Zamanın ruhundan taşan, olduğu kadar bir adam: Albert Camus
Tüm zamanların en özgün, en karizmatik yazarlarından biri Albert Camus. Nobel Ödülü alan dünyanın en genç ikinci yazarı, kadınlar için bir Don Juan, çağdaşları için fazla 'olağan'. Tüm zamanların gözde yazarı Camus'u bu kadar eşsiz kılan ise; olduğu kadar olması, belki de onun 'olağanının' mükemmel olması...
cumhuriyet.com.trBu dünyadan olamayacak kadar yabancı, derin ve basit düşünceleri anlaşılmamayı kabul etmeyecek kadar sade ve net. Felsefe agorasının içine doğmuş, zamanından taşan bir adam Albert Camus. Buz yeşili gözleri ve tarifsiz görüntüsüyle karmaşık bir Don Juan…
Albert Camus, 1913 yılında Fransız sömürgesi altında olan Cezayir’de dünyaya geldi. Oldukça yoksul bir çocukluk geçiren Camus, hayatın gerçeğini yaşıtlarından çok daha önce tecrübe etmişti. Babasını 1.Dünya Savaşı’nda yitiren Camus’un annesi ise evlere temizliğe gidiyordu. Akrabalarının yanında yaşayan küçük çocuğun ilerde kenar bir mahallede ne şartlarda yaşadığına inanmak, okuyucuları epey şaşırtacaktı. Çünkü Camus, yoksulluğun hissini, öğretilerini iyi biliyor, bundan gocunmuyordu ancak onun asil ve vakur duruşu gerçeğine oldukça zıttı.
'ÖNCE UTANDIM, SONRA UTANDIĞIM İÇİN UTANDIM'
Camus, hayatı boyunca yoksulluğunu hiç gizlemedi ancak zaman zaman gerçeği altında ezildiği anlar oldu. Camus, henüz ilkokul yıllarında annesinin temizlik işleri yaptığını okul evraklarına yazmaya utanmış, ilgili kısma ev işleri yazmıştı. Ancak çocuklar her dönem acımasız ve doğrudur. Albert de o anda hayatının en büyük derslerinden birini acımasız ve dürüst sınıf arkadaşından aldı. ‘Senin annen evlere temizliğe gidiyor, ev işleri yapmıyor’ şeklinde bir ses yükseldi sınıftan, yıllar boyunca unutamayacağı bir ses olacaktı Camus için bu itiraz.
Camus’un olaya ilişkin çıkardığı ders ise olması gerektiği kadar sade ve çarpıcı: ‘Önce utandım, sonra utandığım için utandım.’
ZAMANSIZ
Camus, dönemi boyunca çağdaşlarının entelektüellik ve yeterlilik seviyeleriyle asla bir tutulmadı. Onu alaycı şekilde eleştirenlere göre; onun çıkarımları, eserleri sadece lise öğrencileri için olabilirdi. Oysa Camus, 44 yaşında dünyanın en genç Nobel Ödülü'nü kazanan ikinci yazarı olacaktı. Eserleri, yıllar sonra farklı nesillere de hitap edecek; kullandığı dil ve sahip olduğu düşünceler, zamansızlığın nehrinde akıp gidecekti.
SARTRE İLE CAMUS'UN ARASINA SADECE KOMÜNİZM GİRMEDİ
Camus’tan söz ediyorsanız onun etkileyici görünümüne de değinmek gerekir. Fransız yazar, sadece yakışıklı, karizmatik değildir. Onda hayatı yakalayan bir bilgelik vardır, vurdumduymaz ama ciddi tavrı, dış görünüşüne de yansımıştır. Sade ve net bir stili var Camus’un, olduğu gibi olduğu kadar ona dair her şey…
Camus, edebiyat çevresinde de duruşuyla da ün salmıştır. Kadınların odağında olan Camus’un aşk hayatı da bir hayli yoğun ve karmaşık. Kaldı ki evliliği süresince de birçok ilişkisi olmuştur. Kadınların gözünde bir hayli çekici olan genç yazar, hemcinsleri tarafından da söylentilere göre oldukça kıskanılır. İlginç olan şu ki; varoluşçu felsefenin önde gelen ismi Jean Paul Sartre da Camus’un karizmasından nasibini acı şekilde almıştı. Sartre’ın büyük arzu duyduğu kadınlardan biri olan Wanda Kosakiewicz, Sartre’den nefret ettiğini söylerken; Camus’un kollarında aşkı tatmıştı. Camus’un Wanda ile ilişkisi uzun sürmedi ancak Sartre onu bir daha affetmedi, kaldı ki Camus af diledi mi...
İki yakın arkadaş, dönemleri ve sonrasında hep zıtlıklarıyla anıldılar. Oysaki Sartre ve Camus’un zıtlığı; komünizm ve edebi tartışmalardan fazlasıydı. Birbirinden uzaklaşan iki dostun arasına bir kadın girmiş, klişe tamamlanmıştı.
SAHADAN TRİBÜNE
Eğer doğru ve net olanı arıyorsanız Camus’u anlamak kolaydır çünkü birçok düşünür ve yazarın aksine Camus, tüm süslerden arındırmıştır kendini, hatta fazlalıklara hiç sahip olmamıştır. Düşündüğünü asla gizlemeyen bu adamın hayatı; sadece yoksullukla değil, öldürücü bir hastalıkla da sınanır. Üniversite yıllarında aktif şekilde futbol oynayan Camus, çok iyi bir kaleci olarak bilinir. Ancak bu pozisyonu kendisi seçmemiştir. Futbol sahası genç adamın ayakkabılarını kısa sürede eskitmeye başlayınca, Camus çareyi kaleci olmakta bulur. Ancak yakalandığı verem hastalığı, onu sahadan tribünlere gönderir. Hayatın ironik bir tezahürü ki Camus, hem işinde hem özel hayatında her zaman bir forvet oyuncusu olmuştur. Bekleyen değil; istediğini alan, önüne çıkan engellerden teker teker sıyrılan gözde oyuncu...
KULLANILMAYAN BİLETLER
Kısa bir yaşam Camus’unki… Kısa ama dolu dolu bir yaşam; hayatı su gibi içiyor, yaşamayı seviyor, ancak aklının bir ucunda intihar da var. Ancak Camus için intihar, sadece düşüncelerinde anlam aradığı varoluşsal bir kriz. Ölümü ise kendisinin daha önce tanımladığı absürt bir şekilde oluyor, ünlü yazarın. Yayımcısıyla döndüğü bir yolculukta, saçma bir araba kazasıyla yaşamını yitiriyor Camus; cebinde hiç kullanılmamış tren biletleriyle, yüksek ihtimal son anda seyrini değiştiren bir yolculukta henüz 47 yaşında….