Yiğit Özşener: Umutsuzluk eylemsizliğin sonucu
Oyuncu Yiğit Özşener, İKSV ile birlikte ‘Dünyalılar, Sanat Gezegeni İyileştirebilir mi?’ isimli bir podcast serisi hazırladı.
Elif TokbayYiğit Özşener'i yeni sezonda hem televizyon hem tiyatroda göreceğiz. “Hayat, yamacımda iyi insanlar biriktirmeme müsaade etti. Kendimi yalnız hissetmediğimde, eylem halinde oluyorum, güzel işler geliyor başıma. Umutsuzluk, eylemsizliğin bir sonucu bence" diyor.
Özşener’le podcast serisini, oyunculuğu, insan hallerini ve dünya meselelerini konuştuk...
- Hayat sizin için nasıl gidiyor şu sıralar, nasılsınız, mutlu musunuz?
Tarihin çok çetrefilli bir dönemine denk gelmiş canlılarız, bunu inkar etmiyorum. Olup biten her şeyin ne kadar çok bilincinde ve farkında olursanız da kaygı, endişe, karamsarlık gibi hislerden kaçıp saklanmak o kadar zor oluyor. Schopenhauer ‘Bilinç yükseldikçe, bilginin kesinleştiği oranda acı da artmaktadır ve en yüksek noktasını, insanda bulmaktadır. Bir insan ne kadar iyi bilirse, ne kadar akıllıysa, o kadar çok acısı vardır; dâhi olan adamsa en çok acı çekendir’ der ya, onun gibi. Ama en üstesinden gelemeyeceğimizi sandığımız kötülükler karşısında bile hepimizin bir seçeneği olduğuna inanıyorum. Ve her birimiz verdiğimiz kararlar yığınından ibaretiz aslında. Geriye dönüp baktığımda da, kararlarımdan memnunum. En zor zamanlarda bile; kendimden vazgeçecek kadar umutsuzluğa düşmeden, kestirme yollara sapmadan, dayatılanlara ve vasatlığa boyun eğmeden, ahlaksal çöküntünün altında kalmadan yaşamaya devam edilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
- Mutluluk sizin için nedir? Onu hep yanlış yerde mi arıyoruz acaba?
Çoğu zaman hayattaki anlam kaybını mutluluk arayışı ile ikame ettirmeye çalışıyor, bütün hayatımızı, varsayılan ama nadiren ulaşılan bir şeyin peşinde koşarak tüketiyoruz. Oysa mutlu olmanın tek yolu, insanın bu dünyaya geliş amacının mutluluk olmadığı ön kabülüyle yaşamak. Ben mutlu değil, anlamlı bir hayat yaşamanın derdindeyim. İnsan, kendine bir var oluş nedeni belirlediğinde, aidiyet duyduğu bir amaç uğruna; içinde hüznü, korkuyu, kaygıyı, haksızlığı, yorgunluğu, başarısızlığı bile huzurla yaşayabileceği bir yaşam sürdürebiliyor. Mutluluk bir amaç olamaz, anlamlı bir hayat yaşamak için çabalarsanız mutluluk kendiliğinden gelen bir sonuç olabilir.
- Ülke olarak çok zor zamanlardan geçtik ve geçiyoruz. Siz umudunuzu nasıl koruyorsunuz?
Hayat, yamacımda iyi kalpli insanlar biriktirmeme müsade etti. Hep birlikte, az çok umut etmekte diretiyoruz. Kendimi yalnız hissetmediğimde, eylem halinde oluyorum, güzel işler geliyor başıma. Umutsuzluk, eylemsizliğin bir sonucu bence.
- "Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi hatıradır." Bu dizeden ne anlamalıyız?
2020 Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Amerikalı şair Louise Glück’ün ‘Yuvaya Dönüş’ isimli şiirinde geçer bu cümle, ben de podcast serimizin son bölümünde kullandım büyük bir memnuniyetle. Çocukluğumuzu hayal meyal hatırladığımız bir dönem, şimdiyi ise gerçek kabul ederiz. Oysa Louise Glück, tek gerçeğimizin çocukluğumuz olduğunu, ondan sonraki herşeyin onun gölgesinde var olduğunu söylüyor. Büyüdükçe, yaş aldıkça çocukluğumuzdan uzaklaştığımızı düşünüyor olsak da aslında sadece referans noktamız olan çocukluğumuza geri dönmeye çalışıyoruzdur.
- IKSV ile birlikte hazırladığınız ‘Dünyalılar, Sanat Gezegeni İyileştirebilir mi?’ isimli podcast serisine gelelim. Nereden çıktı bu fikir?
İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları kapsamında Şubat ayında ‘Ekolojik Dönüşüm İçin Kültür Sanat’ konulu bir rapor yayımlanmıştı. Doçent Dr. Hande Paker’in hazırladığı bu rapor; ekolojik krizin sebep ve sonuçlarına kültür sanat cephesinden bakıyor, dünyanın dört bir yanından ilham veren uygulamalardan bahsediyordu. Raporu okuduğumuzda yaratıcı endüstrilerin, ekolojik krize karşı dünyalıları harekete geçirmek için olağanüstü bir potansiyele sahip olduğu fikrine kapıldık. Belki bir çoğumuz bu doğrultuda bireysel rutinlerimizi değiştiriyoruz ama sektörel çapta daha büyük, daha etkili aksiyonlar alabilir miyiz onu anlamaya çalışıyoruz. Çünkü kolektif eylemler olmadan, radikal değişiklikler yapılmadan küresel çaptaki krizler ile başa çıkmamız mümkün değil. Kültür sanat paydaşlarını harekete geçirmek için biz ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Kendi kendimize düşünmenin kime ne yararı olur, sinemadan edebiyata, tiyatrodan iklim aktivistlerine, gezegenimizi kurtarmak için neler yapabiliriz diye kafa yoran kültür sanat paydaşları ile bir araya gelelim ve hep birlikte konuşalım istedik. 10 bölümlük bir podcast serisi hazırladık. Şu an tamamı yayında. IKSVnin Spotify, Apple Podcast ve Youtube kanallarından dinleyebilirsiniz. Aslında hiç bir konuğumuzdan da çok net cevaplar beklentimiz yoktu, daha çok kendimize sormamız gereken doğru soruların peşindeydik. Ama farklı zihinler, bakış açıları, deneyimler bir araya gelince müthiş bir aydılanma oluştu her birimizde.
- Podcast serisinde de, sosyal medyaki tüm paylaşımlarınızda da hep ‘Dünyalılar!’ diye hitap ediyorsunuz. Neden?
Shaun Monson'ın yönetmenliğini, Joaquin Phoenix ve Persia White'in anlatıcılığını, Moby'nin müziklerini yaptığı ‘Earthlings’ diye bir belgesel izlemiştim, çok uzun yıllar önce. İnsan türünün, hayvan kaynaklı ürünleri elde ederken kullandığı "insanlık dışı" yöntemleri anlatıyordu, günümüzde çok sayıda olan bu tarz belgesellerin ilki sayılabilir. ‘Tür ayrımcılığı’ kavramı o belgeselle kazındı zihnime. Tür ayrımcılığı, aynı ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı gibi önyargılardan beslenerek, sadece kendi türünün üyelerinin çıkarlarını gözetirken, diğer türlerin aleyhine tutum sergilemekten çekinmeden davranmak. Ve bu ayrımcılığı sergileyen, dünyaya hakim olma eğiliminde olan tek dünyalı; çoğu zaman diğer dünyalılar ve canlı varlıklara sadece bir nesne gibi davranan İNSAN. İnsan hayatını maddileştirmeye o kadar odaklanmış durumda ki, sürekli nasıl daha fazlasını elde edebilirim diye düşünmekten, ebedi bir körlük içerisinde. Sahip olma olgusu tarafından belirsiz ve tanımlamaz hale gelmiş durumda. Dünyayılar diye hitap etmek, bana dünya üzerinden yaşayan hiçbir canlıdan farkımız olmadığını hatırlatıyor. Hitap ettiğim kişilerde de aynı farkındalığı yaratmasını umut ettiğim için sıklıkla kullanıyorum. IKSV ekibi de, neredeyse her paylaşımımda kullandığım ‘Dünyalılar!’ kelimesinin podcast serisinin içeriğine çok yakışacağını söyledi, orada da kullanmaya karar verdik.
- Seride gençlerle de buluşuyorsunuz, gençlerle ilgili sizi en çok etkileyen ne oldu?
30 yıl önce dünya liderleri Çocuk Hakları Sözleşmesini kabul ederek çocuklara tarihsel bir taahhütte bulunmuştu: Yaşanabilir bir dünyada yaş almanızı sağlayacağız! Bugün dünyanın dört bir yanından seslerini yükselten gençler, sadece dünya liderlerine değil hepimize, her birimize bu taahhüde bağlılığımız konusunda hesap soruyor. İklim krizi karşısındaki başarısızlığımızın, çocuk hakları ihlali anlamına geldiğini iddia ediyorlar. Ve sesleri hepimizden gür çıkıyor. Onlar, ‘Sen dersine bak!’ diyemediğimiz, 'Ben neyi değiştirebilirim ki?’ demeyen, hayata istedikleri sorudan başlayan, 3 yanlışın bir doğruyu değil de, gezegenimizde yarattığımız tahribatın çok şey götüreceğinin farkında olan ve her Cuma yoklamada ‘Yok’ yazılan aktivistler. ‘İklimi değil, sistemi değiştirin!” diyorlar. Gezegenimizi iyileştirmeyi ve korumayı önceliklendirmiş, elini taşın altına koyma cesareti gösteren, kendine inanan, gücünün farkında olan bu gençleri dinlemeli, anlamalı, onlardan öğrenmeli, onlarla el ele, omuz omuza yürümeliyiz. Onların bizden değil, bizim onlardan öğrenecek çok şeyimiz var.
- Sanat gezegenimizi iyileştirebilir mi?
Kısa bir süre önce; IKSV, Julie’s Bicycle ve British Council Turkey ev sahipliğinde, çevre ve kültür sanat ilişkisinin tartışmaya açıldığı bir oturuma konuşmacı olarak katıldım. Kasım ayında İskoçya'da yapılacak 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) öncesi hazırlanacak uluslararası bir rapora katkı sağlamak amacıyla bir araya gelen kültür kurumları, gençlik ağları, yerel inisiyatif temsilcileri ve politika yapıcılar güçlerini birleştirerek gezegenimizi nasıl iyileştirebileceklerini konuştular. Ben de 25 yıldır performans sanatının içinde olan biri olarak, sanatın neden gezegeni iyileştirebilecek güce sahip olduğuna inandığımı anlattım. Kısaca neler söylediğimden bahsedeyim, ilgi duyanlar IKSV’nin Youtube kanalından tamamını izleyebilir. Ekolojik kriz ne yapmamız gerektiğini bildiğimiz bir konu olarak değil, endişe duymamız gereken bir tehdit olarak kavramsallaştırılıyor. Sadece bilimsel verilerle farkındalık yaratma çabası, insanların harekete geçecek gücü bulmalarını sağlamaktansa sadece kaygılarını tetikliyor. İnsanlar kaygı duydukları konulardan mümkün olduğunca kaçarlar. Ekolojik krizle ilgili duygusal bir bağ kurduramadığımız insanlara acil eylem çağrısı yapılınca da, somut olarak nasıl tepki vermeleri gerektiğini bilmediği için kendilerini şaşkın, çaresiz ve kopuk hissediyorlar. İşte sanatın bu noktada sanatın fark yaratabileceğini düşünüyorum. Çünkü sanat insanların yüreklerine dokunur, umut verir, harekete geçmeleri için ilham kaynağı olur. Çoğumuz bir sanat eserinin içimizi nasıl titrettebildiğini deneyimlemişizdir. Bir şarkı, bir film, bir oyun, bir şiir, bir roman, bir tablo... içimizde olan ama farkında olmadığımız, ya da tanımlayamadığımız duyguları harekete geçirir. Biz bunu sanatın insanlar üzerinde dönüştürücü etkisi olarak tanımlarız. Sanat, hikayelerin gücünü kullanarak insanları dönüştürür. Ve gezegenimizi ancak, bu dönüşümü yaşayan insanlar iyileştirebilir.
- Bir yandan ekolojik krize karşı birşeyler yapmak istiyoruz ama diğer yandan da çılgınca tüketime devam ediyoruz. Siz neler yapıyorsunuz, tüketimi kıstınız mı?
Benim hiçbir zaman tüketim odaklı bir hayatım olmadı, kendimi bildim bileli hep ihtiyaç temelli hareket ettim. Burada ihtiyacı da doğru tanımlamak gerekiyor elbette, sonuçta herşeye ihtiyacımız olduğuna inandırıldığımız bir dünyada yaşıyoruz. İhtiyaçlarımı benim adına başkalarının belirlemesine izin vermiyorum diyelim. İhtiyacım olarak tanımladığım her şeyin, neye ve kime nasıl zararı dokunduğunu hesaplayarak hareket ediyorum. En basitinden; ilkokulda pamukta tohum çimlendirmiş bir nesiliz biz, dolayısıyla sebzenin meyvenin süpermarkette yetişmediğini, binbir zahmet emek ve kaynak kullanılarak yetiştirildiklerini biliyorum. İsrafa asla yer yoktur hayatımda. Çünkü doğanın hükümdarı değil, küçücük bir parçası olduğumu erken yaşta öğrendim. O nedenle de, gezegeni ve üzerindeki her canlıyı seven, saygı duyan çocuklar yetiştirmek için çaba göstermenin her şeyden daha önemli olduğuna inanıyorum.
- Salgından hemen önce, Stüdyo Oyuncuları’nın İO oyunuyla tiyatro sahnesinde yer alıyordunuz, Prometheus’u canlandırmıştınız. İO, öteki, dışlanmış, sürgünde... Geri dönüyor ve insanlara unuttuklarını hatırlatmaya çalışıyor. Modern insanın trajedisi! Böyle bir oyunda yer almak neler hissettirdi?
Zeus’un bir gün yaptıklarının hesabını vereceği ve Prometheus’un kehanetlerinin gerçekleşeceği ümidiyle sürgünde ömrünü tüketen IO, son nefesini vermek için döndüğü topraklarında hikayesinin iktidar sahipleri tarafından insanlara gerçekle uzaktan yakından alakası olmayacak şekilde bambaşka anlatıldığını keşfediyor. Ve insanlar kendilerine anlatılan bu yalanlarla inanmayı, huzurları kaçmasın diye sorgulamamayı tercih ediyor. Ne kadar tanıdık değil mi? IO, iki temel temada ilerleyen ve bu her iki temanın da bugünkü yaşamımızda sıkıntılarımızın tam da ortasında olduğu bir oyun. Böyle bir oyunu sahnelemek; bugün de varlığını sürdüren ataerkil dünya düzenindeki yıkıcı eril düşünme biçimini ve insanın hafızasızlaşması üzerine uzun uzun düşünmeme neden oldu. Günümüzde hala ataerkil düzen o kadar baskın ki, kadına sadece doğurganlığı ve analığı ile temsiliyet veriyor. Özgürlük tartışmaları da, kadının cinselliğini özgürce yaşayabilmesine sıkıştıracak kadar da sinsi ve seviyesiz.
- Prometheus’un insanlığa armağan ettiği her şey insanlık tarafından unutulmuş. Prometheus sizce ateşi çalıp insanlara verdiğine pişman mıdır?
Sizce, Mustafa Kemal Atatürk, bu ülkeyi bağımsızlığa kavuşturmak için verdiği mücadeleden, Cumhuriyeti ilan etmekten, ülkesinin çağdaşlaşması için yaptığı devrimlerden pişman mıdır? Bence sizin de, benim de sorumun cevabı aynı. Prometheus’un pişman olduğunu düşünmek; zalimin zulmüne boyun eğdiğimiz, sadece güçlünün haklı olduğu, cehalete ve esarete mahkum olduğumuz bir hayatı kabullenmek demek. Pişman olduğuna inanmıyorum; çünkü bilim her zaman yol göstericimiz olacak. Her zaman bizi birleştiren olacak. Her zaman doğa ile bu evrendeki yerimizle doğru ilişki kurmamızı sağlayacak. Neye inanırsanız inanın, dünyayı nasıl algılarsanız algılayın, ateşe dokunan yanar. Bilimin, bilginin ışığında adil, hakkaniyetli bir yaşam kuramazsak dere de, alevler de, seller, depremler de bizi önüne katar. Önünde sonunda dönüp ilham alacağımız, yolundan gideceğimiz insanlar Prometheuslar olacaktır. Çünkü onlar herkesin üzerinde yürüyebileceği yolun ilk taşlarını döşeyenlerdir. Çünkü onlar doğanın en el değmemiş, en vahşi, en yalın haliyle dans edenlerdir.
- Unutkan bir halkı ne uyandırır sizce?
Hikayeler. Masallar. Filmler. Resimler. Heykeller. Oyunlar. Şiirler. Sergiler. Müzik...Yüreğimize dokunan her şey bizi uyandırır. Maya Angelou’nun da söylediği gibi: İnsanlar ne söylediğimizi unutuyor, ne yaptığımızı unutuyor ancak onları nasıl hissettirdiğimizi asla unutmuyorlar.
- Ustanızdan öğrendiğiniz en değerli şey ne?
‘Toprak Dede’ adıyla bilinen TEMA Vakfı kurucu Onursal başkanı Hayrettin Karaca’nın çok sevdiğim bir cümlesidir: Param var ama hakkım yok!
- Son dönemde, Instagram hesabınızdan canlandırdığınız karakterlerin içsel yolculuğunu anlattığınız paylaşımlar yapıyorsunuz. Oldukça da ilgi gördüğünü fark ettim. Devam edecek misiniz?
Bana sıklıkla ‘Bu karakter teklif edildiğinde hangi özellikleri sizi heyecanlandırdı, bu karakterin izleyicide bıraktığı etkinin zeminini hangi özellikleri oluşturuyor, bu karakterin en çok hangi özelliklerini yorumlamaktan keyif alıyorsunuz ya da bu karakterin size ne gibi katkısı oldu?’ Gibi sorular yöneltiliyordu. Sanılanın aksine oyuncu, canlandırdığı karakteri bedeninde misafir edebilmek için kendini tamamen soyutlar. Rolüyle herhangi bir bağ kurmaz, rolü ona herhangi bir katkı ya da öğreti sağlamaz. Ama her karakterin hikayede bir yolculuğu vardır, olmalıdır. İzleyici bazen farkında, ama çoğunlukla da farkında olmadan; o yolculuğu takip eder, içselleştirir, sever. Ben de her bölüm öncesi karakterlerle ilgili ufak tefek ipuçları veriyorum izleyiciye, farklı bir etkileşim oluyor. Bir anlamda, başta söylediğim, o merak ettikleri soruların da cevaplarını buluyorlar.
- Yeni sezonda ekranda olacak mısınız?
Hem ekranda, hem de tiyatro sahnesinde. Dediğim gibi, eylemsizlik insanı umutsuzluğa sürükler.