuz buna?

Gerek duymanın ötesinde, ırkçılığın tüm dünyada yatışmak yerine giderek gemi azıya alması; kendilerini en büyük, en gelişmiş, en çağdaş sanan ve sayan toplumlarda bile, bir büyük insanlık günahı olarak (en azından ben bunun böyle olduğunu düşünüyorum) gittikçe çığ gibi büyümesi…

Bırakınız ABD gibi bir dev ülkede başlangıcından beri yaşanmış Kızılderili kıyımını, siyahi düşmanlığını, bir dönemdeki Yahudi karşıtlığını, komşu Latin ırklara nefretini az mı gözlemledik?, Hâlâ da gözlemliyoruz.

Hele ikinci savaştaki o iğrenç Nazi kıyımı ve 6 milyon insanın toplama kamplarında öldürülmesi bile sanki insanlığa bu konuda gereken uyarıyı yapmış gözükmüyor. Ve kimi ‘çağdaş’ toplumlar, o dönemde buna karşı savaşmış olsalar bile, günümüzde bu suça katılıyorlar.

Özellikle modern Avrupa’da Fransa’dan Macaristan’a, Avusturya’dan Çekya’ya kimi ülkelerin yeni yönetimleri bu günaha dört elle sarılıyorlar.

Günümüzün belki en korkunç olayı olan göçmen akımı denen şey, tarihin akışı içinde önlenemiyor ve buna karşı hemen her ülke vahşice davranıyor.

Üzerinde hep düşündüğüm ve etkilendiğim bu konularda hep yazmışım fırsat buldukça… Ben bile bu yazıların çokluğunu ve önemini unutmuştum. Ama anılarımı yazdığım şu günlerde fark edince, bunları ayrı bir kitapta toplamayı seçtim. Ve sanırım iyi yaptım. Umarım bu kitapçığın bu konuda küçük bir misyonu olur.

Bu arada yeri gelmişken kitabımın önsözünü kaleme alan, bana bu onuru bahşeden Oya Baydar’ı da anmak isterim. T24’den komşum, ele aldığım konuları ve temaları en iyi savunan yazarların başında gelir. Ondan çok esinlendim, ona çok şey borçluyum. Sağolsun, varolsun. Ve o güzel yazıları hep sürdürsün...

‘ZİHNİYET VE İKTİDAR DEĞİŞİMLERİ ŞART!’

- Irkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme... Bunlar ne yazık ki her dönemde yaşadığımız meseleler. Sizce gün geçtikçe kötüleşiyor muyuz, yoksa iyiye mi gidiyoruz?

Ben bu konuda hep çok hassas oldum. Nedenleri kitapta anlatılıyor. Hele günümüz Türkiye’sinde ülkemizin duçar olduğu yabancı akımı, gelip kaba milliyetçilikle, yani aslında güzel ve gerekli bir duygu olan milliyetçiliğin en aşırı, en vahşi haliyle çarpışınca... Biz de bu acılı manzaralara tanık olmaya başladık.

Oysa Osmanlı’da çok milletli bir toplumu başarıyla yürütmüş, sonraları ise Orta-Doğu’da lider olmuş bir ülkede, bu sorunlar daha akılcı biçimde belli ölçüde çözümlenebilirdi.

Bunca ırkı bir arada yaşatmayı başarmış bir ülke, bugün olduğu gibi Kürtler’den, Alevi’lerden, Arap’lardan, Doğu halklarından olduğu gibi diyelim Yunan’dan da aynı derecede nefret eden bir ülke haline gelmeyebilirdi.

Birçok olayda kimi aşırı milliyetçi görüşler ve onları destekleyen siyasal partilerin büyük dahli var, sorumluluğu var. Bunları böylesine acı biçimde yaşamayabilirdik.

Bundan sonra bu konularda daha iyiye gitmek? Elbette mümkün. Ama ciddi zihniyet değişimlerine ve bunları getirecek iktidar değişikliklerine ihtiyacımız var.

‘BİLİNÇLİ IRKSAL YAKLAŞIM YENİ SİNEMAYLA DOĞDU!’

- Sinemamızın bu konuları hakkıyla ele aldığını düşünüyor musunuz?

Yeşilçam’da böylesine bir çaba yoktu. Ama şu vardı: o ırklar en popüler filmlerimizde bile (hatta özellikle onlarda) temsil edilirdi. En çok da Ermeniler: o Nubar Terziyan’lar, Adile Naşit’ler, Kenan Pars’lar, Toto Karaca’lar, Danyal Topatan’lar... Yönetmen Aram Gülyüz’den kamera ustası Mike Rafaelyan’a çeşitli ustalar....

Ama asıl bilinçli bir ırksal yaklaşım yeni bir sinemayla doğdu. Elbette kendisi de Kürt kökenli olan Yılmaz Güney filmleri… “Seyyit Han”dan “Umut”a tüm o başyapıtlar. Ki örneğin “Sürü” için sanatçı şöyle demişti: “Sürü, aslında Kürt halkının tarihidir; ama bu filmi Kürtçe çekmem dahi mümkün değildi. Eğer oyuncularımı Kürtçe konuştursaydım, emin olun şimdi hepsi hapsi boylamış olurdu”.

Ama sonrasında da örnek alınacak filmler oldu elbette... Benim (sanırım bilinç altındaki ayni düşünceyle) 100 Yılın 100 Filmi kitabıma aldığım kimi filmler: Erden Kıral’ın “Hakkari’de Bir Mevsim”inden Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk”una; Tomris Giritlioğlu’nun “Salkım Hanımın Taneleri”nden (ki bu yeni kitabımda da bol bol anılıyor) Çağan Irmak’ın “Dedemin İnsanları”na…

Ayrıca başka filmler de var. Değişik yerel kültür veya inançlara değinen… Bu çok iyi bir şey elbette....

- Kitaptaki yazılarda bazı isimlerin eskiden nasıl oldukları, nerede durdukları da ilginç bir manzara oluşturuyor. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan sizce aradan geçen yıllar içinde nasıl evrildi?

Öylesine evrildi ki inanması güç…. Ben kendi adıma farklı ırklar kadar değişik inançlara da saygı duyan biriyim. O nedenle, imam-hatip’lerden gelen ve müslümanlığını ön plana çıkaran bu siyasetçiyi de çok yadırgamadım; ona bir fırsat verilmesi gereğine samimiyetle inandım.

Nitekim bir dönemde Kürtler’le Barış ilkesine ve bunu araya ‘akil adamlar’ koyarak başarma girişimine de en olumlu biçimde yaklaşanlardan oldum.

Ama öyle olmadı. Bugün gelinen nokta gerçekten hazindir. Adamların ne partisine hoşgörü var, ne sanatçılarına… Ama neye hoşgörü kaldı ki!...

GERÇEK TÜRKLÜĞE DÖNÜŞÜN İŞARETİ!

- İktidar toplumu kutuplaştırarak, ayrıştırarak, bir kesimi şeytanileştirerek günümüzde ırkçılığın, ötekileştirmenin bir çeşidini yapıyor aslında. Sizce bu politika toplumda karşılık buluyor mu?

En azından artık bulmuyor. Çünkü burada adına Atatürk milliyetçiliği dediğimiz, milliyetçi olsa da her şeyi akılla çözümleyen, çağdaş olmayı baş ilke sayan ve böylece yavaş da olsa demokrasiye geçen, ülkede hukuk ve adaleti kesin biçimde kuran bir rejim yerine sürekli her açıdan geriye giden bir yönetim var.

Gerçekten Türk olmanın, uzak ve yakın tarihine bilgiyle ve bilinçle sahip çıkmanın keyfini unutmuş bir toplum. Ama hatırlıyor ve giderek daha çok içi yanıyor. Geriye dönüş, gerçek Türklüğe de dönüşün işareti olacaktır.

- 30 yılı aşkın bir zaman zarfında yazdığınız yazılara bakınca kendinizdeki değişimi nasıl buldunuz?

Büyük bir değişim yok. Aslında o sunuşta da dediğim gibi, o sorumsuz gençlikten sorumluluk yüklenen olgun yaşa geçmekle kitabın savundukları bende iyice yerleşti. Daha da gelişerek, sağlamlaşarak… Bu yoldan artık hiç dönmeye de niyetim yok!…

Ben önemli bir bölümünü bu kitapta savunduğum ilkelerime ve kişisel inançlarıma sahip çıkmayı sürdüreceğim.

- Tam sayısını ben bilemiyorum artık ama 50’yi aşkın kitapla dünyanın en üretken sinema yazarlarından birisiniz şüphesiz. Masanızda yeni hangi kitaplar hazırlanıyor, biraz bahseder misiniz?

Şu günlerde Yılmaz Güney Kitabı adlı yapıtımın eklerle yeni basımını hazırlıyoruz. Sonrasında da anılarımın ikinci cildi Ünlülerle Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adıyla gelecek.