Mutsuzluğun ardından gelen soru: Mutluluk nedir?

Sürekli bir arayış içinde, debelendikçe bulunamayan bir duygu. Bazen umutsuz bir eşikten geçtikten sonra yanıt aranan bazen isyan haliyle aniden düşündüren, arzulanan öznel esenlik; mutluluk. Nazım Hikmet'ten Paulo Coelho'ya uzanan bir soru; nedir bu mutluluk?

cumhuriyet.com.tr

Cevabından çok cümlenin ağırlığını yüklüyor Nazım Hikmet, Abidin Dino’ya. Bir soru değil, ‘düşün de dur’ şimdi ağırlığında bir sesleniş Hikmet’inki.

1962 yılında yorgun şair Nazım Hikmet, saman sarısı saçlı eşi Vera ile gittiği Paris gezisinde yazıyor, son şiirlerinden biri olan ‘Saman Sarısı’nı…

Çift, o yıl Paris’te yakın arkadaşları Abidin Dino ve Güzin Dino’yu ziyaret ediyor. Elbette Nazım, etkilenir ünlü ressam Abidin Dino’nun tuvallerinden. Gecenin bir yarısı şiirinin adını eşi Vera’nın saçlarından, dillere pelesenk olan o cümleyi Abidin Dino’nun sanatından ilham alır, ünlü şair. Genellikle ‘’Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?’’ şeklinde bilinen o cümle aslında şiirin ortalarında şöyle yer buluyor: 

......

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

İşin kolayına kaçmadan ama

Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil

Ne de ak örtüde elmaların

Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”

 ......

Abidin Dino’dan omuzlarına ağır bir yük bindiren Nazım’a yanıt; bir resimle değil, şiirle gelir. Böylece mutluluğun resmini değil, tarifini öğreniriz Abidin Dino’dan.

‘’ Bağrımıza bassaydık seni Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

….

Dinerdi tüm acılar seninle

Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.

Ve dolaşsaydık Türkiye’yi

bir baştan bir başa.

Yattığımız yerler müze olmuş,

Sürgün şehirler cennet.

 

İşte o zaman Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

Buna da ne tuval yeterdi;

ne boya...’’

VAROLUŞSAL BİR SORGULAMA

Hayatları memleketlerinden uzakta geçen iki sanatçı, mutluluğu gurbetin sona erdiğinde yakalayacaklarından işte böyle bahsediyor. Tam da burada başlıyor mesele; nedir bu mutluluk?

Çoğu zaman tek bir an için cümleye sıkıştırdığımız bir kelimeden fazlasıdır mutluluk; bulmaya çalışılandır, arzulanan, özlenen, hayal edilendir. Varoluşsal sorgulamaların bel kemiğidir mutluluk. Öyle ya da böyle aradığımızdır. Mutluluk, tanımlayan kişiye göre değişen bir duygudur. Nazım ve Abidin Dino’ya göre gurbet engeldir mutluluklarına, depresif yazar Charles Bukowski’ye göre ise acılarının miktarı… 

2 anahtar kelimenin buluştuğu mutluluk hissinde bizi yaşam doyumu ve duyguların dengede kalması kriteri karşılıyor. Yaşam doyumu; işinizin, aşkınızın, sağlığınızın ve sizin için önemli olan her ne ise onun rayında gittiği zaman başlıyor. Duyguların dengesi ise, olumlu anların olumsuzluklar üzerindeki sayıca galibiyetinden sonra sağlanıyor. Aradığını bulma ve dengede kalma hali, hayatın uzun bir yolculuk olduğu varsayılırsa, çok kolay olmayabilir. Kaldı ki mutluluk bir yaşam gayesi olarak değil, çoğu zaman hayatın promosyonu olarak kendini gösterir.

Aslında çoğu insan için asıl sorun mutsuz oldukları an değil, mutsuzluklarını fark ettikleri an başlıyor. Ünlü yazar Paulo Coelho, Zahir romanında o tehlikeli eşiği, yüksek sesle şöyle haykırıyor:

''Hiç kimse kendine şunu sormamalı: Neden mutsuzum? Soru, içinde her şeyi yok edecek virüsü taşır. Bu soruyu sorarsak, bizi neyin mutlu ettiğini bulmak istediğimiz anlamına gelir. Bizi mutlu eden şey şu anda sahip olduklarımızdan farklıysa, o zaman ya bir kez ve herkes için değişmeli ya da olduğumuz gibi kalmalı, daha da mutsuz olmalıyız.''

Tehlikeli eşikten geçtikten sonra, konu tamamen kişiselleşen bir soruda takılıp kalıyor. Değişmeli mi yoksa olduğumuzla yetinmeli mi?