Yok hükmünde davanın kronolojisi
Savcının mütalaasında da not düştüğü gibi, “bir bütün halinde Cumhuriyet’in yayıncılık faaliyeti” yargılanıyor. Geç gelen bu ‘itiraf’ karşısında ise biz, bir kez daha “Yaptığımız gazeteciliktir ve gazetecilik suç değildir” diyoruz.
CANAN COŞKUNBasın özgürlüğüne etkili bir darbe vurmayı ve Cumhuriyet gazetesini susturmayı hedefleyen operasyon 31 Ekim 2016'da sabaha karşı 13 yazar ve yöneticimizin gözaltına alınmasıyla başlatıldı. Savcılığın “PKK/KCK ve FETÖ/PDY terör örgütlerine müzahir oldukları”nı iddia ettiği Cumhuriyet mensuplarından 9'u gazetede yayımlanan haberler ve yazılar gerekçe gösterilerek tutuklandı. O sırada bir etkinliğe katılmak için yurt dışında bulunan İcra Kurulu Başkanımız avukat Akın Atalay ve eski yayın yönetmenimiz Can Dündar hakkında da tutuklamaya yakalama kararı çıkarıldı. Bunun üzerine yurda dönen Atalay gözaltına alınarak kaçacağı şüphesiyle tutuklandı. 2 ay sonra da muhabirimiz Ahmet Şık, yazıları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı ve FETÖ ve PKK propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı. Soruşturma halen Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nde FETÖ üyeliği suçlamasıyla yargılanan savcı Murat İnam tarafından başlatıldı. İnam'ın bu dava kapsamında bir ağırlaştırılmış müebbet, bir müebbet ve 67 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması isteniyor. Operasyonun ilk günlerinde ortaya çıkan bu gerçek karşısında o dönem Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ, bu durumu “talihsizlik” şeklinde değerlendirerek, “Olmaması daha doğrudur. Keşke böyle bir görevlendirme yapılmamış olsaydı daha iyi olurdu, daha da doğru olurdu” demişti. Bozdağ'ın açıklamasına karşın İnam, soruşturmanın tamamlandığı Nisan ayına kadar dosyadan el çekmedi. Bu süreçte Sulh Ceza Hakimlikleri tahliye taleplerini gerekçesiz ve birbirinin kopyası kararlarla reddetti. Haklarında 156 gün boyunca iddianame hazırlanmasını bekleyen yazar ve yöneticilerimiz peşinen cezalandırıldı.
3 Nisan 2017'de iddianamenin Sabah gazetesine servis edilerek açıklanmasının ardından gazete çalışanlarına yönelik gözaltı ve tutuklamalar sürdü. 5 Nisan'da ulaştırma servisi çalışanımız Yavuz Yakışkan, bir gün sonra da muhasebe servisi çalışanımız Emre İper, iddianame savcılarından Yasemin Baba'nın talimatı ile gözaltına alındı. Emniyette 13 gün tutulmalarının ardından Yakışkan serbest bırakılırken, İper ByLock kullandığı iddiasıyla tutuklandı. İddianame hemen hepsi temelsiz ve hukuken geçersiz suçlamaların yanı sıra o dönem İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu seçimine ilişkin davayı da suçlamalar arasına katıyordu. Bu seçimin usulsüz yapıldığını ileri süren savcılar, bu yolla gazetenin yayın politikasının değiştirildiğini iddia ediyordu. Basın özgürlüğüne ilişkin önemli bir kilometre taşı olan Cumhuriyet davasının ilk duruşması Türk basınında sansürün kaldırılmasının yıl dönümü olması nedeniyle Basın Bayramı olarak kutlanan 24 Temmuz'da yapıldı. 9 aydır tutuklu bulunan yazar ve yöneticilerimiz 4 gün süren ilk duruşmada hukuk ve gazetecilik tarihine geçen savunmalar yaptı. Mahkeme bu duruşmada tutuklu 7 Cumhuriyet mensubunu tahliye etti. İddianamenin yönelttiği suçlamalar daha ilk duruşmada çürütüldüğü halde Kadri Gürsel 11 ay, Ahmet Şık 14 ay, Murat Sabuncu 16 ay tutuklu kaldı. Akın Atalay tutukluluğu ise 18. aya yaklaşıyor. Cumhuriyet davası kapsamında şimdiye dek 7 duruşma yapıldı. 16 Mart'ta görülen son duruşmada savcı Hacı Hasan Bölükbaşı davaya ilişkin esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Bölükbaşı'nın mütalaası iddianamenin kısa bir kopyasıydı ancak önemli bir itiraf barındırıyor ve açıkça “bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu olduğu”nu söylüyordu. Cumhuriyet davası, önümüzdeki hafta Silivri'de görülecek ve dört gün sürecek duruşmaların sonunda karara bağlanacak. Bu yazı dizisinde başlangıcından bu güne Cumhuriyet davasında yaşananları topluca sergiliyoruz ve bir kez daha neden "Biz sadece gazetecilik yaptık ve gazetecilik suç değildir" dediğimizi Cumhuriyet okurlarının bilgisine sunuyoruz.
Delil yok haber var
Cumhuriyet soruşturması kapsamında gazetede yayımlanan haber ve yazılar kanıt sayıldığından iddianamede 667 kez "haber" kelimesi geçiyordu. İddianamenin kısa kopyası niteliğindeki esas hakkındaki mütalaada da 104 kez haber kelimesi geçiyor. Mütalaada geçen şu cümle soruşturmanın içeriğini özetliyor:
"...bir bütün halindeki haber, yazı, paylaşım, açıklama gibi yayınlara ilişkin eylemlerin, özetle bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu olduğu anlaşılmıştır."
Cumhuriyet soruşturması kapsamında FETÖ sanığı savcı Murat İnam tarafından adliye bilirkişi listesinde olmayan Ünal Aldemir isimli kişi gazetemizde yayımlanan haber ve yazılarla ilgili rapor yazması için atandı. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 64. maddesine göre Adalet Komisyonlarının hazırladığı bilirkişi listelerinde yer almayan kişilerin atanabilmesi için atama kararında bunun gerekçesinin yazılması gerekiyor. Atama kararında hiçbir gerekçe yazmayan Aldemir'in neden seçildiğini özgeçmişi ortaya koyuyordu. Aldemir, yönetim kurulunda Sabah, Star ve Yeni Akit gazetelerinden yandaş kalemlerin bulunduğu Uluslararası Medya Enformasyon Derneği’nde (UMED) eğitmenlik yapıyordu. UMED'in başkanlığını Akit ve Milat gibi gazetelerde çalışmış olan Aslan Değirmenci yapıyor, derneğin yönetim kurulunda Nazif Karaman, Kemal Gümüş, Adnan Karakaş ve Ahmet Rıfat Albuz gibi yandaş gazeteciler yer alıyor. Derneğin Yüksek İstişare Kurulu’nda ise Hilal Kaplan, Serdar Arseven, Fadime Özkan, Halime Kökçe, Merve Şebnem Oruç var.
Aldemir, bir bilirkişinin inceleme alanı olarak daha önce benzerine rastlanmayan bir şekilde Cumhuriyet'te yayımlanmış haberleri inceleyerek "suç oluşturan" haberlerle ilgili rapor hazırladı. Aldemir, raporunun içeriğinde birinci sayfalarımızdan istediği haberleri cımbızladı, savcılığın suçlamasını boşa çıkaran haberleri sakladı. Savcı İnam da, Aldemir'in raporunu kendisi değerlendirmeyerek Terörle Mücadele Şubesi’ne (TEM) gönderdi. TEM de Aldemir'in raporuna ek olarak Cumhuriyet’te çıkan haberlerle ilgili “açık kaynak” taraması yaparak 515 sayfalık bir fezleke hazırladı. Haber ve yazılarımızı suçmuş gibi yansıtan iddianame, bilimsel yeterlikten uzak bilirkişi raporu ve emniyetin açık kaynak taramasıyla hazırladığı fezlekeye dayandırıldı.
Savcı Hacı Hasan Bölükbaşı da Cumhuriyet davasının 16 Mart'ta görülen son duruşmasında davaya ilişkin esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Mütalaada bilirkişinin yalanlarının, çarpıtmalarının ve bilimsel verilerden uzak yorumlarının peşine takılan Bölükbaşı, FETÖ sanığı meslektaşının da aralarında bulunduğu soruşturma savcılarının iddianamedeki asılsız suçlamalarını tekrarlamaktan öteye gidemedi.
Ağlatan damat haberi
Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu'na seçilmemesini hazmedemediği için Vakıf seçimine ilişkin davayı isimsiz dilekçeyle Cumhurbaşkanlığı'na ihbar ettiği ortaya çıkan Alev Coşkun, soruşturma aşamasında tanıklık yaptı. Coşkun, Cumhuriyet logosunun üzerinde asla haber konmadığını, dinci tarikatçıların haberlerinin de asla ilk sayfadan verilmemesinin kural olduğunu ileri sürmüş "23 Mayıs’ta gazetenin ilk sayfasında ve Cumhuriyet logosunun yanında FETÖ lideri Fetullah Gülen’in fotoğrafı ile birlikte ‘Fakirhaneme bunlar malikane diyor’ sözleri servis edilmiştir" demişti. Coşkun, Cumhuriyet davasının 25 Eylül 2017'de görülen 3. duruşmasına tanık olarak katıldı. Coşkun, bu duruşmada aynı iddiaları tekrarlarayarak bu haberin kendisini ağlattığını söylemişti. Cumhuriyet’in 23 Mayıs 2015 tarihli haberinde Gülen’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın kendisini Pensilvanya’da ziyaret ettiğine ilişkin iddiası haberleştiriliyordu. Haberin ana unsuru Albayrak’ın Gülen’le ilişkisiydi.
Savcı Bölükbaşı da esas hakkındaki mütalaada, haberin içeriğindeki iktidar-cemaat ilişkisine gözlerine yumdu ve şu suçlamayı yöneltti:
"...FETÖ/PDY silahlı terör örgütü elebaşının, Türk ve dünya kamuoyunda masum, mütevazi bir hayat yaşayan, mağdur edilen bir kişi olduğu yönünde lehine algı yaratmak amacıyla yaptığı video kaydındaki açıklamaların, fotoğrafı ile birlikte 'Cumhuriyet' logosunun hemen yanında gazetenin manşetine taşınmasının, Cumhuriyet Gazetesinin örgütün lehine ve yasa dışı amaç ve hedeflerini gerçekleştirmesine yardım etmek amacıyla yayın politikasını değiştirdiğinin de bir göstergesi olduğu..."
Pişti manşetler
Haber ve yazılarla ilgili rapor hazırlayan bilirkişi, Cumhuriyet ve Zaman gazetesinin 16 ve 18 Şubat 2016'da aynı manşetlerle çıkmasını “iki gazetenin tek elden çıktığı izlenimi veren manşetlere imza attığı” şeklinde suçlama konusu yapmıştı. Bilirkişi, 16 Şubat 2016’da Zaman’ın ve Cumhuriyet’in manşetlerinin “Azez düğümü” olduğunu, ancak Cumhuriyet’in şehir baskısında manşeti "Azez’de Savaş” olarak değiştirdiğini belirterek bu değişikliğin “Zaman ile aynı başlıkla çıkma kaygısı’ndan kaynaklandığını" ileri sürmüştü. Bilirkişi, 18 Şubat'ta iki gazetenin Ankara’daki bombalı saldırıya ilişkin ‘Devletin kalbine bomba’ başlığıyla çıkmalarına ilişkin de “her iki gazetenin birden çıkması bir üst akıldan siparişle atılan manşet izlenimi vermektedir” yorumunda bulunmuştu. Bilirkişinin akıl yürütmesine göre, Cumhuriyet 16 Şubat'ta Zaman’ın manşetinden önceden haberdar olup “aynı manşetle çıkmamak” kaygısıyla şehir baskısında başlığını değiştirmiş, 2 gün sonra bu kaygıyı bir kenara atıp aynı manşeti atmıştı.
Savcı Bölükbaşı, esas hakkındaki mütalaada, bilirkişinin yürüttüğü mantıkla aynı yorumda bulundu ve şu ifadeleri kullandı:
"...belirtilen manşetlerin daha önce herhangi bir kişi veya kurum tarafından dile getirilmiş veya kullanılmış sözler olmayıp, olayın özelliğine göre ilgili gazete yazı işleri tarafından düşünülüp tasarlanan ve oluşturulan sözler olduğu, bu tür sözlerin birbirinden habersiz kişiler tarafından aynı anda ve aynı şekilde düşünülerek kullanılmasının ve yayın çizgisi, dünya görüşü açısından birbiri ile zıt görünen Zaman Gazetesi ve Cumhuriyet Gazetesinde aynı gün manşet yapılmasının tesadüf olarak açıklanmasının mümkün olmadığı..."
Esasında, yaşanan akla ilk gelen başlığı atmaktan kaynaklanan ve gazetecilikte pişti olmak şeklinde tabir edilen durumdu. Sonuçta bomba Ankara'da Kızılay’da patlatılmıştı. Olay yerine giden muhabirlerimizin yaptığı gözlem sonucu patlamanın devletin önemli kurumlarının olduğu Genelkurmay, Hava, Deniz Kuvvetleri ile Meclis'in olduğu bölgede yaşandığı anlaşıldı. Başlık da bu konuma işaret edecek şekilde belirlendi.
Aynı haber yandaşta
Bilirkişi, Cumhuriyet’in 12 Temmuz 2016 tarihli sayısında “YAŞ’ta gündem paralel olacak” başlıklı haberi de akla ziyan suçlamalarına konu etmişti. Bilirkişiye göre, darbe girişiminden 3 gün önce yayımlanan bu haberle FETÖ tasfiyeyi öğrenmişti. Savcılığın iddianamesinde de bu habere ilişkin “FETÖ’nün darbe girişimini öne çekme nedenlerinden biri olarak gösterilen YAŞ kararları hakkında ayrıntılı ve hedef kitlesi TSK’ye sızmış örgüt mensupları olarak değerlendirilen bir haber yaptığı görülmüştür” iddiasında bulunulmuştu. Aynı içerikli haber aynı gün yandaş Star gazetesinin manşetinde “FETÖ’nün işi YAŞ” şeklinde yazılıydı. Star’ın bu haberi yandaş gazetelerin internet sitelerinde de kullanıldı. Örneğin Sabah gazetesi, Star’ın haberini “FETÖ’nün işi YAŞ’ta bitecek” başlığıyla kullandı. Savcı Bölükbaşı da esas hakkındaki mütalaada bu haberi iddianamede olduğu gibi suçlama konusu yaptı. Elbette Star ve Sabah gazetelerinde de yayımlandığı bilgisine yer vermedi.
Sözcü'yü cımbızladı
Cumhuriyet iddianamesinin suçlama konusu ettiği haberlerden biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın darbe girişimi günü nerede olduğuna ilişkin haberdi. Söz konusu haber gazetemizin internet sitesinde yayımlanmıştı ancak haber Sözcü gazetesinden Gökmen Ulu'ya aitti. İddianameye konulan haber metninin içinde "Sözcü'den Gökmen Ulu'nun haberine göre" yazıyor olmasına karşın Cumhuriyet'e yönelik suçlamaya delil yapıldı. Savcı Bölükbaşı gerçeği perdelemeyi bir adım öteye taşıyarak esas hakkındaki mütalaada haberin asıl kaynağını cımbızladı.
Subliminal mesaj suçlaması
İddianamenin absürd suçlamalarından biri de haber ve yazılarla "subliminal mesaj" verildiği idi. Bu suçlamaya delil olarak yazarımız Kadri Gürsel’in 12 Temmuz 2016’da yazdığı “Erdoğan babamız olmak istiyor” başlıklı yazısı gösterildi. Savcılık bu haberle "subliminal içerikli mesaj verilerek seçimle gelen Cumhurbaşkanına karşı ayaklanma ve buna benzer gayri meşru bir yöntem önerildiği”ni iddia ediyordu. Oysa Gürsel bu yazıda Erdoğan’ın ülkenin “babası” olmak istediğini anlatıyor ve başka hiçbir etken olmasa bile siyaseten kendi kendini bitirdiğini ifade etmek üzere Erdoğan’a karşı “bir sigara yakıp söndürmemeyi” öneriyordu. Savcı Bölükbaşı da aynı gerekçelerle söz konusu yazıyı "örgüte yardım" suçlamasına soktu.
Gazetemize malum olmuş
Bilirkişiye göre, Cumhuriyet'in, 15 Temmuz darbe girişiminden tam bir yıl önce, 25 Temmuz 2015'de "Yurtta Savaş, Dünyada Savaş" manşetiyle çıkması da "subliminal bir mesaj" amacı taşıyordu. Bilirkişi bu iddiasıyla ilgili “FETÖ'cü cunta Yurtta Sulh Konseyi adıyla darbe yapmak isterken, Cumhuriyet gazetesinin aylar öncesinde böyle bir manşet ve subliminal mesajla yayın yapması, psikolojik harekatın bir parçası olduğu izlenimini vermektedir” demişti. Oysa Cumhuriyet'in manşeti Ceylanpınar'da 2 polisin şehit edilmesi ve ardından Kandil'in bombalanması üzerine çözüm sürecinin bitmesine işaret ediyor, yurt içinde ve dışında unutulan barışa vurgu yapıyordu.
Savcı Bölükbaşı esas hakkındaki mütalaasında söz konusu gülünç iddianın peşinden giderek, “...15 Temmuz günü darbe girişiminde bulunan teröristlerin 'Yurtta Sulh Konseyi' adını kullandığı da dikkate alındığında gazetenin bu seçiminin dikkat çekici olduğu”nu ifade etti.
Barış çağrısından suç çıkardılar
Cumhuriyet iddianamesini dolduran delillerden biri de yazarımız Aydın Engin'in 13 Temmuz 2016’da yayımlanan ‘Cihanda sulh peki yurtta ne?’ başlıklı yazısı idi. Darbe girişiminde bulunan cuntanın adlarını “Yurtta Sulh Konseyi” olarak ilan etmesi nedeniyle Engin'in yazısı suçlama konusu edilmişti. Yazısında o tarihte dış politikada dile getirilen barışçı söylemlerin içeriye de etki edip edemeyeceğini soran Engin, bir barış çağrısında bulunuyordu. Savcı Bölükbaşı da aynı yazıyla ilgili “bu durumun basit bir tesadüf olarak açıklanmasının mümkün olmadığını” belirterek, şunları ifade etti:
“İtirafçı darbecilerden alınan bilgilere göre bu tarihin darbe teşebbüsünün alt kademeye iletildiği tarih olup, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen Akıncı Üssüne ilişkin iddianamede de belirtildiği gibi, darbe teşebbüsünü Akıncı Üssünden idare eden FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün firari Hava Kuvvetleri İmamı Adil Öksüz’ün, darbe teşebbüsünden önce son olarak 11 Temmuz 2016'da Amerika'ya giderek son talimatları aldıktan sonra 13 Temmuz 2016'da Türkiye'ye dönüş yaptığı dolayısıyla sanığın yazısının rastlantı olmadığı...”
Bölükbaşı'na göre Atatürk’ün belki de en bilinen ve en çok alıntılanın sözlerinden birini başlık olarak kullanmak, darbeyi önceden bilmenin kanıtı idi.
‘Sokaktakitehlike’
Cumhuriyet'in 18 Temmuz 2016'daki “Sokaktaki tehlike” manşeti iddianamenin ve delilleri arasında yer aldı. Cumhuriyet’in söz konusu manşet haberi, toplumda yaygın biçimde hissedilen bir kaygıyı paylaşmaktan ibaretti. Cumhuriyet, haberinde bu kaygıyı paylaşırken asla darbeye karşı sokaklara çıkılmasının ‘tehlike’ olduğunu belirten bir ifade kullanmadı. Aksine sokak gösterileri sırasında yaşanan kaygı verici olayların darbeye karşı sokağa çıkan vatandaşlardan ayrılan bazı grupların işi olduğunun altını çiziyordu. Üstelik bu grupların eylemlerinin demokratik protestoları gölgelediği uyarısında bulunuyordu. Manşet haberinin solunda ise “Çözüm demokrasi' dedik ve hep diyeceğiz” başlıklı bir başyazı yayımlanmıştı.
Savcı Bölükbaşı da esas hakkındaki mütalaada, haberde basın özgürlüğünün sınırlarını aşan beyan, tasvir ve yorumlara yer verildiğini öne sürdü. Nesnel bir şekilde olayları aktaran metinde, “darbe girişimine karşı çıkan toplumu kamplaştırmaya, vatandaşlar arasında hizipçilik ve ayrımcılık çıkarmaya yönelik, tahrik ederek kaos ve kargaşa ortamı yaratıp başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminden amaçlanan hedefe hizmet eder nitelikte beyan ve yorumların yapıldığı”nı iddia etti.
Savcı hileyi sürdürüyor
Bilirkişi, manşetlerimiz üzerinden suçlamalarda bulunurken açıkça olguları çarpıtmıştı. 19 Temmuz 2016 tarihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasındaki haberler arasından “Cadı avı başladı” manşetini suçlamanın içini doldurabileceği için cımbızlamış, sürmanşetteki “Darbecilerin ihanet konuşmaları” ve ikinci manşetteki “Cuntacılar adliyede” haberlerini raporuna eklememişti. Savcılık da rapora dayanarak, “bu haberlerde darbe girişimine karşı çıkan insanlar üzerinden toplumu kamplaştırmaya ve darbeye karşı oluşan toplum direncini kırmaya çalışıldığını” ileri sürmüştü. Aksine, haber metninde provokasyonların darbeden kurtuluş sevincine gölge düşürdüğü vurgulanıyordu. Savcı Bölükbaşı da esas hakkındaki mütalaada bilirkişinin ve iddianamenin peşine takıldı.
"Eksik demokrasi”
Darbe girişiminin ardından 7 Ağustos 2016'da Yenikapı'da gerçekleştirilen “Demokrasi ve Şehitler Mitingi'ne HDP'nin çağrılmamasıyla ilgili “Eksik Demokrasi” manşetimiz dava dosyasının delillerinden biri oldu. Mitinge HDP’nin çağrılmamasının önemli bir eksiklik olduğu CHP başta olmak üzere birçok siyasetçi ve yorumcu tarafından dile getirilmişti. Cumhuriyet de HDP’nin alanda olmamasını bir eksiklik olarak görmüş ancak mitingi “hedef gösterecek” bir ifade kullanmamıştı. Cumhuriyet’te Yenikapı mitingi ile ilgili haberde alanda bulunanlar “darbeye karşı çıkan milyonlarca yurttaş” olarak tanımlanmış ve kalabalığa da vurgu yapmıştı.
Buna karşın savcı Bölükbaşı, “Demokrasi mitinginde yaşanan olaylar ve konuşmalar ile ilgili bilgi verilirken, haberin veriliş amacı dışına çıkılarak, bu mitingin yapılması ile ortaya çıkan birlik ve beraberlik ruhunu hedef alan beyan ve yorumlara yer verildiği” ifadeleriyle açıkça gerçeğe aykırı ifadelerde bulundu.
Hurşit Külter haberleri
DBP'li Hurşit Külter'in Mayıs 2016'da gözaltında kaybedildiği iddia edilmişti. İddiaya ilişkin insan hakları örgütleri, Cumartesi anneleri, partisi DBP tarafından açıklamalar yapıldığından birçok basın yayın organının yanı sıra Cumhuriyet’te söz konusu iddiayı sayfalarına taşıdı. Cumhuriyet, Külter’in daha sonra Kuzey Irak’ta sağ ortaya çıkmasının ardından kamuoyunda başlayan tartışmayı da sayfalarına taşıdı. Ancak işine gelen haberleri iddianamesine koyan savcılık, bu haberleri görmezden geldi. Savcı Bölükbaşı da mütalaada, “konu ile ilgili gerçeğe aykırı, kasıtlı ve kamuoyunu yanlış yönlendirici yayınlar yapıldığını” öne sürdü.