Yok sayılan muhteşem kadınlar

Ne tarih, ne sinema, ne edebiyat, ne bilim bu kadınları yeterince anlatmaz...

Mustafa K. Erdemol

The Dig'den bir kare...

The Dig adlı filmi mutlaka izleyin. Beğeneceksiniz. Neredeyse tüm oyuncuları benim aktörlerim, aktrislerimdir. Bir arkeolojik keşfin öyküsünün anlatıldığı filmi keyifle izledim ama anlatacak değilim. Arkadaşım Emrah Kolukısa iki hafta önce bu filme ilişkin hayli ayrıntılı, güzel bir yazı yazdı, okumuşsunuzdur.

Keyifle izledim tabii de özellikle bir sahne çok ama çok canımı sıktı. Kitaplardan uyarlanan filmlerin pek başarılı olmadığı düşünülür; bu film için bu tamamen geçerli değilse de o sahne bana da bir kez daha bu görüşün doğru olabileceğini düşündürttü, ne yalan söyleyeyim. Sahne şu; evin sahibesi Edith Pretty evinin bahçesinde amatör bir arkeoloğun yaptığı kazıyı sandalyesinde oturarak izler. Sadece bir kere vardır bu sahne ama seyircinin kafasında Pretty’nin tüm bu olağanüstü işler yapılırken sadece “seyirci” olduğu düşüncesini uyandırıyor. Bunun büyük bir haksızlık olduğunu düşündüm. Bu çok beğendiğim filmde tüm dünya arkeolojisini heyecanlandıran bir buluşun sahibi olan Pretty’nin ne kadar işlevsiz bir hale sokulduğunu gördüm.

Edith Pretty

HAKKI YENMİŞ BİR KADIN

Oya hiç de öyle değildir. Belki kazıları zaman zaman sandalyesine oturarak izlemiş de olabilir ama filmde diğer yaptıklarından çok az söz edildiği için bu görüntü tüm yaptığının bu olduğunu düşündürtebilir izleyenlere. Büyük günahtır bu. Çünkü bu muhteşem kadın “insan merakı”nın iyi yönlendirilirse nelere yol açabileceğinin çok iyi bir örneğidir. Kimseyi inandıramadığı için evinin bahçesinde bir dünya hazinesi yattığına inandırmakla geçirmiştir zamanının çoğunu. Kadın olduğu için sözünü dinletmesi kolay olmamıştır. Mısır’da gezmiş, Nil kıyısındaki arkeolojik kazıları izlemiş bir arkeoloji tutkunuydu. Biraz da spiritüal inançlarının zorlamasıyla bahçesindeki höyüklerde araştırma yapılması için çırpınmıştı. Önce British Museum uzmanlarını ikna etmesi gerekmiş, kazı için bütçe çıkarma peşinde koşmuş, irili ufaklı bürokratik engeli, nihayet bölgede kendisine yönelik önyargıları aşma mücadelesi vermiş, tümünün üstesinden gelip dünyanın en önemli arkeolojik hazinesini insanlığa armağan etmişti.

Bugün onun ısrarı, elbette öngörüsü sayesinde evinin bahçesinde kazılan höyüklerde bulunan devasa anglosakon gemi kalıntılarını gidip görebiliyoruz sergilendiği müzede. Bu kalıntılar bulunduktan tam on iki yıl sonra adının yazıldığı bir plaketi sergi salonuna asma “lütfunu” gösterdiler Pretty’nin. Hakkı yenmiş, kendisine çok az reva görülen değeri çok geç fark edilmiş müthiş bir kadındı. Ama kadındı. Tüm yaşadıkları bu yüzdendi zaten. O nedenle filmde sadece evinin bahçesinde kazı izleyen biri gibi gösterilmesi kanıma dokundu.

Mary Anning

DİNOZORLARI BULAN BİR KADINDI

Kadınların başına bu hep gelir, malum. İngiliz fosil araştırmacısı (eğitimi falan yoktu, çok az okuma yazma bilirdi) Mary Anning de hakkı yenmiş kadınlardandır. 1799, Lyme Regis doğumludur. Güzel yerdir, fosil cennetidir, gittim buralara ben. Babası marangozdu Mary’nin ama fosil araştırmaları konusunda kendini yetiştirmişti. Bulup satardı, bölgenin özelliğinden ötürü yapılacak başka iş yoktu çünkü. O dönem babalarının asla yapmayacağı bir şeyi yapıp kızı Mary’ye altı yaşından itibaren bir fosilin nasıl bulunacağını, temizleneceğini öğretti. Bu çok az okuma yazma bilen kız çocuğu kendi kendine jeoloji, anatomi öğrendi.

Henüz 12 yaşındayken 1811 civarında garip görünümlü fosilleşmiş bir kafatası buldu. Daha da araştırınca 1883’de 5.2 metre uzunluğundaki iskeletini de buldu bu kafatasının. Bir canavar keşfetti diye korkanlar da oldu ondan. Bilim adamları bir timsah sandılar buluşu. Sonunda Ichthyosaurus veya 'balık kertenkelesi' olarak adlandırıldı fosil. Oysa ne balıktı ne kertenkele. Mary,  200 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen büyük bir deniz sürüngeninin fosilini bulmuştu.  Sürüngene yakın' anlamına gelen Plesiosaurus'un tüm iskeletini keşfeden ilk kişi odu. Bilim dünyasını çalışmalarını tanımadı ama. 1828'de Mary, bu sefer uzun kuyruklu, kanatlı garip bir iskelet buldu. Bulduğu şey ilk Pterozordu daha sonra Pterodactyl adıyla bilinen büyük bir dinozor yani. Mary 1847'de, henüz 47 yaşındayken göğüs kanserinden öldü, mali sıkıntı içinde hem de. Londra'daki Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenen ichthyosaur, plesiosaur, pterosaur adlarını taşıyan dinozorlar onun keşfidir.  Ne tarih, ne sinema, ne edebiyat, ne bilim bu muhteşem kadınları anlatmaz. Devam yazıları yazmayı sevmem ama haftaya size muhteşem bir kadının muhteşem öyküsünü yazayım bari.

Filme öfkem böyle sakinleşir belki.