Zamanın ruhu peşinde (09.12.2020)

Türk Edebiyatı’nın ilk gözağrısı, yabancı kenti Paris olduğunu söylenebilir mi? Feridun Andaç, kitapların ve yazarların da ötesinde bir Paris yolculuğu sunuyor okurlara.

Halil Gökhan

- Paris bir yalnızlık mı sizin?

Bir kenti anlamak/tanımak/tanımlamak için söylenmiş bir söz değil; bu daha çok yazanın/anlatanın içindeki yalnızlığın bitevi yerüstüne çıkmasının kentteki simgesidir.

Kentlerin varoluşunda insan/mekân gerçekliği olduğuna göre, ister istemez her kent “kalabalıktır”!

Bir kentteki yalnızlığı üreten insandır, onun yalnızgezerliğinin bakışıdır, düşleri ve kurup geliştirdiği söylemlerdir.

Yolumu/yönümü kentlere döndüğümde ilk işim gezinirken yazmaktır. Bunun için ise yalnızlık ân’ları yaratırım kendime. İşte kente gitmenin ve kendime doğru yürümenin yolu da buradan geçer. Paris ise benim için öyle bir yalnızlık adasıdır. Sözcüklerle bürünen dünyamın adacıklarını ise kenti adımlayıp keşfederken kurdum demeliyim. O nedenle elinizdeki kitap “farklı” bir yalnızlık imgesini anlatır.

- Kitapta bir roman hayaleti de geziniyor. Paris yazılarınızda ilk tercihiniz hep edebiyat olmuş nedense...

Yazan kişi gezen/gören, bakışını gezindirendir. Dedim ya, bir kente giderken yazmak düşüncesi beni kendine çeker. O nedenle iyi bir gezgin yalnız başına gezendir. İşte benim yazma düşüncemi kıvıldatan da budur. Sürekli yinelediğimdir; düzyazı kentte kurulur. Hele hele roman yazıyorsanız, kentin labirentinden geçmeniz gerekir.

Salt edebiyatla beslenen bir yazı iklimi yavandır, sığdır. Başka seslere, başka renklere, biçimlere açık olmalıdır yazan kişi. O nedenle kentlere giderken sokağından başlar, müzelerine, ağaçlarına varana dek her bir şeyin mevsimini keşfetmeye veririm kendimi.

HERKESİN KENDİ PARİS’İ

- Paris sizin yazı ve yaşamınızın neresinde duruyor?

Öylesi bir kent ki Paris, sizi bir başınıza bırakır, kendi metaforlarınızı kurmak, bunların ucuna takılıp gitmek güzergâhlarını verir elinize. Sıkmaz, sıkıştırmaz; özgürlük duygunuzu bezer tam tersi. Bu kentte her şeyi yeni baştan kurabilir, her şeyden burada vaz geçebilir ve her şeye burada bağlanabilirsiniz. Yaşarken ve yazarken, ne Hemingway’e özendim, ne de Henry Miller’a. Herkesin kendi Paris’i olduğunu düşünüyorum.

- Paris üstüne defterlerinizin sayısı on beşi aşıyor ama neden hepsi bu kitapta yok?

Onlar yalnızca tek bir yolcuğun defterleri. Şu an bu sayı sanırım ellinin üzerinde. Bir sergiye sığabilecek denli de “malzeme” içeriyor üstelik. Elbette ki bu bir “fantezi” değil. Yaşamak ve yazmak için gittiğim kentlerdendir Paris.

Gittiğim kentlerin çoğunu da yazdım. Öyle ki kitap boyutunda olanlar yazı arşivimde duruyor: Girit, Stockholm, Vancouver, Saraybosna, Londra, Leipzig, Berlin-Frankfurt, Rodos, Bologna/Verona/Roma/Venedik, Nice, Cenova, Bordeaux…

Her yazılanı bir kitaba dönüştürmek başka bir “heves”… Oysa ben gidilen/yaşanan yeri yazmakla kendimi “yükümlü” hissediyorum, önce kendim için yazıyorum. O nedenle fotoğrafı her yolculuğumun yanıbaşında tutuyorum. Zamanın ruhunu yansıtmak gibi bir derdi olanın bu anlamda işi zor. Kitap yapımı başka bir iş. Yaşamak yetiyor, kitapları yaşatmak ise yayıncıların işi.

KÜLTÜREL BİR BİRİKİMİN SİMGESİ

- Neden öncelikle Paris?

Birçok kenti gezdim, hem içsel hem fiziksel. Paris’in önceliği şu: Kültürel anlamda beni besleyen bir birikimin simgesi kent/ülke: Fransız Devrimi, Victor Hugo, Pascal, Montaigne, Rousseau, Diderot, Balzac, Stendhal, Flaubert, Zola… hangi birini sayayım…

Ve unutmayın ki bunların her birine bizim için kapıları açan Cumhuriyet aydınlanmasıydı. Buna “hayranlık” ötesi bir etkileşim, kültürel kan bağı kurmak diyebiliriz…

- Edebiyat ve Paris. Günümüz Paris’i ve Avrupa’sında sanki başka bir yüzyıl yaşanıyor kitapların yaşamöykülerinin dışında. Ama Paris, kitaplara en çok bağımlı şehirlerden birisi. Onlarsız sıradan bir 21. yüzyıl Avrupa kenti olurdu. Avrupa edebiyatçılarının kent ve edebiyat konusundaki genel yaklaşımlarını ve sorunlarını nasıl değerlendiriyorsunuz bir dertdaşları olarak?

Paris bir imge değil, gerçekti benim için. Zira hem edebi hem de düşün haritamda derin izler bırakan kişilerin yolu hep oradan geçmiş, veya orada yaşamış… Kendimi en rahat hissettiğim bir kent olmasının öylesine çok nedeni var ki…

Salt düzeni değil; bir kenti kent yapan tüm unsurları orada bir arada bulursunuz. İşte aydınlanma devriminin anlamı da budur. Sizi iğretilikten kurtarır, kendiniz olmaya hazırlar. Ve çocuk kalmazsınız, büyürsünüz.

- Edebiyatımızda acaba, sanatta olduğu gibi bir Paris Okulu mevcut oldu mu size göre?

Paris etkisi demeli sanki. Ama bunun da çok “cılız” olduğunu düşünürüm.

Kuşkusuz Paris’i yazmak başka bir şey, Parisli olmak bambaşka. Hele hele Paris’te yaşayıp da taşıyıcı olabilmek… Sanırım, bir dönem bunu Attilâ İlhan yapmaya çalışmış! Bu da biraz snopluk olarak algılanmış, yani “Paris özentisi”…

- Paris’e gitmek mi onu görmek mi?

Ne gitmek, ne görmek; hissederek yaşamak için önce bu duyguyu hem içinizde hem zihninizde beslemeniz gerekir. Benim Paris’im o nedenle herkesin Paris’i değildir. Yazınca görüyor insan. Gördüklerini de alıp bir yere taşıyor, yani başka kapıları açıyor size yazmak. Benim orada anlatılar yazmaya dönmem ise dilimde kurduğum ilişkinin en güzel örneğidir. Başka bir göğün/iklimin altında kendi dilindesin, bir bakıma bir “dilevi” kurarak o kente tutunmak değil, ama orada nefes almaya çalışıyorsun. Zaman zaman “gitmeliyim Paris’e” dediğimde ise, mutlaka yeni bir yazı yolum depreşmiştir diye düşünürüm.

- Peki, başka hangi kent sizin için böylesine çekicidir?

Çekicilik olarak almam, etkilemesi önceliğimdir. Örneğin şimdilerde iki yolculuk programım var; ilki İran, öteki İspanya. Ama kendime seçtiğim bu iki ülkenin “odak kent”leri var. Oralardan başlayacağım. Yani çoğunluğun yaptığı gibi “başkent” değil gitmek istediğim yer. Ama Paris elbette ki başka…

Paris Bir Yalnızlıktır / Feridun Andaç / Eksik Parça Yayınevi / 320 s. / 2020.