Ali Cengizkan: ‘Şiir değiştirir!’
Ali Cengizkan’ın Şiir ve Yaşam isimli kitabı geliştirilmiş yeni baskısıyla (Islık Yayınları / 394 s.) yayımlandı. “Şiir ve Yaşam”, “Çantada Kalanlar” ve “Sivas’tan Sonra” isimli üç bölümden oluşan kitapta söyleşi ve değerlendirmeler, “şiirlemeler”, öyküler” ve dikkat çeken yorumlar yer alıyor. Ali Cengizkan ile Şiir ve Yaşam kitabı üzerine iyi bir şairin, “şiirin ne olduğunu” tartışan yazılarına odaklandığımız bir söyleşi yaptık.
Gültekin Emre
‘İYİ Kİ YAZMIŞIM!’
- Şiir dünyasına ucundan kıyısından sokulmaya, yer almaya çalışan Küçük A’nın şiir / şair üzerine düşüncelerini, saptamalarını içeren yazılarına dönüp baktığında ne düşünüyorsun?
Sevgili Gültekin, dünyanın öte ucundan merhaba. Çok oldu aynı dergi içinde çalışmayalı; ama 1970’lerin sonunda birlikte çalışmıştık Türkiye Yazıları’nda. Kim derdi - Ali Püsküllüoğlu olabilir - ‘kanat alıştırmaları’ yapan iki gençtik ikimiz de.
Poetika ile hemhal oldukça düşündüğünü söylemek, polemik yapmak, yazı yazmak da kaçınılmaz oldu. Hele Yarın dergisiyle birlikte, artık şiir üzerine düşündüklerimi tartışmak, yoğun şiir ve poetika okumalarına paralel, başkalarıyla şiir üzerine iletişmek anlamına da gelmeye başladı.
Derken UM:AG Yaratıcı Yazma Kursları’na kadar gelişti bu durum. Bütün ortamlarında sanırım, hep tedirginlik içererek de...
Şiir, biliyorsun, kolektif bir ortama seslenen, başkalarıyla buluşmasını böyle sağlayan bir iletişim ve yaratma sanatı.
Bende şöyle gelişmişti: “Türk şiirini ve yabancı şiiri izliyorum; ama onlar doyurmuyor beni, şöyle de yazılabilir.”
Bu hırs, kendini öğrenmekle ve yazmakla, başa baş gidiyor. Dönüp baktığımda, “İyi ki yazmışım” diyorum; bu kendime koyduğum farkındalık ilkeleri, yolumu da aydınlattı çünkü.
‘ŞİİR YETİM, ÇÜNKÜ...’
- Bir yerde şiirin “yetim”liğinden söz ediliyor. Şiir mi, şair mi yetim?
Ben yetim olan şiir. Onu yetim kılan şairi çünkü. Şunu demek istiyorum; şair, şiirinin macerasına, ömrüne karışmamalı. Hatta zaman içinde dönüp şiiri düzeltmemeli de. Bu noktada şiir, düzyazıdan farklı.
Falih Rıfkı, Çankaya’sını yeni baskıda değiştirip düzeltir; ama keşke düzeltmeseydi. Yahya Kemal bir şiiri üzerinde on beş kez oynayarak yazar. Bu, yayınlanmadan önce olabilir.
Ama yayınlandıktan sonra yeni baskılarda paylaşılmış şiir üzerinde yeniden oynamak, bana yanlış geliyor. Hele onları savunmak, asla olmamalı.
Şairin işi, şiiri yazdıktan sonra biter; şiirin / ürünün kendi yaşamı vardır. Böyle bir otantiklik, özgün durumun korunması (ilk durum için yalan söylememe) takıntım var, başından beri.
‘ŞİİRDEN KORKULUYOR, HÂLÂ!’
- Ara ara gündeme gelen şiir dünyayı, hayatı, insanı... değiştirebilir düşüncesine Küçük A geçmişte ne diyordu, bugün ne diyor?
“Şiir dünyayı, hayatı, insanı değiştirir”, evet! Hâlâ aynı şekilde ve daha güçlü vurguyla böyle düşünüyorum. Belki anlatmışımdır: İlk imza günümdü, 1980’lerde, bir subay geldi. “Biliyor musunuz, sizin şu şiiriniz üzerimde çıkmıştı; hücre hapsine çarptırıldım” dedi. Ve şiirden korkuluyor, hâlâ!
- Şiir yaşamla bilinçle kesiştiği yerde mi? Şiir yaşamı avucumuza almak mı? Şiir ideolojik mi?
“Yaşamla bilincin kesiştiği yerdedir”, evet. Bir ayılma anımızda, bir aydınlanma; zihnimizdeki bir ışıma noktasında, o parlaklıkta…
Bence okur özne üzerindeki etkisini de aynı kanaldan geçerek sağlar; aynı ışımayı, aynı aydınlanmayı, aynı “Ben bunu niçin daha önce düşünmedim” deme anını paylaştığında, şiir okura ulaşır.
Derslerimde çok kullanmışımdır; Melih Cevdet’in “Güvercin” şiiri, isminden sonraki dördüncü sözcükle biter ve adıyla bütünleşmiştir: “Pencerede kopan alkış”…
Kanat çırpan imge, yarattığı mutluluk ve gülümseme ile amacına ulaşır. Paz’ın ‘avucumuzda kanayan yarası’ da aynı konumu imlemez mi?
- Sen mimarsın. Mimariyle şiir nasıl benziyor?
Mimarlık da şiir gibi, bilimsel kökenleri olan bir sanat ve tıpkı şiir gibi, küçümseniyor. Önce dünyaya tutunmamızı, sonra da onda barınmamızı sağlayan iki uğraş alanı. Uğraş, çünkü bitemesek de, hayatımızda ikisinin de yeri var. İyisi mi varlıklarının ve hayatımıza kattıklarının farkına varalım ve yararlanalım. Şiirin ‘var oluşu’ ve seyahat biçimleri konusunda çok şey söyledim.
‘ÇANTADA KALANLAR’
- Şiir ve Yaşam yayımlandıktan sonra “Çantada Kalanlar”dan söz eder misin?
Çantada Kalanlar, hayatımızın program dışı parçası, her zaman. ‘Canlı olmanın belirtisi’...
Bir yol haritası düşünürüz, yolda olmak, başlı başına bir programa dönüşür ve bizi hapseder. O nedenle de mimarlık ya da şiir öğrenenlere hep şunu söyleriz: “Çizin ya da yazın! Deneyimin kendisi bile, yolda, size bir şey öğretecektir!”.
Dolayısıyla çantada her zaman bir şeyler kalır. Kitaptakiler, Yarın’da ‘Şiir ve Yaşam’ başlığı altında programladıklarımın yanı sıra ortaya çıkanlardı.
SİVAS’TAN SONRA HAYAT!
- Ortak arkadaşlarımızı kaybettiğimiz “Sivas’tan Sonra” hayat, şiir ne oldu?
Sivas, hepimizin içindeki yaradır. Yalnızca kendi can arkadaşlarını yitirmek değil konu. Toplumun farklı katmanlarının birbirini görme biçimiyle ilgili bir süreç, hâlâ da devam etmekte.
Belki bu süreçte, bütün şair ve yazarlar olgunlaştılar. Olgunlaşmanın olumsuz yönleri de var; duyarlıklarımız daha tartımlı, bakışlarımız daha ışıltısız ve donuk oldu. Kendi kendimize ‘daha çok çalışmalıyız’ konusunda verdiğimiz sözler, bizi daha acımasız ama kendimizden vazgeçer kıldı.
- Şiire başladığımız 70’li yıllardan bugüne doğru gelirsek göze çarpan değişmeler nedir?
Hepimiz değiştik. Ancak değişmeyen, sanırım, haksızlıklar ve eşitsizliklere karşı verdiğimiz mücadele oldu. Her katmanda, her an, her yerde... On yılda bir yapılan askeri darbelerin sanki tümünü de deneyimleme başarısını gösteren bir kuşağız biz.