Zülfü Livaneli Cumhuriyet'e yazdı: Napalm kızı benim arkadaşım

‘Dünya ne zaman bu hale geldi, insan vicdanı ne zaman napalmden yanmış el kadar bir çocukta cinsellik görür oldu’

cumhuriyet.com.tr

Meğer yaşlanmak, gövdenin ve ruhun yorulması anlamına gelmiyormuş; değişen dünyanın yeni değerlerine alışamamanın adıymış bu durum. Oysa ben hep tersini düşünürdüm. Şimdi bakıyorum da insan yorgun düşüyor ama gövdenin eskimesinden ya da ruhun yıpranmasından değil; dünyanın bazen kötüye doğru değişmesinden.

Son günlerde bana bunu düşündüren pek çok gelişme var: Her olağanüstü dönemde olduğu gibi yine gerçek suçluların değil yazarların yakasına yapışılması, yılların dostluğunu paylaştığımız sanatçı arkadaşların cezaevlerine doldurulması.

Diyelim ki bu Türkiye’nin fıtratında var. Yaşar Kemal’in 1956 yılında “Teneke” oyununda söylettiği cümle gibi; dünya değişir Ankara değişmez.

Ne var ki dünya da iyi yöne doğru değişmiyor arkadaşlar. Son günlerde Facebook’la, bazı Batı gazeteleri arasında bir tartışma çıktı. Vietnam Savaşı’nın cehennemini yansıtan, o dönemin “Umran” ya da “Aylan” fotoğrafı gibi simgeleşen, napalmdan yanmış bir kız çocuğunun resmi tartışmanın konusu.

O zamanlar, hiç kimsenin aklına, napalmdan yanmış bir çocuğa, seks nesnesi olarak bakabilecek bir sapık göz olduğu gelmemişti. Mümkün olabilir miydi böyle bir şey.

Ama şimdi bazıları o resimde müstehcenlik görüyor.

Ben de içimden, hiç kusura bakmayın, “Allah kahretsin sizi!” diyorum. Dünya ne zaman bu hale geldi, insan vicdanı ne zaman napalmden yanmış el kadar bir çocukta cinsellik görür oldu.

İşte bu dünya bana yabancı. Ya ben bunları anlayamayacak kadar yaşlandım ya da bazı çevreler iyice sapıttı.
“Resimdeki kız” diye tanınan Kim Phuc benim yakın arkadaşım. UNESCO’da yıllarca birlikte çalıştık, görev gezileri yaptık, yemeklere gittik. Yüzü iyi görünüyor ama boynundan itibaren yılan derisi gibi napalm yanıkları başlıyor. Kim bilir vücudu ne haldedir.

Kim Phuc’un yüzünde iz yok ama boynundan itibaren napalm yanıkları başlıyor. Zülfü Livaneli, Kim Phuc’la UNESCO’da birlikte çalıştı.

Bana Amerikan uçaklarının gökten cehennem ateşi yağdırdığı o dehşet gününü anlattı. Arkadaşlarıyla oynarken birden napalm yağmış tepelerine. Yanmaya başlamış. Deli gibi koştururken Amerikalı bir savaş fotoğrafçısı resmini çekmiş, sonra çocuğu kucakladığı gibi hastaneye yetiştirmiş. O fotoğrafçının vicdanı olmasa, resim çekmeye devam etse Kim bugün hayatta olmayacaktı.

Daha sonra ailesi, ağır yanıklar içinde bir hastanede yatarken bulmuş onu.

Şimdi evli, çocuk sahibi, neşeli bir kadın. Bu olayla ilgili olarak da hep şunu söylüyor: “Affet ama unutma. Unutma ki bir daha tekrarlanmasın.”

Ne yazık ki aynı bombalar şimdi başka çocuklarmızın başına düşmekte. Olmaz olası savaş belasından bir türlü kurtulamıyoruz.

Ama her şey aklıma gelirdi de Kim’in yanmış çocuk bedeninin cinsel istismar konusu olacağı gelmezdi.

Vietnam’la dayanışma yürüyüşlerinden, Franco’yu protesto gösterilerinden, Pinochet’ye karşı “El pueblo, unido, jamas sera vencido” haykırışlarından, Nâzım’lardan, Lorca’lardan, Neruda’lardan; Che’nin anısına hakaret edilen, Hrant’ın katilinin sırtı sıvazlanan dönemlere geldik.

Evrensel değerlerdeki bu aşınmayı, yok oluşu, vahşeti gördükçe “ört ki ölem” demiyorum ama iyi ki bunları anlayamayacak, haklı göremeyecek yaştayım, iyi ki “eski moda”yım diyorum.

Ne yazık ki yeni dünya cesur değil Huxley.