Zekâ mı, Akıl mı?
cumhuriyet.com.trTıpkı eski sosyalist, yeni kapitalist zeki dostumuz gibi bu denli hızlı değişen insanların bugün söylediklerine nasıl inanacağız? Düşünce ve eylemlerine nasıl güveneceğiz? Yarın da çıkıp şimdi savunduklarından yüz seksen derece farklı görüşler öne sürmeyecekleri nereden belli? Bugün kendisine güvenip arkasından gidenlere o zaman hangi mazereti öne sürecekler?
Eski solcu, şimdi işadamı olan bir tanıdık şunları söylemişti: “Bizler zeki insanlarız, zamanında nasıl sosyalist hareketin öncüsü olduysak şimdi de iş hayatında yeni başarılara imza atıyoruz. Zeki insanlar her zaman kendilerini kabul ettirir, başarılı olur.”
Bir an düşündüm. Başarı dediğimiz nedir? Zeki olmak, iyi analizler yapabilmek, yaratıcı yeni şeyler söyleyebilmek tek başına yeterli mi? Ne pahasına olursa olsun başarılı olmak, kabul edebileceğimiz bir durum olabilir mi?
İnsanlar zeki olmak ister. Çünkü zekâ insanın beyin kapasitesinin bir göstergesidir. Zeki olmak kişinin toplum içinde ayakta kalmasını sağlar, ona yeni kapılar açar. Bu nedenle de zekâ toplumlarda genellikle ön planda tutulmuş ve ödüllendirilmiştir.
Zeki insanları yaşamın her alanında görüyoruz. Bu, kimi zaman medyada etkili bir kalem olarak kendini gösterirken, kimi zaman siyasal yaşamın güçlü lider ve hatibi olarak ortaya çıkmakta.
Bazen iş ve reklam dünyasının simaları arasında göze çarpıyorlar. Sanatçılardan da yetenekli kişileri hemen fark ediyoruz. Bilim alanında da bu türden başarılı insanlara rastlamak mümkün. Bunlar göz önünde olanlar. Bir de toplumun değişik katmanları içinde gözden uzak yaşayanlar var. Çevrelerince belki fark edilmişler, belki de hiç anlaşılmamışlar.
Bana sorarsanız ben de zekâdan yanayım. Zekânın önemini yadsıyacak değilim.
Sıradan, ortalama insanlardan oluşan bir grubun ne denli sıkıcı, renksiz ve statükodan yana olduğunun farkındayım. Ama bir şeyin daha farkındayım ki bazen zekâ, insanları aldatmayı kolaylaştırıyor, kişiyi toplumu küçümseyen, aşağılayan noktalara savurabiliyor.
Zeki oldukları için de işin içinden kolaylıkla sıyrılıp kendilerini haklı gösterebiliyorlar.
Bunlar, kimi zaman sesi daha yüksek çıkan politika erbabı olurken, bazen de eli kalem tutan gazeteci olabiliyor. Çevremizde her meslekte bu türden insanlara rastlıyoruz.
İnsanoğlunun beyinsel kapasitesinin göstergesi yalnızca zekâsı değil. Şükürler olsun ki insanın akıl dediğimiz, kişiliğini belirleyen bir başka özelliği daha var.
O kişilik özelliği ki toplumun \tdiğer bireylerine empati yapmasını sağlıyor, onları anlamasını kolaylaştırıyor, insanı daha makul \tve mantıklı yapıyor.
Zekâ, denetimsiz enerji gibidir. Onu anlamlı kılan, düzene sokan akıldır. İşte o nedenle Atatürk, “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı olanını severim” demiştir. Burada ahlaklı derken, başkalarını da dikkate alan, dürüst, anlayışlı, bir anlamda akıllı sporcuyu amaçlamış, zekâyı yeterli bulmamıştır.
Akıl, zekânın kurnazlığa kayan bencilliğini törpüler, kişinin toplumun diğer insanlarını düşünen uyumlu biri olmasını sağlar.
Başkalarına, dolayısıyla kendisine saygı duymanın yolunu açar.
Akıl vicdandır, sağduyudur. Onun için atalar boşuna dememiş “Düşmanım bile olacaksa akıllıdan olsun” diye.
İşte ben de bu nedenle bencil bir zekâdansa, insancıl aklı yeğliyorum.
Çünkü o zaman kurnaz politikacı gider, uzak görüşlü, izan sahibi devlet adamı gelir.
Çünkü o zaman patronu ve hükümeti inceden inceye yağlamayı bilen kalem gider, gerçekleri objektif olarak okuyuculara gösteren gazeteci gelir.
O zaman sanatını kazancına alet eden kişi gider, yapıtını sanat ve toplum için üreten sanatçı gelir.
Bilimi belli şirketlerin çıkarına kullanan insan gider, toplum yararına kullanan bilim adamı gelir.
Akıl ve izandan yoksun olmak kişiyi kolaylıkla birbiriyle çelişkili söylem ve eylemlerin odağına yerleştirip tutarsızlıkların kucağına atıyor. Bu kişiler değişimi dillerinden düşürmüyorlar.
Varsa yoksa bir değişimdir \t\tgidiyor, değişmeyenler kınanıp küçümseniyor.
Doğada, fiziksel dünyamızda ve ruhsal yaşantımızda değişime kimsenin karşı çıktığı yok. Biz istesek de istemesek de değişim olacak. Bu bir doğa kuralı. Ama bu kimseler adeta doğa yasalarını da kendi emellerine alet ediyor, değişimi tapınılası bir güç haline getiriyorlar.
Geçmişte şimdikiyle taban tabana zıt olan görüşlerini, değişim adına terk ettiklerini açıklıyorlar.
Oysa ki doğa bu hızda değişmiyor. Tabii büyük yıkımların öncüsü depremler hariç. Böylesine bir değişime, değişim değil, yıkım ve başkalaşım denir. Makul, mantıklı ve akıllı olamamanın getirdiği tutarsızlığın sonucudur bu.
Tıpkı eski sosyalist, yeni kapitalist zeki dostumuz gibi bu denli hızlı değişen insanların bugün söylediklerine nasıl inanacağız? Düşünce ve eylemlerine nasıl güveneceğiz? Yarın da çıkıp şimdi savunduklarından yüz seksen derece farklı görüşler öne sürmeyecekleri nereden belli? \t\tBugün kendisine güvenip arkasından gidenlere o zaman hangi mazereti \töne sürecekler?