Yorulmayan şehir...

Fransa İstanbul Başkonsolosu Buchwalter, ‘Weber’in büyük kentler için söylediği bir sözü vardır. Yanlış hatırlamıyorsam, büyük kentlerin havası insanları özgürleştiriyor der. Sanki bu cümle İstanbul için yazılmış gibi geliyor bana. İnanılmaz büyük bir enerji veriyor bu şehir, özgürlük hissi veriyor. Yorulmayan şehir İstanbul. Yoran derseniz o da doğru...’ diyor.

Mine Esen
Fransa İstanbul Başkonsolosu Bertrand Buchwalter, Türkiye’ye veda etmeye hazırlanıyor. Dört yıllık görevinin ardından şimdiki istikamet Londra. Bu veda bir nevi görev icabı çünkü Türkiye ile bağının süreceği kuşkusuz. Henüz 2 yaşındayken merhaba dediği Türkiye, hayatının önemli dönemeçlerinin tanığı; çocukluk anılarından yetişkinliğine evliliğinden diplomasi kariyerine... Yaşam hikayesi vatanı Fransa’dan Ankara, İstanbul hattına uzanan kesişmelerle dolu.
Şimdilerde Türk eşi ve çocuklarıyla birlikte İngiltere macerasına hazırlanan Buchwalter’la İstanbul’daki tarihi Fransız Sarayı da olarak bilinen konsolosluk rezidansında buluşuyoruz. Beyoğlu’ndaki yapının büyüleyici bahçesine açılan yüksek tavanlı, aydınlık salonunda sıcak sohbetimizde bu topraklarla buluşma hikayesini, korona gölgeli günleri nasıl geçirdiğini, onun gözünden İstanbul’u konuşuyoruz.
Sohbetimizde son dönemde gerilen Ankara-Paris hattı da haliyle gündeme geliyor. Buchwalter’ın hayata karşı genel pozitif yaklaşımı diplomasi bakış açısında da hakim. İki ülke ilişkilerinin uzun tarihine atıfla, “Elbette farklı konulara, farklı tutumlarımız olabilir. Her iki taraf da tartışmayı seviyor. Mücadeleci ve tutkulu. Kardeş gibiyiz, bazen tartışma sertleşebiliyor. Daha fazla diyaloğa, toplumlar arası daha fazla iletişime ihtiyacımız var. Bunun geçici bir süreç olduğunu düşünüyorum” diyor.

İstanbul’daki görev döneminiz bitiyor. Veda birazda koronalı günlere denk geldi, haliyle günlük yaşamda kısıtlamalar oldu. Siz bu süreci nasıl geçiriyorsunuz? Siz de birçokları gibi mutfağı yeniden keşfedenler, kendi ekmeğini yoğurdunu yapanlar arasına katıldınız mı?

Ben şanslıydım. Kısıtlamaların yoğun olduğu süreçte ofisimi buraya taşıdım. Ama işi eve getirmemeye de çalıştım. Ev üst katta, ofis aşağı katta bir düzen kurdum. Olumlu yanı ailemle daha fazla vakit geçirme şansım oldu. Kuşkusuz Paris’te olsaydım bu şekilde rahatlık olmazdı zira daha küçük bir evden çalışıyor olurdum.
Mutfak, ailecek birlikte daha fazla vakit geçirmemizde de önemli bir yer tuttu. Yoğurt, ekmek yapmadım ama pasta denemelerim oldu doğrusu! Gerçi çocuklar annelerine babam fazla şeker koydu diye şikayet etmişler, o da ayrı. Çikolatalı, bademli kek de yaptım. Fena olmadı.
 

İNSANIN İNSANA İHTİYACI VAR

Covid-19’la birlikte sıklıkla artık eski normal olmayacak söylemleri var. İnsan yerine sanal zekanın daha etkin kullanımına yönelim vs. Sizce bu “yeni normal dönemde” insan faktörünün etkisi azalacak mı...

Sanmıyorum. Evet, çalışma yöntemleri değişti. Zoom gibi uygulamalar girdi hayatımıza. Mesela benim kızım 4.5 yaşında. Bir gün işten eve geldim, bana “baba seninle konuşamayacağım şimdi, zoomum var” dedi! Bu yaşadığımız süreçte küçükten büyüğe hepimiz yeni yöntemleri keşfettik haliyle. Ama bu tümüyle tek boyutlu teknolojik bakışlı yaşam anlamında olmamalı. Bu yöntemler insanın yerini alabilecek bir şey değil. İnsanların birbirlerine ihtiyaçları var ve sanal hayat tek başına yeterli değil.
 Bakın diplomasi de de öyle. Bizim görevimiz insanlarla buluşmayı, sorunlarını dinlemeyi, anlamayı, başkente kendi değerlendirmelerimizi aktarmayı da kapsıyor. Bunu sadece sosyal medya uygulamaları, görüntülü görüşmeler üzerinden yapmanız mümkün değil. Elbette teknolojik uygulamalar işinizi kolaylaştırabilir. Ama önemli anlarda, kritik konularda yüz yüze görüşmek, samimiyetle diyalog etkili iletişim için çok önemli. Zaten AB içinde de toplantılar yeniden yüz yüze başladı. Bu arada küresel çaplı bu salgına karşı uluslararası dayanışma, işbirliğinin önemi bir kez daha görüldü.

Türkiye ile yolunuzun kesişmesi çok uzun yıllara dayanıyor... Çocuk gözünden diplomasi hayatına Ankara, İstanbullu yıllarınız nasıldı....

İki yaşındayken ailemle birlikte Türkiye’ye geldim. Babam o zaman Ankara’daki Fransız Elçiliği’de görevliydi, askerdi. Dört kardeşiz. 1979’dan bahsediyoruz. Bambaşka bir Türkiye. Tabii iki yaşındaydım çok hatırlamıyorum. Darbe dönemleri, belirleyici yıllardı. Türkiye, bizi çok etkiledi, şekillendirdi. İnanılmaz anılarım var. O zaman çok geziyorduk Türkiye’de. Çok küçüktüm ama annem babamdan o dönemin Ankarası’nın anlatımlarını hatırlıyorum. Ankara’nın başkent olarak haliyle kültürel yaşamı da çok yoğundu.  Annemin, babamın görüştüğü çevreler arasında yazarlar, akademisyenler de vardı. Mesela Enis Batur o zaman Ankara’da yaşıyordu. Sonra yolumuz burada da kendisiyle kesişti. Bildiğiniz gibi yazdıkları Fransızcaya da çevrildi. Burada kendisine sanatçılara verilen en önemli nişanı da takdim ettik.
Ailemle Türkiye’nin birçok yerini gezdik. Yazları genelde Side’ye gidiyorduk. Kuşadası da gittiğimiz yerlerdendi. Keyifli günlerdi. Ankara’da ki sefirlikte çocukluk dönemine ait birçok güzel anım var.
2 yaşında başlayan ilk Türkiye dönemi 4 yıl , 6 yaşıma kadar sürdü. Türkçem bu döneme dayanıyor. Bana ve kardeşime bakan Elif Hanım’la yakın bir bağ kurduk. Türkçeyi ondan öğrendim. Ve o zamanlar şu ankinden daha iyi konuşurdum. Hatırlıyorum, 80’lerin başında tek bir kanal vardı ve akşam kardeşlerimle birlikte Dallas seyrederdik. Babamlar dışarıda olurdu. Ben kardeşlerim için Dallas’ı Fransızca’ya çeviriyordum. Büyük ihtimalle söylediklerinin ne ifade ettiğini anlamıyordum o da ayrı!
Babamın görevi sona erince Türkiye’den ayrıldık. Yaklaşık 5 yıl sonra 80’lerin sonunda tekrar Türkiye’ye döndük. Türkçeyi neredeyse unutmuş bir durumdaydım. Gelince her şeye yeniden başladım.

Çocukluk dönemi sonrasında yeniden Türkiye’ye dönüş nasıl oldu? Kariyerinizde uluslararası siyaset, diplomasiye ilginiz nasıl başladı?

Sonraki yıllarda öğrenci olarak kendim Türkiye’ye geldim. Fransız Anadolu Araştırmaları Merkezi’nde çalıştım. Marmara Üniversite’sinde okutmanlık yaptım. Uluslararası ilişkiler, diplomasi konuları hep aklımda, kalbimde olan bir şeydi. Babamın mesleği bir ülkeden başka bir ülkeye gitmeyi de içeriyordu, tayinler vardı o hayatın normalinde.
Babam ilk görevlendirmeyle Ankara’ya geldiğinde kendi kendine Türkçeyi öğrenmiş. Türkiye ile çok sıkı bağ kurdu. Bu beni çok etkiledi. Evet bir yerde görevlisiniz tamam ama o ülkeyle teması, diyaloğu samimiyetle kurmak önemli. Buna hayran oldum ve büyüyünce buna devam etmek istedim. Ama onun gibi asker olmak istemedim. Diplomasi hep içimde vardı.
Eğitimimi Paris Siyasal Bilimler Enstitüsü’nde yaptım. Doğu Dilleri Enstitüsü’nde Türkçemi geliştirdim. Ankara’ya elçiliğe başkatip olarak atandım. Eşimle de Ankara’da tanıştım.
(Burada bir parantez açalım, Buchwalter oğlunun ismini şarkıcı Teoman’dan esinlenerek Teoman koymuş. Nedenini sorduğumda gençlik diyor gülerek.)

Hayatınız çok kültürlülük kavramı üzerine kurulu. Geçmişinizden gelen bu tecrübe kariyerinize olumlu katkı sağlıyor olmalı...

Aynen, bu bakış açısı önemli. İstanbul Başkonsolosluğu görevine başlayalı Eylül’de 4 yıl olacak. Zaman çabuk geçiyor. İki çocuğumuz var. Onlar hem Fransız, hem Türk. İki isimleri var. Bu kültürler arasında daima bir bağ kuracaklar. Bundan sonraki görev yerim İngiltere. Fransa’yı Kültür müşaviri olarak temsil edeceğim. Birleşik Krallık Institut Français’nin (Fransız Kültür Merkezi) Müdürü olarak atandım. Bir ülkeye yakınlığınızda kültür önemli bir bağ. Bunu kuvvetlendirmemiz lazım. Haliyle İngiltere’de Brexit’le yeni bir sayfa açılıyor. İngilizler de bildiğiniz gibi bu süreçle ilgili sıklıkla, “AB’den çıkıyoruz ama Avrupa ile kopmuyoruz” vurgusu yapıyor. Kültür de bu işbirliği, diyaloğun önemli bir parçası.

Diplomasinin kilit noktalarının başında ne var sizce?

Dinlemek, anlamaya çalışmak. Bildiğinizi düşündüğünüz her şeye karşı her zaman sorgulayıcı olmak gerekir. Bilgi akar. Yeni ufuklara, nesillere açık pencere tutmanız gerekiyor. Ben bunu denemeye çalıştım, başarabildim mi bilemiyorum. Her zaman yeni bakış açısı gerekiyor. Aynı görüşlere sahip olmayan kişilerle de görüşmek, onları dinlemek çok önemli.

 GALATA UNESCO LİSTESİNE GİRMELİ

Yaşadığınız Beyoğlu’na hayranlığınızı biliyoruz. Peki genel olarak İstanbul sizin için ne ifade ediyor...

Max Weber’in büyük kentler için söylediği bir sözü vardır. Yanlış hatırlamıyorsam, büyük kentlerin havası insanları özgürleştiriyor der. Sanki bu cümle İstanbul için yazılmış gibi geliyor bana. İnanılmaz büyük bir enerji veriyor bu şehir, özgürlük hissi veriyor. Yorulmayan şehir İstanbul. Yoran derseniz o da doğru...
 Bir misafirim bana İstanbul hakkında sorular soruyordu. İstanbul tüm Türkiye’yi temsil edebilir mi diye meraktaydı. Ben de ona İstanbul tüm Türkiye’yi temsil etmiyor ama tüm Türkiye İstanbul’da dedim. Farklı kültürleri buluşturan şehir burası. Beyoğlu’nda bunu çok iyi görüyoruz. Beyoğlu konusunda bazen eleştirilerde haksızlık da yapılıyor diye düşünüyorum. Beyoğlu o eski Beyoğlu değil diye... Evet değiştiğinin farkındayım... Şehirler çabuk kabuk değiştiriyor. Kabuk değişti, çok büyüdü ama kimliğini de bir şekilde korudu sanki. Beyoğlu farklı kültürlerin beşiği, Galata özellikle. Galata UNESCO listesine girmeli bence. Bu mahalle hala farklı kültürlerin iç içe geçtiği, farklılıkları buluşturan bir bölge.

İstanbul’da sizin için nefes noktaları neresi?

Burada Beyoğlu’nun merkezinde yaşadığım için çok şaslıyım. Şu anda bulunduğumuz bu arsanın geçmişi Fransa için 1590’lardan bu yana sürüyor. Bu bina 1847’de tamamlanmış. Manzara değişmedi diyebilirim. Özellikle koronalı günlerde üst katlardan gördüğümüz manzara etkileyici, bir boydan diğerine İstanbul önünüzde uzanıyor sanki... Sarayburnu’ndan arkada dağların göründüğü siluet o eski dönemlerdeki gravürleri andırdı eve kapandığımız günlerde... Çok etkileyiciydi.
Boğaz derseniz... Hangi noktası olursa olsun bana nefes veriyor, içimi rahatlatıyor. Kuzguncuk, Beylerbeyi, her noktası güzel. Kanlıca’yı da severim yoğurduna bayılırım. Biz burada ailece tramvaya, vapura bineriz. Korona öncesi sık sık adalara, Kadıköy’e giderdik. Kadıköy’deki çarşı da keyifli. Çiya’nın yemeklerine bayılıyoruz.

Türkiye’de en sevdiğiniz yemek nedir?

Çocukluğumdan gelen tat diyelim, sigara böreği. Dışarıda güzel bir sigara böreği bulmak zor. Çok yağlı olabiliyor, bekletilmiş oluyor. Oysa sigara böreği taze yenmeli. İçi yumuşak, dışı çıtır olmalı. Karmaşık bir denge. Ben yapamıyorum ne yazık ki. Ama eşim yapıyor, kayınvalidem müthiş yapıyor.

EY ÖZGÜRLÜK...


En sevdiğiniz sanatçılardan birinin de Zülfü Livaneli olduğunu söylemiştiniz... Ey Özgürlük şarkısını özellikle...

Zülfi Bey’e de söyledim bunu. Geçtiğimiz yıllarda, kendisini sıkça görme şansım oldu ve son olarak da Ocak ayında bir konserine gitmiştim. Ben yanına gidip Zülfi Bey size hayranım, çocukluğumdan beri şarkılarınızı dinliyorum demiştim. Ankara’da yaşadığımız yerin karşısında,  Zülfi Livaneli’nin kasetlerini aldığımız bir dükkan vardı.  Mesela Side’ye gideceğimiz zaman babam yol boyunca bu kasetleri çalıyordu. Böylelikle Türkçesini de geliştirme hedefindeydi. Ey Özgürlük’ün sözleri çok etkileyici... Bildiğiniz gibi Fransız ünlü şair Paul Eluard’ın şiiri. Çok siyasi bir şiir... Zülfü Bey buna inanılmaz bir boyut verdi.

Sevdiğiniz Türk edebiyatçılar arasında kimler var? 
 
Nazım Hikmet, Orhan Veli, Yaşar Kemal, Hakan Günday, Mahir Güven, Mario Levi,  Aslı Erdoğan.

KARDEŞ GİBİYİZ AMA BAZEN TARTIŞMA SERTLEŞEBİLİYOR

Son dönemde Ankara-Paris hattı epey gerilimli. Doğu Akdeniz, Libya, AB üyeliği gibi zorlu başlıklar sert tartışmaların merkezinde. Bu gerilimli dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aramızda tarihe dayalı bir samimiyet, ilişki var. Bu samimiyetin ruhunu tekrar keşfetmeliyiz. Farklı görüşler olabilir, mutlaka oldu ve olacak. Ama onlardan ötesine geçmek, ortak noktalarda buluşmak gerekiyor.
Elbette farklı konulara, farklı tutumlarımız olabilir ama dediğim gibi ilişkiler çok uzun bir geçmişe uzanıyor. Her iki taraf da tartışmayı seviyor. Mücadeleci ve tutkulu. Kardeş gibiyiz ama bazen tartışma sertleşebiliyor. Daha fazla diyaloğa, toplumlar arası daha fazla iletişime ihtiyacımız var. İnanıyorum ki şu anki durumu aşacak potansiyele sahibiz. Bunun geçici bir süreç olduğunu düşünüyorum. Yakında Ankara’da yeni Fransa Büyükelçimiz güven mektubunu sunacak. Sanırım 87. büyükelçimiz. Çoğu ülkeler arasında böyle uzun bir hikaye yok. İkili ilişkilerde diyaloğun, samimiyetin rolü büyük. İnanıyorum ki bu sayfayı geride bırakacağız. Nazım Hikmet’in de söylediği gibi, en güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız...

MARTILARIN SESİ...

 İstanbul’dan giderken aklınızda en çok kalacak olan şey ne?

Şimdi duyduğumuz martıların sesi. Belki Londra’da da duyarım, bilmiyorum. Bir de bu binadan baktığımda Sarayburnu’na kadar uzanan o etkileyici İstanbul görüntüsü..   
Beni etkileyerek, İstanbul’da hayatıma renk katan kişilerin hatırasını, bilhassa da bir toplumun, bir ülkenin ne kadar demokratik ise o derece güçlü olduğuna, benim gibi, inanan kişilerin hatırasını yanımda götürüyorum.

Dünyada artan popülizm ve ayrımcılık tehlikesine karşı panzehir sizce nedir?

Popülizm ve içe kapanma büyük tuzaklardır. Bunların üstesinden gelip, bizi birleştiren şeyi bulmak için “onlara” karşı “biz” söyleminin ötesine geçmek büyük emek ve kararlılık isteyecektir.

Fransa da olduğu gibi dünya genelinde gençler başta olmak üzere çevreci hareketlere desteğin artmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerek Avrupa gerekse dünya ölçeğinde, bilhassa iklim değişikliği ile mücadeleye ve küreselleşme konusunda uzlaşı sağlamaya yönelik ortak çözümler aramaya devam edilmelidir.
Günümüz gençliğinin benim büyüdüğüm dünyadan daha zor bir dünyada büyüdüğü kuşku götürmese de benim gençliğe inancım tam!
 
Buchwalter, görev süresince konsolosluk bünyesinde yaptıkları etkinlikler arasında şunları da sayıyor: 

- Kadın hakları günü vesilesiyle Fransız Kalkınma Ajansı ve TSKB ile ortaklaşa düzenlenen, kadın istihdamına yönelik paneller:
- Eğitim: Fransa’da eğitim görmüş Türk öğrencilerle, Türkiye’de eğitim görmekte olan Fransız öğrencileri buluşturan, her yıl düzenlenen Erasmus resepsiyonları. İstanbul'un saygın üniversitelerinde, Avrupa Birliği konusunda, yapılan sunum ve konuşmalar.
- Sanat: Fransa Sarayı’nda düzenlenen edebiyat ödül törenleri, Fransa ile Türkiye ilişkilerine katkıları bulunan, Türk iş insanları, sanatçı, akademisyenlerin nişan törenleri, İKSV’nin düzenlediği bienale ev sahipliği.
- Gastronomi: Fransız ve Türk mutfağını buluşturan “Goût de France” etkinliği. Özyeğin Üniversitesi bünyesindeki le Cordon Bleu'nun düzenlediği Gastronomy Trends buluşmalarına ev sahipliği.
- İklim ve çevre: Avrupa Birliği ülkelerinin temsilcileriyle düzenlenen etkinlikler.
- Her yıl Ramazan ayında Fransa Sarayı'nda düzenlenen, her kesimden ve dinden, inananları ve inanmayanları buluşturan iftar yemekleri.