Yeşilcam’ın, menekşe gözlü asi delikanlısı

Yeşilçam filmleriyle tanıdık onu. Menekşe gözleri, alaycı gülümsemesiyle Yesilçam’ın çapkın ve asi delikanlısı Salih Güney.

Öznur Oğraş Çolak

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın her yıl düzenlediği İstanbul Film Festivali’nde bu yıl Onur Ödülü’ne değer görülen sanatçı ile sohbet ettik. Öyle kem küm eden sanatçılardan değil Salih Güney, dosdoğru söylüyor düşündüğünü...

- Bu aralar neler yapıyorsunuz? Nasıl gidiyor pandemi günleri

Özgürlüğüm kısıtlandı... Kitap okuyorum. Müzik dinliyorum. Bol bol yemek yapıyorum, gurme, şef oldum.

- Bu yıl İKSV İstanbul Film Festivali’nde Onur Ödülü’ne değer görüldünüz, duygularınızı öğrenebilir miyiz?

Ülkenın, 40 yıldır prestiji olmuş İstanbul Film Festivali Onur Ödülü benim için gerçekten sevindirici ve onur verici.

- Sizin oyunculuk hikâyeniz tiyatro ile başlıyor neden?

Ortaokulu zar zor bitirdim ben sonra liseye başladım hiç cazip gelmedi bana, beni etkileyen hiçbir konu yoktu. Eğitim sistemimizi içler acısı buluyorum. Halen aynen devam ediyor.

Okula giderken bir külliye keşfettim ve her gün okul yerine kütüphane kapanana kadar okudum, okudum. Devamsızlıktan sınıfta kaldım. Sanatçı bir ailem var. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü sınavlarına hazırlandım ve yatılı olarak okula başladım. Yıl 1961’di.

- Peki, sinemaya geçiş süreciniz nasıl başladı?

1964-65 sezonunda ilk profesyonel olarak sahneye çıktım. Haldun Dormen, “Gen-Ar Tiyatrosu’nda ‘Aşk Zinciri’ni sahneye koyuyorum. Sen de oyna, aylık 1000 lira” dedi ve 19 yaşında sahneye çıktım. Orhan Günşiray beni seyretmiş, çok beğenmiş.

Aynı yıl Haldun Dormen “Bozuk Düzen” film çekimlerine başladı ve ben de kadroya dahil oldum. Böylece sinemayla da tanışmış oldum.

- Tiyatro kısa sürmüş, tiyatroya bir özlem kaldı mı içinizde?

Sahnede beni izleyen Yeşilçam yapımcılarından ve yönetmenlerden film teklifleri gelmeye başladı.

1969 yılına kadar tiyatro ve sinemayı beraber götürmeye çalıstım. Zorlanıyordum tabii ki matine-suare, provalar, başrol tekliflerini kaçırıyordum.

Beni şöhret yapan sırf yakışıklılık değildi, Cüneyt Gökçer gibi hocalarca eğitilmiş bir oyuncuydum. 1969-70 arası sinemayı tiyatroyla birlikte götürdüm, Amerikalıların çektiği ‘Paralı Askerler’de Tony Curtis ve Charles Bronson ile oynayınca başroller geldi, tiyatro hayal oldu.

4 ay çekim süresi sonucu tiyatro sezonunu kaçırdım. Ondan sonra istemeden de olsa sinemacı olarak sanat yaşamıma devam ettim.

- Oyunculuğa aslında erken veda edenlerdensiniz, neden?

Mesleğimi erken bırakmadım. Biat etmeyenler çalıştırılmıyor. Beğenip oynamak istedigim projeler oluyor ama TV kanallarından dönüyor.

- Yeşilçam’da sizce yetenekli olmak mı, yoksa güzel ya da yakışıklı olmak mı önemliydi?

Aslında her ikisi de önemliydi.

- Peki, sizce bugün!

Bugün için yorum yapamıyorum. Türk TV ve sinemasını izlemiyorum.

- Hayatınızı arkeolojik kazılara adadınız neden? Arkeolojiye merakınız ne zaman başladı?

Arkeoloji ile tanışmam 16 yaşında başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı olarak okul sezonu sonunda Bergama’da Asklepion Kermes şenliklerine katılırdık. Hocamız alman Maxc Maineka bizi HireapolisAfrodisias’a uğrayarak Bergama’ya götürdü. Uğradığımız antik kentlerin büyüsüne, gizemine kaptırdım kendimi. Puzzle birleştikçe aşka dönüş yaptı.

- Bu aralar arkeoloji ile ilgili neler yapıyorsunuz?

Şu anda Roma İmparatorluğu’nun kuruluş öyküsü olan Prens Annes (Antandros) projesiyle ilgileniyorum. Antik kentler temizliklerine (değişik bölge) öğrencilerimizi alarak onları yaşadıkları toprağın muhteşemliğini anlatarak sahip çıkma, sevme duygularını bilinçlendirerek devam ediyorum.

‘ÜLKEMİZDE SANAT POLİTİKASI YOK’

- Siz duyarlı bir sanatçısınız, bu pandemi sürecinde devletin sanata ve sanatçıya gereken desteği verdiğini düşünüyor musunuz?

Devlet hiçbir devirde sanata ve sanatçısına destek vermedi ki şimdi versin. Ülkemizde sanat politikası olmadı ki tıpkı kültür -turizim- tarım politikası olmadığı gibi...

- Peki nedir ülkenin en büyük sorunu?

Ülkenin en büyük sorunu cehalet