Yunus Nadi Roman Ödülü: Başar Başarır
Bu yılki Yunus Nadi Roman ödülü, "Sibop" ile Başar Başarır'a verildi. Daha önce öykü dalında da aynı ödülü alan Başarır ile romanını ve edebiyat serüvenini konuştuk.
Emrah Kolukısa- 2014'te Teklifinizle İlgilenmiyorum ile Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü almıştınız, şimdi de ilk romanınız Sibop ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü... Ne hissediyorsunuz, oradan başlayalım.
- Mutluyum, biraz da şaşkınım. Teklifinizle İlgilenmiyorum, yazdığım son öykü kitabıydı. O bittikten sonra bir hışımla yeni bir öyküye daldım ancak bir türlü işin içinden çıkamadım, şöyle gönlümce “bitti” diyemedim. Metnin üzerinde dalgalara tutulmuş bir kayığın yuvarlanması gibi debelenirken fark ettim ki kabahat bende değildi. Seçtiğim konu yeni bir form gerektiriyor, öyküye sığmıyordu. Böylece ister istemez yeni sulara yelken açıp romanı denemek zorunda kaldım. Tam üç yıl sürdü. Uzadıkça uzayan bir şey roman yazma süreci. Neyse, sağ salim bitirip kapağını kapayabildim Sibop'un. Şimdi onun da ödüle layık görüldüğünü öğrenince hakikaten çok şaşırdım. İtiraf etmeliyim ki böyle bir şeyi beklemiyordum. Jürinin iltifatıdır, ne diyebilirim ki. Velhasıl yazdığım son iki kitap Yunus Nadi Ödülü'ne layık görüldü. Bu çok büyük, içime sığmayan bir onur. Buradan bakınca biraz ürküyorum doğrusu. Teşvik ediyor, evet ama ben zaten yazının tiryakisiyim. Asıl önemlisi omuzlarıma büyük bir sorumluluk yüklenmiş gibi hissediyorum.
"YOLDA KURGUYU DEĞİŞTİRİYORUM"
- Romanın bölümlerini neden "içindekiler" diye bir kısımda sıraladınız? İnsan ilk bakışta bir öykü kitabı okuduğu yanılsamasına düşüyor hatta. Bir romanda çok rastlanan bir yöntem değil...
- Ben zaten öyküden geliyorum. Çeyrek asır boyunca sadece öykü karaladım. Tekrar olacak ama bu kitap da bizatihi bir öykü başarısızlığı sonucu peyda oldu. Yola öykü diye çıkıldıydı. İçindekiler tablosunu kendim için elimin altında tutuyordum. Hatta gece yastıkla boğuşurken içimden sırayı ezbere çalışıyordum. Bir tür harita, bir zaman ve kişiler planlaması gibiydi. İşin sonunda o da metne dâhil oldu. Çeldirici olduğu düşündüm. Mönüyü açıp sizi nelerin beklediğini görebilirsiniz. Yanı sıra, şöyle bir olanak tanıdığını düşünüyorum okura: Bu sayfaya bakıp dilediğiniz herhangi bir bölümden başlayabilirsiniz. Hatta kendinize özgü bir “montaj” yapıp sıralamayı kafanıza göre de değiştirebilirsiniz. Hepsini okuyup bitirdiğinizde özde fazla bir şey değişmez, duygusu aynıdır. Ancak kurgudan aldığınız tadı, anladığınız şeyi kişiselleştirebilirsiniz.
- Öte yandan farklı bir kurgusu da var romanın. Farklı bölümlerde karakterlerle ilgili zaman atlamalarıyla, lineer olmayan bir biçemle kurgulanmış... Bu kurgu, üzerinde çok kafa patlattığınız bir şey miydi, yoksa yazarken kendiliğinden mi oluştu?
- Çok emek verdim, o doğru. Ama akışı en başından böyle planlamamıştım. Yazmaya otururken kurguya dair her şeyi bilen yazarlardan değilim ben. Yolda durmadan değiştiriyorum. Geri dönüyorum. Bölümlerin sırasını karıştırıyor, araya eklemeler yapıyorum. Kesin karar verdiğim iki şey vardı. Birincisi, metin iki ayrı zaman diliminde sıçaramalarla ilerleyecekti, ikincisi de her iki bölgede kullanılan dil birbirinden farklı olacaktı. Söylemek istediklerimi göze sokmadan, incelikle yazıya dökmenin en uygun yolu buydu sanki.
- Bir yandan da bir farklı zamanların İstanbullarını gördüğümüz İstanbul romanı Sibop. Sizin İstanbulla ilişkiniz nasıl yansıyor yazdıklarınıza? Nostalji, acı, hayıflanma... Hangisi daha belirgin?
- İstanbul’a doğdum. Dedemin mezarı bu şehrin köylerinden birinde. Geçmişe, hatıraya da meraklıyım ama nostaljiperest değilim. Bizansın taşı, Osmanlı’nın ahşabı, Cumhuriyet’in betonu benim için aynı ölçüde değerli. Gelişimin, değişimin durdurulamazlığını kafamıza vura vura sokmuşlar anlaşılan. Yine de bir denge olmalı. Kesilen ağaçların sesi, motorun gürültüsü ve hayvnaların kaçışması hâlâ içimde. Şu kadarını söyleyebilirim, yeni binyıl hiç iyi gelmedi bu kente. Kültürlerin damıttığı miras çok acemice harcandı. Sadece yeşil alan, ekoloji filan da değil kaybettiğimiz. Kent kimliği silikleşti. Ağzını açanın damgalanıp terörist ilan edildiği çok hoyrat, çok acemice bir dönem yaşadık, yaşıyoruz. Küçükleri uğruna, çok daha büyük bir servet heba edildi. Sorunuza dönersek en belirgin olan içimde daima taşıdığım kızgınlık.
"SÖZÜMÜN ARKASINDA DURDUM"
- Yirmi beş yılı geride bıraktınız yazarlık hayatınızda. Şimdi dönüp de geriye baktığınızda ne düşünüyorsunuz; hayal ettiğiniz yerde misiniz ya da yazarlık, edebiyat hiç hayal kırıklığı bıraktı mı sizde?
- Edebiyat ona sığınanları şevkatli kollarıyla ayrım yapmaksızın saran müşfik bir ana. Onda aradığını bulamayanlar, zaten yanlış yerden başlamış olmalı diye düşünürüm. Zor zamanlarda, sıkıntılı günlerde insana en iyi gelen daima edebiyat. Hiçbir zaman hayal kırıklığı hissetmedim. Zaten büyük hayallerim de yoktu. Bir isyanla gelmiştim. Sözümün arkasında durdum. Elimden geldiğince yazıyorum. Üstelik daha yeni başlamış gibiyim. Yapılıp denenecek o kadar çok şey var ki. Kendimi hep büyük ve güzel bir şey yazmaya, insanların gönlüne ferahlık verip bu hayata katlanmayı daha mümkün kılan bir edebiyata hazırlıyorum.
- Bir yerde "Yazarlıkla para kazanabileceğine cesaret edemeyen, o yüzden ekmek parasını başka yerde kazanan biriyim" diyorsunuz. Bu aslında Türkiye'deki edebiyatçıların büyük çoğunluğu için geçerli galiba. Bunu aşabilecek miyiz günün birinde?
- Sanmıyorum. Başka işler yapmak zorunda olmak yazarın kaderi bu ülkede. Kendi sanatıyla meşgul olacakken alâkalı, alâkasız yerlerde zaman ve enerji harcıyorsunuz. Ömrünüz geçiyor ama kaleminizin size para getirmesini öncelemeden özgürce yazma şansınız da oluyor. Üstelik girip çıktığınız farklı ortamlar sayesinde malzemeniz bollaşıp ilhamınız çoğalıyor ve hayatın içindeki insanı daha yakından görme şansı yakalıyorsunuz. Yani hem özgürlük hem de bir özür bu. Ayrıca sadece yazarak yaşamanın da ağır bedelleri olabiliyor. Belki herkes için geçerli değildir bu son söylediğim ama bana öyle geliyor. Aslında pek çok sanat dalında benzer bir durum söz konusu. Yıldızlar vardır, onlar büyük paralar kazanır, sanatları sayesinde yaşar. Bir de diğerleri. Ben de onlardan biriyim işte. Hayıflanacak bir şey değil.
- Hep öykülerinizi okumuştuk Sibop'tan önce. Romana devam mı bundan sonra, yoksa yine öyküler mi var tezgâhta?
- Şu anda bir roman üzerinde çalışıyorum. Roman yazmanın zamana yayılması beni çok zorladı, oysa öyküyü masaya oturduktan kabaca bir haftada bitirebiliyordum. Tabiat itibarıyla zor şeyleri seviyorum. Öyküdeki rahatlığıma henüz erişemedim bu yeni minderde. Dolayısıyla başlamışken biraz daha kendimi zorlamak, yeni bir şeyler denemek istiyorum. Umarım yapabilirim.
Sibop / Başar Başarır / Can Yayınları / 328 s.