Zerrin Tekindor: Hissettiğimden azını yapmam

Oyun Atölyesi'ndeki “Kim Korkar Hain Kurttan”, seyirciyi üç perde boyunca psikolojik gerilim ve kara mizah arasında sıkıştıran bir oyun. Bir oturma odasındaki dört kişi etrafında dönen hikayenin Martha'sı Zerrin Tekindor, yıllardır hayalini kurduğu bu role ne kattığını anlattı.

Deniz Ülkütekin/Cumhuriyet

 

Zerrin Tekindor, bu kez “Kim Korkar Hain Kurttan”ın Martha'sı olarak karşımıza çıktı. 1962'de Edward Albee tarafından yazılan oyun Martha ve George isimli, gerçekle oyun arasında gezinen, aşkla cinnet arasındaki sınırları zorlayan bir çiftin, bir başka çift, Nick ve Honey'i evlerinde misafir ettiği bir geceyi konu alıyor. Bir süre sonra, kim oyuncu kim izleyici karışıyor ve oyun, bizi bir oturma odasındaki bilinmeze sürüklüyor. İşte bu oyunun en dikkat çeken karakteri, Martha'ya kendi yorumunu katan Tekindor'la karakteri üzerine konuşmaya başladık, sonra sohbet aldı götürdü...

-Oyunun, oyuncuyu zorlayabilecek bir metni var.
Metin çok zor. Bence karakterlerin dördü de çok zorlu. Bir de içki faktörü ve sarhoşluk var. bütün bunlar insanları değiştiren faktörler. Zaten gerçekle hayalin sınırlarında gezen bir hikaye bu.

-Bir zorluk da drama, psikolojik gerilim ve komedinin içiçe geçmesi.
Elbette, geçişler de çok kolay olmuyor. Provalarda doğru olabilmesi için çok kafa yorduk. “Burada ne demek istiyor, nereden buna geçti” diye. Ya da “birinci perdede böyle dedi, ona istinaden bunu söylüyor” gibi.

-Oyunun başında Bette Davis'e bir gönderme var. Bunun sebebi nedir?
Maksat aslında didiklemek. Yoksa Audrey Hepburn de olabilirdi bence. Burada benim için en önemli, Martha'yla George'un birbirlerini didik didik etme halleri. Onu hiç kaybetmememiz lazımdı.

-Martha'da, bir kadının, bir erkekten ve hayattan beklentilerinin en ilkel halleri var diyebilir miyiz?
Evet, aradaki ince çekişmenin, hem komik hem de gayet can yakıcı halleri var. Onlar bu hali seviyorlar bence. Hatta bu hal olmadan yapamıyorlar.

-Aşkın cinnet hali mi?
Olabilir, evet. Gerçekten büyük bir aşk oluduğunu düşünüyorum. Yoksa “sen yoluna, ben yoluma” diyebilirlerdi.

-Kendi açınızdan bakarsanız, Martha'nın George'dan beklentilerini ne kadar makul buluyorsunuz?
“Yok gibisin, hiçbir şeysin” diyor. “Seni göremiyorum bile, herkeste bir hırs var, sende yok.” Devamlı onu pısırık ve miskin bulduğunu dile getiriyor. “Tarih Bölümü'ne saplandın kaldın” diyor. Daha şöyle olsun, daha böyle olsun istiyor. Martha'nın istekleri bitmiyor ki, ayrıca istemekten de zevk alıyor bence. George Tarih Bölümü'nün başına da geçse, Martha didikleyecek birşey bulurdu.

-Sizce George mu Martha'yı çözmüş, yoksa Martha mı George'u?
İkisi de birbirini çözmüş. Öyle hassas yerlerinden yakalayıp vuruyorlar ki, birbirlerini.

-Martha karakteri ilk karşınıza çıktığında ne düşündünüz? Gerçeklikten uzak olarak algıladınız mı?
Zaten metni çok sevdiğim için, sürpriz olmadı. Hep, “kadın rolleri içinde ne şanstır Martha'yı oynamak” diye düşünmüştüm. Sonrasında, benim oynayacağım ortaya çıkınca, biraz daha işin içine girince, aslında karakterdeki birçok şeyi ne kadar yüzeysel gördüğümü farkettim. Ne detaylar çıktı ortaya. Tek tek söyleyemeyeceğim, ama çok sıradan bir diyaloğunda bile, “bunu kastediyormuş” dediğim şeyler oldu.

-Üçüncü perdenin başında Martha'nın çözülmeye başladığını görüyoruz zaten.
Martha kendini de değersiz buluyor. Aslında George'a layık bile görmüyor. “Beni severek en büyük hatayı yaptı” diyor. Ne kadar acıklı şey. Çok hassas bir yerden bakıyor bence, George onun bütün zaaflarının farkında. Martha da öyle. Kendilerine iyi bir seyirci bulduklarında da performansları ortaya çıkıyor.

-Bu oyundan kendimize çıkarabileceğimiz şeyler de vardır mutlaka. Sizin var mı?
Yok, ben sadece onu anlamaya çalıştım. Karakter olarak benziyoruz diyemem, ama ne olabilir diye kendi kendimizi didiklediğimiz zaman, benim yorumum sahnedeki gibi oldu.

-Kendi yorumunuzu ne kadar kattınız?
Vala elimden ne geliyorsa kattım. 1987'de Ankara'da oynanan halini biliyorum. Onun daha dramatik ve sakin bir hali vardı.

-Kişisel olarak bir karakterin komedi yönünü ortaya çıkarmayı sevdiğinizi düşünüyorum.
Seviyorum, o daha beni mutlu edip, rahatlatan bir durum. Oyun tek başına oynanan birşey değildir. Seyirciyle birlikte gider. O kadar önemlidir ki, izleyicinin dinlemesini, sıkılmasını, gülmesini farketmeniz.

-Tardu Flordin'le bu cinnet haline kafa yordunuz mu çok?
Elbette, bir kere, aşk hali var. Onu hiç elden bırakmamak lazımdı. Yoksa birbirinden nefret eden iki yaşlı çift gibi olurduk. 23 yıldır ayrılamıyorlar. Neden kopamıyorlar. Su gibi ihtiyaç duyuyorlar birbirlerine.

-İlginç olan, yavaş yavaş seyirci konumundaki çiftin daha hastalıklı çıkması.
Evet, “aşkım, aşkım diye birbirlerine hitap eden genç adamın aslında ne kadar çıkar peşinde olduğunu görüyoruz. Öbür kız zaten ciddi psikolojik sorunlar içinde. Ciddi bir alkolik, çocuk aldırmış gizlice. Bir sürü hikayeleri var.

HİRA YÖNETMEN ANNESİ OYUNCU

-Oyunda bir de yönetmen olarak oğlunuz Hira'yla çalıştınız. Bir yandan oyunda bir çocuk problemi var, öte yanda siz oğlunuzun yönetmen olduğu bir oyunda oynuyorsunuz...
O yüzden Martha'nın hali bana daha da acıklı geliyor. Çünkü bir evlat sahibi olup, onu büyütmenin ne kadar güzel şey olduğunu biliyorum. Onun da bana çok faydası oldu.

-Peki provalarda Hira'nın yönetmenliği altında çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Çok güzel ve sürpriz birşeydi. “Hira birgün oyun yönetecek, ben de oynayacağım” diye düşünmemiştim. Çünkü o film yönetmenliği okudu. Fakat tiyatroya çok düşkündür. Hiçbir oyunu kaçırmaz. Başka bir ülkeye gidecek olsa önce oyun biletlerini alır.

-Bir de on parmağında on marifet insan izlenimi uyandırıyor.
İnşallah öyledir, ben çok tatlı olduğunu biliyorum sadece. O kadar sakin, anlayışlı ve rahattır ki Hira, provalarda hiç kasılmadık. Her şeyi konuşarak hallettik. Çok net ifade etti ne istediğini. Bir oyuncuyu yönetme biçimini çok beğendim. Herşeyi gerilerek yapmanın gereği yok. Çünkü tiyatro çok güzel birşeydir.

-Aslında biz sinirli tiyatro yönetmenlerine alışkınızdır.
Ne gerek var. Çünkü ben gergin birinin karşısında kitlenirim, yapacağım varsa da yapamam. Anlam veremem çünkü o tavra. Pek içimden gelmez, yaratıcı hallerimi pek seferber edemem.

-Yönetmenin bir özelliği de tek mekanda geçen bir oyunun içini doldurmakta ortaya çıkıyor.
O zor bir şey tabii. Sonuçta bir kanepe iki koltuk var. İçki aldık getirdik, başka? Bu gerçekliği de korumak istedik. İster istemez uzaklaşmalar oluyor. Mekanın hepsini kullanmak istedik İzleyici de metni merak ediyor, bunun sonu nereye çıkacak diye. Ha bire içiliyor, zaten gece üçte gelmişler. Ne olacak peki?

OYUNCU RENKLERİ YANSITIR

-Dizilerde ne zaman göreceğiz sizi?
Çok zor bir oyundu, o yüzden birşey kabul edemedim. Çok güzel şeyler teklif edildi ama provada çok zaman geçirdik. Hiç böyle bir şeye girmek istemedim. Oyun çıksın, sonra “beğendiğim bir proje olursa yaparım” dedim.

-Siz, önünüze gelen tüm kadın rollerinden bir karakter çıkarıyorsunuz.
Valla, hep kendimden yola çıkarım. “Ben Zerrin olarak böyle yaparım, ama bu karakter, şöyle özelliklere sahip, o ne yapar?” diye düşünürüm. Uydurduğum birşeyi, hissettiğimden azını, ya da çoğunu yapmamaya çalışıyorum. Bir de mesela çok ciddi bir karakterin de farklı halleri vardır. Annemizle farklı konuşuruz, sevgilimzle farklı, işvereninizle farklı. Siz, barda arkadaşlarınızla deli gibi eğlenirken başka birisiniz, burada başka birisi. Tam da bu gerçeklik beni heyecanlandırıyor.

-Ama bu dediğiniz biraz da hayat tecrübesi ve insan sarraflığı gerektiren bir durum değil mi? Bir kadının bütün hallerine hakim olmak gibi...
Aslında herkes hakimdir de, oyuncular bunu yansıtabilen kişilerdir. O renkler çok önemli, onu kaybetmemek lazım. Yoksa sizi kimse izlemez ki. Hayatta da öyle. “Aman ne sıkıcı insan” dersiniz.

-Sizin hayatınızda ağır basan renk hangisi?
Ben güldürmeyi çok severim, ama sakinimdir de. Birilerinin bana gülmesi çok sevindirir beni, o yüzden daha da üstüne giderim.

-Son zamanlarda dişiliği öne çıkan rollerdeydiniz. Kadınlık olarak nasıl bir dönemdesiniz?
Öyle bir dönemden geçtiğimi düşünmedim hiç. Yaşım ilerliyor gittikçe. Böyle yaşıyorum.