Yükseköğretimde Yeniden Yapılanma ve Eğitim-Öğretim Yanılgısı
cumhuriyet.com.trBugün üniversitelerimizi yeniden yapılandırma ve kalite güvencelerini düzenleme sürecinde deney, gözlem, sentez ve yorum yapabilen, akılcı, araştırıcı, üretici ve yaratıcı bireyleri yetiştirebilen bir eğitim kalitesini gerçekleştirmek zorundayız.
Sayın Başbakan’la birlikte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı halen yürürlükte bulunan “Özürlüler Yasası”nda öngördükleri yeni düzenlemeler çerçevesinde her şeyden önce yasanın adını “Engelliler Yasası” olarak değiştireceklerini geçen aylarda kamuoyuna duyurmuş bulunuyorlar.
“Özürlü” sözcüğünün engellilerimizi rencide ettiği çok iyi biliniyor. İnsanları aşağılayıcı bir tarafı olan bu sözcüğün yerine uluslararası literatürde artık son derece insani gerekçelerle “engelli” sözcüğü kullanılıyor. Buna bağlı olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bünyesindeki genel müdürlüğün adının da “Engelliler Genel Müdürlüğü” olacak şekilde değiştirileceği, ilgili mevzuatta da bundan böyle “özürlü” sözcüğünün kaldırılarak yerine “engelli” sözcüğünün kullanılacağı dile getiriliyor.
Sayın Başbakan ve sayın bakanın sözcük-kavram arasındaki anlamlılık bağlantısıyla ilgili hassasiyetlerini takdir etmemek mümkün değil.
11. Asırda yaşamış olan Yusuf Has Hacib ünlü eseri “Kutadgu Bilig”de “Aklın süsü dildir; dilin süsü ise sözdür” ifadesini kullanmış. İngiliz tiyatro yazarı Arnold Wesker da “Dildeki sözcükler ve bunların taşıdıkları kavramlar, üzerine düşünce ve fikirlerin asıldığı askılardır” demiş. Bizim kültürümüzde yer alan “Dervişin fikri ne ise zikri de odur” deyimi halk arasında sık sık kullanılan bir deyimdir.
Bugün gerek Milli Eğitim Bakanlığı gerekse de Yükseköğretim Kurulu ile ilgili kanunlarda, bunlara bağlı olan yönetmelik ve yönergelerde, idari ve akademik birimlerin adlarında (eğitim-öğretim komisyonu veya daire başkanı gibi), yazılı ve görsel medyada, Resmi Gazete’de, kısaca her vesile ile her yerde “eğitim-öğretim” klişesi alışılagelmiş bir şekilde kullanılıyor.
Çağdaş eğitim anlayışı
Eğitimle öğretim kavramlarını bir araya getirmek suretiyle kim bilir kim tarafından türetilen bu klişe, taşıdığı anlamsızlık bakımından, çağdaş “eğitim” anlayışıyla bilimsel olarak bağdaştırılması imkânsız bir yanılgıyı yansıtmakta. Dervişin zikrindeki tutarsızlık yüzünden fikrinin ne olduğu anlaşılmaz bir hale gelmiş!..
Eğitim-öğretim kavramı “öğrenme” işlevini hiçe sayan, öğrenim sürecinin ne olduğunu hiç dikkate almadan, sanki eğitim denilince sadece “öğretim” işlevinin geçerli olması gerektiğini öngören sakıncalı bir kavramdır.
Bilindiği üzere “eğitim” faaliyetinin biri “öğretmek”, diğeri de “öğrenmek” olmak üzere birbirine içsel bağlantısı bulunan iki ayrı yönü vardır. Kısaca, “eğitim = öğretim + öğrenim”dir.
“Eğitim-öğretim” kavramıysa taşıdığı anlamlılığa göre, öğrencinin sınıfta öğretmen karşısında dinamik ve katılımcı bir güç olarak yetişmesi yerine pasif bir dinleyici olması anlayışını vurgulamaktadır. Başka bir deyişle, bu kavramla eğitim faaliyetinin “öğrenici merkezli” bir yöntemle yürütülmesi değil, “öğretici merkezli” bir yöntemle yürütülmesi gerektiği ifade edilmektedir.
‘Eğitim-öğretim’ kavramı
Bugün bir yönetmelik veya yönerge hazırlamak veya resmi makamlara bir yazı yazmak gerektiğinde, yanlış bir kullanım olduğunu bildiğiniz halde “eğitim-öğretim” kavramını hukuki olarak kullanmak zorundasınız. Oysa, doğru bir kullanım olan “öğretim ve öğrenim” sözcüklerini kullanamıyorsunuz; kullanabilmeniz için yeni bir kanunun çıkarılması gerekiyor.
Çağdaş eğitimin temel amacı öğrencilere “öğrenmeyi öğretmek”, yani öğrencilere bilgi aktarmak yerine onların öğrenme süreçlerini yönlendirmek ve öğrenme becerilerini geliştirmelerinde onlara destek olmak, kendi kendine öğrenebilmelerini onlara öğretmek ve yaşamları boyunca kendi kendilerini eğitebilecekleri bir düzeye yükselmelerine yardımcı olmaktır.
Konfiçyus’un her zaman her yerde sık sık kullanılan klasik sözünü anımsamakta fayda var: “Birine bir balık verirsen, onu ancak bir gün doyurabilirsin; ama ona balık tutmayı öğretirsen onu hayat boyu doyurursun.” Anlaşılıyor ki, Konfiçyus bir toplum için üretken ve yaratıcı bir insan gücünü yetiştirmenin yolunu asırlar önce göstermiş.
Sağlıklı bir “öğretim” faaliyeti, “öğrenim” işlevinin niteliği, oluşumu, süreci gibi özelliklerin ne ve nasıl oldukları hakkıyla anlaşılmadan yürütülemez. Aksi durumda, “eğitim”, öğretici tarafından bilgi yüklemesinin yapılmasından başka bir şey olmaz; öğrenci de olsa olsa bir ezberci haline gelir. Her eğitimci, gerçekten verimli olabilmek için, alanı ne olursa olsun (fizik, matematik, tarih, sosyal bilimler, anadili eğitimi, yabancı dil vb.), o alana ait pedagojik yöntem ve teknikleri, öğrencinin en kolay ve doğru bir şekilde öğrenmesini sağlayacak bir biçimde “öğrenim stratejilerine” göre belirlemekle sorumludur.
Örneğin, anadil veya yabancı dil öğrenimi kesintisiz olarak süreklilik gerektiren, dahası yaşam boyu devam eden bir eğitim faaliyetidir. “Öğretim”, yabancı dil öğrenim sürecini, amacını, becerisini, hızını, etkinliğini, gelişimini yönetmektir. “Öğretici” , öğrenim yöntem ve araçlarını yöneten, yol gösteren, öğrenciye danışmanlık yapan, onun destekçisi olan, kısaca, öğrenciyi bilinçlendirerek ona bir yabancı dili nasıl “öğrenebileceğini öğreten”dir. “Öğrenci” ise yabancı dil öğrenim sürecinin sorumluluğunu bilinçli olarak bizzat üstlenen ve ilgili yabancı dili “öğrenmeyi öğrenme” uğraşısı içinde olan bireydir.
‘Öğrenme’yi hiçe saymakta
Böylece, “eğitim-öğretim” kullanımı, eğitimin ancak “öğretme” yönüne ağırlık vermekte. “Öğrenme”’yi ise hiçe saymakta. Oysa geleneksel olarak ezbere dayanan, kuru kuru bilgi yüklemesi yapan, kişiyi dar kalıplar içerisinde düşünmeye yönelten, yeteneklerin ve zihinsel gelişimin körelmesine neden olan ‘eğitim-öğretim’ gibi çağdışı bir eğitim düşüncesi, yaratıcılığı değil, bugün ülkemizde olduğu gibi sadece bilgi yükünü ölçen süzgeçler haline gelmiş bulunan bir sınav düzenine yol açar. Diğer taraftan, bugün Yükseköğretim Kanunu Taslağı kamuoyunda tartışılırken, “Yükseköğretim Kurulu” adının “Türkiye Yükseköğretim Kurumu” olarak değiştirileceği beyan edilmiş bulunuyor. Peki ama “kurul-kurum” sözcükleri arasındaki kavramsal anlam farklılığı üzerinde hassasiyet gösterilirken neden acaba “eğitim-öğretim” klişesinin kaldırılması, bunun yerine ya “öğretim-öğrenim” sözcüğünün ya da kısaca “eğitim” sözcüğünün kullanılması gerektiği göz ardı ediliyor?
Bugün uluslararası literatürde “yükseköğretim” diye bir kullanım yoktur, “yüksek eğitim” vardır. Örneğin Amerika, İngiltere, Avustralya, Bahreyn, Katar vb. ülkelerde “Higher Teaching Council” adını değil, “Higher Education Council” adını taşıyan kurumlar bulunmaktadır. YÖK, İngilizce olarak yayımladığı web sitesinde kendi adını “The Council of Higher Education” diye yazmış. Yani, diğer ülkelerdeki kavram birliğine ters düşmemiş. Dünyaya karşı “Higher Education” sözcüğünü kullanan YÖK, kendi ülkemizde doğru karşılığı teşkil eden “yüksek eğitim” sözcüğünü değil, her nedense “yükseköğretim” sözcüğünü benimsemiş. Dervişin zikri de fikri de büsbütün dağınık bir hale gelmiş.
Sonuç olarak, bugün üniversitelerimizi yeniden yapılandırma ve kalite güvencelerini düzenleme sürecinde deney, gözlem, sentez ve yorum yapabilen, akılcı, araştırıcı, üretici ve yaratıcı bireyleri yetiştirebilen bir eğitim kalitesini gerçekleştirmek zorundayız. Bunun için de öncellikle “eğitim-öğretim” yerine “öğretim-öğrenim” düşüncesini benimsemek ve bunu da kavram olarak her alanda (“ilk eğitim”, “orta eğitim” vb.) kullanıma sokmak gerek.