Yiyecek kıtlığı uygarlığı yıkar mı?

Yiyecek kıtlığı bazı ülkeleri farklı uygulamalara itiyor; başka ülkelerdeki tarıma uygun arazileri gizlice kiralayarak burada kendileri için ürün yetiştirmeye başlıyorlar. Örneğin Suudi Arabistan, Mısır, Pakistan, Güney Afrika, Sudan, Tayland, TÜRKİYE ve Ukrayna'da verimli tarım arazilerinin peşine düşmüş durumda.

cumhuriyet.com.tr

İklim değişiklikleri yiyecek kıtlığına, yiyecek kıtlığı hükümetlerin devrilmesine, hükümetlerin devrilmesi ise küresel istikrarsızlığa zemin hazırlar. Su kaynaklarının azalması, toprak erozyonu ve sıcaklıkların yükselmesi gibi üç önemli çevre sorununa çözüm getirilmediği takdirde, salgın hastalıklar, terörizm, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kitlesel göçler gibi küresel krizler dünya düzenini temelinden sarsabilir. Bütün bunların sonucunda sağlam temellere oturduğuna inandığımız uygarlık, beklenmedik bir şekilde yıkılabilir.

Son dokuz yıldır dünya tahıl üretimi, tüketimin gerisine düşmüş durumda. Bu da stoklarda sürekli düşüş anlamına geliyor. 2008 yılında bir yıl öncesinden kalan stoklar yalnızca 62 günlük tüketimi karşılayabilecek düzeydeydi. Uzmanlara göre bu seviye rekor derecede düşük. Buna bağlı olarak dünyada ilkbahar ve yaz aylarında tahıl fiyatları tarihinin en yüksek düzeyine ulaştı.

Yiyecek talebi arzdan fazla olduğu zaman, yiyecek fiyatlarındaki anormal yükselişlere bağlı olarak zaten iç çalkantılarla istikrarsızlaşan ülkelerdeki hükümetler, ayakta kalmakta zorlanır. Tahıl satın alamayan veya kendi tahılını üretemeyen aç insanlar sokaklara dökülür. Gerçekten de, 2008’deki ani fiyat artışlarından önce çok sayıda ülkede istikrarsızlık baş göstermişti (Bknz Ayakta Zor Duran Ülkeler).

 

İktidarsız

Hükümetler

Bu ülkelerdeki istikrarsızlığın en temel nedenlerinden biri nüfus artışını yavaşlatma konusundaki başarısızlıklarıdır. Fakat yiyecek azlığı biraz daha kötüleştiği takdirde bu ülkeler bütünüyle iflas edebilir.

Jeopolitik açıdan yepyeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. 20.yüzyılda uluslararası güvenliği tehdit eden en büyük tehlike süper güçlerin çatışmasıydı. Bugün bu tehdidi, çökme riski taşıyan ülkeler oluşturuyor. Özetle tehlikenin nedeni, gücün uç kutuplarda odaklanması değil, eksikliği.

Devletler, ulusal hükümetlerin kişisel güvenliği, yiyecek güvenliğini ve temel sosyal hizmetleri –eğitim ve sağlık gibi- sağlayamaması durumunda çöker. Genellikle ülkenin bir bölümünde veya tümünde kontrol raydan çıkmıştır. Hükümetler yasalar ve düzen üzerindeki tekellerini yitirdikleri zaman dağılmaya başlar. Bir noktadan sonra ülkeler o kadar tehlikeli bir sürece girer ki, yiyecek dağıtımını üstlenen gönüllü kuruluşlar bile kendilerini güvende hissetmedikleri için programlarını uygulayamaz ve çekip giderler. Örneğin Somali ve Afganistan’daki kötü koşullar yüzünden bu tip programlar gerektiği gibi uygulanamıyor.

 

Yıkılan hükümetler

Uluslararası sorun

Ayakta durmakta zorlanan devletler aslında uluslararası platformda sorun oluşturuyor, çünkü bunlar terörizm, uyuşturucu, silah ve göçmen kaynağı olduklarından her yerde siyasi istikrarı tehdit ediyorlar. 2008 yılında istikrarsız ülkeler sıralamasında birinci olan Somali, korsanların üssü olmuş durumda; 5. sıradaki Irak, terörist eğiten bir ülke; 7. sıradaki Afganistan tüm dünyaya eroin satıyor. 1994 yılında Ruanda’daki soykırımdan kaçan göçmenler ve silahlı askerler, komşuları Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde de karmaşaya yol açmış durumda.

Küresel uygarlık, ulus devletlerin siyasi açıdan sağlıklı işlerliğine bağlıdır. Ancak bu şekilde salgın hastalıklar kontrol altına alınabilir, uluslararası para sistemi yönetilebilir, uluslararası terörizm engellenebilir ve diğer küresel hedefler gerçekleştirilebilir. Eğer çocuk felci, SARS veya kuş gribi gibi salgın hastalıklar engellenemez ise insanlık tehlikede demektir. Devletler çökerse, kimse o ülkenin borçlarını üstlenemez. Yeterli sayıda devletin çökmesi durumunda küresel uygarlığın istikrarından söz etmek mümkün olmaz.

 

Yeni tür yiyecek sıkıntısı

2007 ve 2008 yıllarında tahıl fiyatlarındaki büyük yükseliş, eski yıllardakinden farklı bir yapı sergiliyordu. 20.yüzyılın ikinci yarısında tahıl fiyatları birkaç kez dramatik şekilde arttı. Örneğin 1972 yılında Sovyetler, rekoltenin düşük olacağını önceden fark ederek, dünya buğday piyasasını köşeye sıkıştırdı. Sonuç olarak buğday fiyatları her yerde ikiye katlandı ve beraberinde pirinç ve mısır fiyatlarını da yukarı çekti. Fakat bu ve diğer fiyat şokları belirli bir olaya –Sovyetler Birliği’ndeki kuraklık, Hindistan’daki muson yağmurları, ABD’deki ekinleri kavuran sıcaklık gibi- dayanıyordu. Ve bu fiyat artışları kısa ömürlüydü. Fiyatlar bir sonraki hasat döneminde normale dönebiliyordu.

Oysa son yıllardaki tahıl fiyatlarındaki artış spesifik bir gidişattan kaynaklanıyor. Dolayısıyla söz konusu gidişatı tersine çevirmeden fiyatları aşağı çekmek mümkün olmayabiliyor. Talep açısından ele alındığında bu gidişat, yılda 70 milyondan fazla ilave insan anlamına geliyor. Bu insanlar ayrıca yiyecek zincirinin üst sıralarına çıkma ve et yoğun yiyecekleri tercih etme eğilimindeler. Bu arada unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da, et ürünlerinin bol miktarda tahıl tüketen büyük baş hayvanlardan elde edilmesi ve bunun da tahıl fiyatları üzerindeki baskıyı artırmasıdır. Başta ABD ve Brezilya olmak üzere bazı ülkelerde fosil yakıtları yerine tahıldan elde edilen etanolün kullanılmaya başlanması, tahıl fiyatlarını biraz daha yukarı çeken bir diğer önemli gelişme.

Tahıl üzerindeki bu talep patlaması ülkeden ülkeye değişiyor. Yoksul ülkelerdeki insanlar, Hindistan’da olduğu gibi kalorinin %60’ını tahıldan sağlıyorlar. Bunlar günde yaklaşık yarım kilo tahıl tüketiyorlar. ABD ve Kanada gibi daha zengin ülkelerdeki insanlar ise bunun yaklaşık dört katını tüketiyorlar, çünkü bu tahılın %90’ı dolaylı olarak tahılla beslenen hayvanlardan elde edilen et, süt ve yumurtaya gidiyor.

Çevre sorunları

Yiyecek sıkıntısını körüklüyor

Tatlı su kaynaklarının azalması, toprak erozyonu ve küresel ısınmaya bağlı olarak sıcaklıkların artması dünya tahıl arzının talebi karşılayacak şekilde artmasını engelliyor.

A)\tTatlı su kaynaklarının azalması: Bütün bu çevre sorunlarının içinde etkisini en fazla hissettiren su sıkıntısı. Tatlı su kaynaklarının %70’ini tüketen sulama, bu bağlamda çok önemli bir sorun. Pek çok ülkedeki milyonlarca sulama kuyusu yer altı sularını pompalıyor. Sonuçta yağmur sularının doldurduğundan daha fazlası tüketiliyor. Dünya nüfusunun yarısını içeren Çin, Hindistan ve ABD’de su kaynakları hızla eriyor.

Akiferler genellikle yağmurlarla yeniden dolar, ancak belli başlı akiferlerin bazıları dolmuyor. “Fosil Akifer” adı verilen bu su kaynaklarının yağmur suları tarafından yenilenememesi, bu bölgelerdeki tarım faaliyetlerinin sona ermesine neden olur. Bu felakete en yakın olan ülkelerin başında Çin ve Hindistan geliyor.

B)\tToprağın üst tabakasının erozyonu: Humus açısından zengin olan bu topraklar yeni toprakların oluşumundan daha hızlı bir şekilde erozyona uğruyor. Bu ince tabaka bitkilerin ihtiyaç duyduğu besinleri içerir ve çok uzun bir jeolojik sürede oluşur. Tipik olarak 15 cm kalınlığındaki bu tabakanın erozyona uğraması eski uygarlıkların yok olmasında da önemli bir rol oynamıştı. Bu tehlike ile karşı karşıya kalan bölgelerin başında Güney Afrika’daki Lesotho ve Batı Yarıküresinde Haiti geliyor.

C)\tYüzey sıcaklığının artması: Sıcaklık artışı tarımda verimliliği büyük ölçüde azaltır. Pek çok ülkede ekinler optimum sıcaklıkta ürün verir. Öyle ki en küçük bir sıcaklık farkı bile rekolteyi etkiler. Amerikan Bilimler Akademisi’nin hazırladığı bir rapora göre 1 derecelik bir sıcaklık artışı (santigrat), buğday, pirinç ve mısırda mahsulü %10 oranında düşürüyor.

Bazı uzmanlar genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) bu sorunları bypass edeceği görüşünde. Ne yazık ki GDO’ların daha fazla mahsul verdiğine ilişkin bugüne dek herhangi bir veri söz konusu değil.

 

Kendi çıkarlarını gözeten bencil ülkeler

Dünyada gıda sıkıntısı baş gösterdikçe bazı ülkeler ne yazık ki yalnızca kendi çıkarlarını kollama girişimlerinde bulunuyor. Bu trend 2007 yılında ilk kez kendini gösterdi. Rusya ve Arjantin gibi en fazla buğday ihraç eden ülkeler, ihracatlarını kısıtlayarak veya yasaklayarak yerel gıda stoğunu garantiye almayı tercih ettiler. Tayland’dan sonra en büyük pirinç ihracatçısı olan Vietnam, aynı nedene bağlı olarak, birkaç ay pirinç ihracatını kesti. Bu tür önlemler ihracatçı ülkeyi bir süre rahatlatsa bile, ithalatçı ülkelerde panik havası yaratıyor.

Bu kısıtlamalara tepki olarak tahıl ithalatçıları, uzun vadeli ikili ticari antlaşmalar ile kendilerini garanti altına almaya çalıştılar. Örneğin Filipinler dünya piyasalarından pirinç satın alamayınca, Vietnam ile üç yıllık bir antlaşma imzalayarak her yıl 1.5 milyon tonluk pirinci garantiledi. Yiyecek ithal edememe endişesi bazı ülkeleri farklı uygulamalara itiyor. Örneğin bazı ülkeler tahıl üreten ülkelerdeki tarıma uygun arazileri gizlice kiralayarak burada kendileri için ürün yetiştirmeye başlıyorlar. Buna birkaç örnek Çin’in Avustralya, Burma, Rusya ve Uganda’da toprak kiralaması, Suudi Arabistan’ın ise Mısır, Pakistan, Güney Afrika, Sudan, Tayland, TÜRKİYE ve Ukrayna’da verimli tarım arazilerin peşine düşmesidir.

Ne var ki bütün bu uygulamalar fiyatların daha da artmasına ve yoksul ülkelerdeki yiyecek azlığının şiddetlenmesine yol açıyor.