Yürüyoruz her şeyin üstüne sessiz ve kederli
César Aira romanı "Flores Geceleri"nde ilginç bir okuma deneyimi vaat ediyor. Emrah İmre çevirisiyle yayımlanan romanda Aira, her şeyden önce daha ilk sayfada farklı bir dünyaya adım atacağınızı hissettiriyor. Bu dünyada nelerin olabileceğini tahmin etmek ise güç. Bunda yazarın romanlarını yazmak için kullandığı tekniğin payı ise oldukça büyük.
cumhuriyet.com.trArjantinli César Aira, 1990’lardan beri onlarca kısa romana imza atan ve yapıtları dünya dillerine çevrilen bir yazar. Türkçede kendisiyle henüz tanışmış olsak da nâmı kendinden önce gelmişti buralara. Her şeyden önce referansı çok iyi yerden Aira'nın: Roberto Bolano'dan... Dünya edebiyatının vazgeçilmez seslerinden Bolano, Aira’yı “çağdaş İspanyolca edebiyatın en iyi yazarları” arasında göstermiş. Kitabın arka kapağında öyle söyleniyor. Bu tavsiye bile bir yazarı inceleme adına ilgi çekici önşartlardan biriyken bir de Aira'nın kendini doğuran, küçük doğaçlama romanlar yazdığını duymak beni kendisine bir adım daha yaklaştırdı.
İlginç bir okuma deneyimi vaat ediyor Aira, Emrah İmre çevirisiyle yayımlanan romanı Flores Geceleri'nde. Daha ilk sayfada farklı bir dünyaya adım atacağınızı hissettiriyor yazar. Bu dünyada nelerin olabileceğini tahmin etmek ise güç. Bunda yazarın romanlarını yazmak için kullandığı tekniğin de payı büyük elbet. Her bölümün kendini doğurduğu, kendi içinden yeni hikâyeler ürettiği tekniği Airas’yı dünya edebiyatında ayrıcalıklı bir yere koyan. Buna da kendince bir ad bulmuş: Türkçede yaklaşık karşılığına "ileriye doğru uçma" diyebiliriz. Bu tekniği doğrultusunda geriye hiç dönmüyor yazar. Hep ileri odaklanarak hikâye bölümlerinin kendilerini yaratmalarına izin veriyor. Ne bir düzeltme ne de geriye dönük bir düzenleme... Alabildiğince bir sonraki kelimeyi düşünerek ilerleme Aira’nın yaptığı. Bu da okuyucu için Aira romanlarını karşılarına neyin çıkacağı belirsiz, sürprizli bir dünya haline getiriyor.
Flores Geceleri'nde de bu durumun -çok fazla göze batmasa da- bir yansımasını görüyoruz. Çok fazla göze batmıyor çünkü Flores Geceleri, kurgusu göz önüne alındığında, buna izin vermiyor. Sadece, romanın ilerleyen bölümlerinde dünyanın birden değişmesi Airas’nın bu tekniğinin nüvelerini veriyor bize. Bu bağlamda da Flores Geceleri’nde iki ayrı roman okuyoruz sanki. Hikâyenin başından beri bize eşlik eden, başrolü üstlenen, hatta romanın merkezleri haline gelen “tatlı” çiftimiz Rosa ile Aldo'nun bir anda sahnenin geri planına çekildiğini görüyoruz. Hatta bu “tatlı” çiftten Rosa, yine bir anda Aldo'yu öldürmesi gerektiğine karar veriyor.
“TATLI” ÇİFT
Romanın ilk aşamadaki merkezi olan bu “tatlı” çiftten bahsetmeye başlamışken, ilginç dünyaya da adım atalım böylelikle.
Rosa ve Aldo, Flores Geceleri’nin önemli iki figürü. Gerek yaptıkları iş gerek davranışları gerekse de özellikleriyle romanın gerçek ve hayal sınırında dolaşan atmosferinin de önemli besleycileri. Biraz tanıyalım bu çifti: “Flores semtinin yaşını almış sakinlerinden Aldo ve Rosita Peyro çifti yalnızca kendilerinin icra ettiği ve duyan az sayıda kişiyi meraka sürükleyen tuhaf bir meslek edinmişlerdi, geceleri semtteki pizzacılardan birinde evlere servis elemanı olarak çalışıyorlardı. Bu işi yapan sadece onlar değildi, zaten güneşin batmasıyla birlikte Flores'in ve bütün Buenos Aires'in sokaklarında, labirentlerde koşuşturan kobay fareleri gibi vızır vızır gidip gelen motosikletli gençler ordusundan da belliydi bu. Ama servisi kendi imkânlarıyla, yani yayan yapan başka bir yaşlı (ya da genç) bir çift daha yoktu.
Örselenmiş orta sınıfımızın tipik birer üyesiydiler; orta karar bir emekli maaşı alıyorlardı, evleri kendilerine aitti, önemli bir giderleri yoktu, ama büyük bir gelirleri de yoktu. Nispeten gençtiler, sağlıkları ve güçleri yerindeydi ve bolca vakitleri bulunmasına rağmen gelirlerine mütevazı bir katkıda bulunmak için daha farklı bir uğraş aramamaları şaşırtıcıydı. İcat peşinde değillerdi, bu iş biraz tesadüf eseri karşılarına çıkmıştı, hem pizzacıyı işleten delikanlıyı tanıyorlardı hem de iş çocuk oyuncağına benziyordu.” Bu tatlı çiftimizin -her ne kadar yazar yaşlarına göre oldukça sağlıklı olduklarını söylese de- yaşlılığın getirdiği bazı sağlık problemleri de var üstelik. Aldo’nun sağ kulağı duymuyor, Rosa'nınsa gözleri görmüyor. Bir diğer anlamıyla ise bu iki yarım bir bütün ederek, geceleri sokaklarda işlerini yaparken birbirlerini tamamlıyorlar.
Ancak bu “tamamlama”yı yine yazar ekseninde görmek gerekir çünkü Aira metinlerinin kaçınılmaz getirisi “tutarsızlık” odağında ele almak gerekir bu “tamamlamayı” da. Ancak bu “tutarsızlığı”, yazar hatası olarak algılamamalı. Çünkü romanda her ne olursa yazar bilincinde gerçekleşiyor ve Airas'ın yazarken kullandığı tekniğin “getirilerinden” biri sadece bu da.
Ortada bir gariplik olduğu gerçek. Pizzacıda yaya servis yapan bir çift, birinin kulakları duymuyor, diğerinin gözleri görmüyor... Evet, garip ama işler bir şekilde tıkırında yürüyor. Müşteriler dahil herkes bu yaşlı çiftten memnun. İşlerin şirazesi ise tüm herkesi altüst edecek bir ölüm haberinden sonra bozuluyor. Bu denge bozan durum ise motosikletli pizza dağıtıcısı olan genç Jonathan'ın fidyeciler tarafından kaçırılıp öldürülmesi ve bunu basının tek haber konusu haline getirmesi... Bu ölüm sadece romanın içinde yaşayanlar adına denge bozan bir unsur olmayacaktır ama. Romanın kendi geleceği de bu ölüm çevresinde şekillencektir.
ZAMAN VE MEKÂN DUVARLARINI AŞMAK
Romanın bu aşamasından sonra ise devreye başka karakterler girmeye başlıyor. Başından beri hikâyenin gidişine önemli bir katkı sunan Rosa ve Aldo geri plana çekilip başsavcı Zendo Mamani Mamani hikâyeye burnunu sokuyor. Onun da bu roman içinde farklı bir hikâyesi var. Jonathan cinayetinin işlendiği gece oğlu da aynı mevkilerde bir trafik kazasına karışmıştır. Bunun dışında daha başka adli olaylar da gerçekleşmiştir o gece. Başsavcı bunların hepsini birbirinden ayrıştırma ya da birleştirme noktasında destek oluyor metne. Yani, bu cinayet başsavcının elleri arasındadır artık ancak onun da bazı sorunları vardır. Bir yıl öncesinden planlanmış bir misafir evindedir ve istediği şekilde adım atamamaktadır. Bir de her şeyin en doğrusunu yapma takıntısı onu bu işinde zorlayacaktır.
Başsavcının metne dahil olmasıyla olaylar biraz daha karmaşık hale geliyor hikâyede ama bir o kadar da tanıdıklaşıyor. Latin Amerika ve Türkiye hikâyeleri arasındaki kanımca her zaman var olan “doku uyuşması” başsavcının hikâyeye dahil olmasıyla biraz daha gün yüzüne çıkıyor. Bu noktadan sonra her şey, her gün daha çok alışageldiğimiz adli olayların çözümüne kavuşma noktasında daha tanıdık bir şekilde seyrediyor. Zaten hikâyenin genel gidişinde ve ruhunda da bu “tanıdık” hava mevcutken, başsavcı bunu perçinliyor. Kurgu bazındaysa görmediğimiz olaylar yaşanmaya devam ediyor. Her şeyin bir anda savruluverme ihtimalinin had safhada dolaştığı Flores Geceleri, başsavcıdan sonra gemi iyice azıya alıyor. Aira, sözcüklerin, imgelerin, beynin ve zamanın duvarlarını aşabilme yetisi sergiliyor romanın bu bölümlerinde adeta. Sona doğru ilerleyen noktada, doruktaki final için saniyeleri havai fişeklerle kutluyor.
Romanın sonuna adım attığımızda ise hiç hesap edilmeyen bir dünya kapılarını açıyor bize: “Meğer herkes suçluymuş.” Ya da fazlasıyla mı hesaplı? Flores Geceleri'nin bunu düşündürmesi bile yeter sebep okunması için.
e.erayak@gmail.com
Flores Geceleri/ César Aira/ Çeviren: Emrah İmre/ Can Yayınları/ 122 s.