Yıkmak mı kolay korumak mı?

1 milyonu Yahudi 1.5 milyon insanın öldürüldüğü Auschwitz kampı 74 yaşında.

Mustafa Kemal Erdemol

Auschwitz insanlık tarihinin en korkunç, en utanç verici mekânlarından biri. İkinci Dünya Savaşı öncesi Yukarı Silesia bölgesinde Polonya’nın Nazi Almanyası’nca ele geçirilmesinden sonra Naziler Oswiecim şehrinin yakınına üç ana kamp kurmuştu. Bunlar Auschwitz I, Auschwitz II (Auschwitz-Birkenau da denilmektedir) ve Auschwitz III (Auschwitz-Monowitz de denilmektedir.) olarak bilinen kamplardı.

1943 Kasım’ında Polonya’daki Alman yönetimi Auschwitz-Birkenau ve Auschwitz-Monowitz kamplarını bağımsız birer toplama kampına dönüştürdüler. Bir yıl sonra Kasım 1944’te, Auschwitz II, Auschwitz I ile yeniden birleştirildi. Auschwitz III’ün ismi değiştirilerek Monowitz toplama kampı oldu.
İşte 27 Ocak 2019, Auschwitz II’nin (Auschwitz-Birkenau) kuruluşunun 74. yılı. Ne kadar zaman geçerse geçsin acıların hâlâ taptaze olduğu kampta kurbanlara ait eşyalar, onlar tarafından yapılan sanat eserleri yer alıyor. Her yıl binlerce kişi insanlığın en büyük trajedisinin yaşandığı bu kampı ziyaret ederek Nazilerin vahşiliklerinin izlerini görüyorlar.

Ancak uzun zamandan beri çözülmesi gereken bir sorunla karşı karşıya kamp yetkilileri. Çünkü kurbanlara ait eşyaların, sanat eserlerinin yanı sıra binaların duvarları da yavaş yavaş çürüyor. Alman Der Spiegel dergisi konu ile ilgili uzun bir makale yayınladı. Makaleye göre kampı korumak çok zor, çünkü iki kamp 191 hektarlık bir alan üzerine kurulu. 155 bina, 300 harabe, yaklaşık iki kilometrelik tren yolu ve neredeyse 11 kilometrelik yol ile patikadan oluşuyor.

Uzmanları da tarihçileri de kara kara düşündüren sorun “Koruyalım derken bir tarih yitimine yol açacak” hata yapma olasılığının çok yüksek oluşu. Restoratörler bu nedenle kılı kırk yararak tahribatı çözmeye çalışıyorlar. Bunun için de çok temel bir kuralları var: “Koruyun ama tamir etmeyin.” Bundan amaç kampın “otantikliğini” korumak. Soykırımın olup olmadığına ilişkin kuşkusu olanlara sunulacak en iyi kanıtlar bu kampta bulunan eşyalarla gereçler çünkü.
Son 20 yılda, Auschwitz’i ziyaret edenlerin sayısı beş kat artarak, yılda 400 binden 2.2 milyona çıktı.

Bozulmada bunun da etkisinin olabileceği düşünülerek birtakım önlemlere başvuruldu. Auschwitz-Birkenau Müzesi yetkilileri artık saatte binden fazla yeni ziyaretçiye izin vermiyor.

O valiz yürek yakıyor
Restorasyon çalışmaları sırasında insanın yüreğini sızlatan anlar da oluyor. Bir valiz buldular örneğin, valizin sahibi getirildiği kampta kendi elbiselerini giyeceğine inanmış nedense. Başına geleceklerden o kadar habersiz yani. Uzmanlar şimdi bu valizin çürümesini önlemeye çalışıyorlar. Aslında kendi giysilerini giyeceğine ya da kendi kişisel bakım gereçlerini balık istifi tıkıldıkları kampta kullanacağına inanan sadece bu valizin sahibi değilmiş. Çünkü kamp müzesinde 3 bin 800 valiz sergileniyor. 5 bin diş fırçası ile 110 bin ayakkabı da var. İnsan saçları, protez uzuvlar, gözlükler de. Kurbanların sayısıyla karşılaştırılınca az bile sayılır bu geride kalanlar. Çünkü bu kampta 1 milyonu Yahudi, 1.5 milyon insan öldürüldü.

Kampta yaklaşık 14 kilometrelik dikenli tel bulunuyor, bilindiği gibi. Elektrikli ya da dikenli o tel çit, Auschwitz ölüm kampının hafızalara kazınmış en önemli görüntüsüydü. Bir sembol yani. Kampı ziyaret edenler çok uzun zamandan beri bu çitin orijinalini değil, onun yerine konmuş olanını görüyorlar. Çünkü çürüdüğü için birkaç kez değiştirildi o çit. Ayrıca çitlere konan “yaklaşmayın” uyarısı yazılı tabelalar da orijinal olmayan nesneler.

Savaştan sonra 200’den fazla ahşap yapı kurtulmuştu, ancak savaşın bitiminden bir yıl sonra yani 1946’da geriye kalan tek şey, 22 kışladan geriye kalan moloz yığınıydı. Diğer ahşap binalar ya Polonya yönetimi tarafından satılmıştı ya da yağmacılar tarafından tahrip edilmişti. Bugün Birkenau’da bulunan ahşap barakaların hiçbiri orijinal hallerinde değildir.

O tabelayı bir Neo-Nazi çaldı
“Auschwitz I” ana kampının girişinde “Arbeit macht frei” (İş seni özgür kılar) yazan bir tabela vardı. Bu tabela “Stammlager” (Ana Kamp) yazısıyla değiştirilmiş. Çünkü buradaki gerçek tabela Aralık 2009’da İsveçli bir Neo-Nazi tarafından çalınmış. Bu nedenle sahte bir tabela koymuşlar. Neo-Nazi’nin şu cüretine bakar mısınız?

Naziler tarafından yıkılmış bir yapı olan sitenin çevresindeki ilk gaz odası, müze kurucuları tarafından kısmen inşa edilmiş. Yeni bir baca inşa ederek, gaz tüplerinin yerleştirilmesi için tavana kapaklar taktılar, orijinal parçaları kullanarak üç krematoryum fırınından ikisini yeniden inşa ettiler. Nazi alçakların önünde binlerce mahkûmu infaz ettiği Kara Duvar da savaştan sonra yeniden inşa edildi. Birkenau boşaltma platformunda görülen ve kurbanları taşımak için kullanılan arabanın gerçekten bir zamanlar kullanılmış olup olmadığı bilinmiyor. Sembolik nedenlerden dolayı orada tutuluyor.

‘Yıkalım’ mı?, ‘Bırakalım bozulsun’ mu?
Kampın ne olması gerektiği konusunda farklı fikirler ortaya atıldı. Birileri tüm kampın yıkılarak insanlığın bu en korkunç tarihinin tamamen unutulmasını önerdi, kimileri ise yavaş yavaş başlayan bozulmaya hiç müdahale edilmemesini. Ama bana sorarsanız en ama en anlamlı öneri 2009 yılında, Hollandalı mimar tarihçi Robert Jan van Pelt, tarafından sunuldu. Mimar, kamptan kurtulup hayatta kalan son kişinin ölümünün ardından kampın kapatılmasını önerdi. Robert Jan van Pelt, “Bu kampta öldürülenleri ve hayatta kalanları onurlandırmanın en iyi yolu” diyor.

Ancak van Pelt’in görüşü pek kabul görmemiş olmalı ki aynı yıl yani 2009’da çeşitli ülke ve kurumların ortaklığında 120 milyon Avro bütçeyle Auschwitz-Birkenau Vakfı kuruldu. Alman hükümeti bu miktarın yarısını karşıladı. Bakalım vakıf bu korkunç kampı, insanlığın unutmaya eğilimli hafızasını soykırım konusunda canlı tutabilmek için korumayı başarabilecek mi?