Yürüyüşe çıkmanın büyüsü
Akşamdan kalma fırtına bulutları Masa Dağı’nın üzerinde asılı duruyor. Hemen yanı başında dağa doğru başını uzatmış gibi duran Lion’s Head Tepesi yine sisler içinde...
Elif GünselEğer bu tepenin zirvesi dumanlı ise herhangi bir Capetonian çok iyi bilir ki birkaç güne kalmaz Cape Town’a yağmur düşer. Şanslıyız... Batı Cape bölgesi bu kış bol mevsimsel yağış aldı.
Barajların doluluk oranı yüzde 96’lara kadar yükseldi. Kent sakinleri pandemi sürecinde en azından yaz döneminde susuz kalma tehdidini bertaraf etti. Hatırlarsınız, dünyanın en büyük metropollerinden Cape Town’da, 2018 yılında üç yıl süren kuraklığın ardından barajlardaki su seviyesi yüzde 30’lara düşmüş, yerel yönetim su tüketimine ciddi kısıtlamalar getirmişti.
Uluslararası haber ajanslarının korku pompalayan “Day Zero - Sıfırıncı Gün” başlıklı haberleri de bir sonraki kuraklık dönemine kadar tedavülden kaldırıldı.
SABAH RİTÜELLERİ SOĞUK SUDA YÜZMEK
Gelgit baskınına uğramış Small Bay’e doğru yürürken sabah sessizliğinin, serinliğin, kül rengi gökyüzünün tadını çıkarıyorum. Doğanın canlandığı ilkbahar günleri uzun yürüyüşler için kullanılmalı. Mark Twain’in de dediği gibi “Yürüyüşe çıkmanın büyüsü; yürüme eyleminde ya da manzaranın güzelliğinde değil, konuşmadadır. Yürüyüş, beyninize kan gitmesi ve dolasıyla zihninizin canlanmasını sağladığında, kendinizle konuşmaktan daha iyi bir vakit bulamazsınız.’’
Yolumun üstündeki cankurtaran istasyonunun önünden geçerken gözüm istem dışı okyanus suyu sıcaklığı, gelgit zamanı, dalga boyu ve rüzgâr yönünün yazılı olduğu tabelaya takılıyor. Tablo; suyun 13 derece, rüzgârın hafif kuzeydoğulu, dalga boyunun 1.4 metre olduğunu ve suların çekilmeye başladığına işaret ediyor.
Edindiğim bilgilerin doğruluğunu test etmek istercesine Atlantik Okyanusu’na doğru bakıyorum. Çizgi çizgi ışık huzmesinin göl yeşili su yüzeyine vurduğu manzarada karaya doğru yüzen iki kişi görüyorum. Yüzücüler, baş bölgesinden ısı kaybını engellemek ve “sörfçü kulağı” denilen kulak enfeksiyonu ihtimalini ortadan kaldırma amaçlı bone harici herhangi bir aksesuvar kullanmamış. Sabah ritüeli soğuk suda yüzmek olan birçok Capetonian tanıdım.
Benguela akıntısının etkisiyle her daim soğuk olan suda dalgıç kıyafeti giymeden yüzmek gerçekten cesaret işi. Cankurtaran istasyonunda uzun yıllar görev yapan, açık okyanus yüzücüsü Derek ile vaktiyle yaptığım bir sohbet geliyor aklıma. “Soğuk suya alışana kadar vücudum tepki veriyor. Alıştıktan bir süre sonra hızla çarpan kalbim sakinleşiyor, kan akışım yavaşlıyor.
Ardından beynimde bir pencere açılıyor sanki. Rüya ile uyanma arasında bulanıklaşan sınır gibi... Ve o sınırda hayata dair ne kadar problem, drama ve hayal kırıklığı varsa okyanus suyunda çözünmeye başlıyor. Bu ritüeli devam ettirdiğim her gün yaşamımı hak etmiş olduğuma inanıyorum” demişti.
Cevabının beni gülümsettiğini hatırlıyorum. Koronavirüs günlerinde yaşamı askıya almamak, en sıradan görünen yerlerde bile bir güzellik aramak ve hepsinden tat almak gibi erdemlere sıkı sıkı sarılmak şart.
GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI...
Bu sahil şeridinin sığ sularında, sualtı ormanlarında yetişen büyük kahverengi ağaç formundaki suyosunu “kelplerin” iyotla karışan kokusunu severim. Ancak kaygan parlak yüzeyi ve solugan eşliğinde suda bir görünüp bir batmaları bana ürkütücü gelir. Bir de Güney Afrikalı uçurtma sörfçüsü bir arkadaşım, 17 metre havaya zıpladıktan sonra başıboş gezinen bir kelpin sert köküne hesapsızca konmuş ve sağ topuğunu çatlatmıştı.
Okyanus içinde ne zaman serseri mayın gibi gezinen bir kelp kökü görsem aklıma bu talihsiz kaza da gelir. Sabah kahvesi için iki yüz yıllık Ons Huisie’ye doğru yürümeye devam ediyorum. Daha önce “visschuur” yani balıkhane olarak kullanılan taş binanın duvarlarında bölgeye gelen ilk yerleşimcilerin balıkları temizlerken, tuzlarken, kuruturken ve ağlarını örerken çekilmiş siyah beyaz sararmış fotoğrafları asılı.
Restorantın taşla örülmüş duvarlarında dolgu maddesi olarak ot, gübre, kum ve az miktar da balina kemikleri kullanılmış. Yaslandığım duvar adeta beni içine çekiyor. Kendimi bir zaman kapsülünün içinde yüzyıl geriye ışınlanmış gibi hissediyorum. Restorantdan içeri giren Eva’nın sesi beni kendime getiriyor.
Yeni Zelanda’ya göç etmek için başvurusu inceleme aşamasında olan arkadaşım bilgisayar sektöründe çalışıyor. Pandemi döneminde evden rahatlıkla çalışabildiği için memnun. Daha iyi olacağına inandığı yepyeni bir hayata başlamak için başvuru sonucunu beklerken ise sabırsız. Söylediğine göre Güney Afrika’dan yapılan göç başvuruları pandemi sonrası yüzde 50 oranında artmış.
Cape Town’da yaşadığı hayattan memnun olduğunu düşünüyordum. Yanılmışım. İçilen sabah kahvesinin ardından eve doğru yürümeye başlıyorum. Arkadaşımın kararı zihnimi meşgul ediyor. Göç etme kararı bir bakıma adaletsizlik, eşitsizlik, ekonomik imkânsızlık, politik istikrarsızlık ve ruhsal körelme karşısında mayalanan hayal kırıklığının dışavurumu ne de olsa. Juan Goytisolo’nun dizeleri geliyor aklıma: “Hepsi beyhudeymiş ey vatanım, henüz vaktimiz varken gel dostça ayrılalım...”
elifgunsel@yahoo.com