Yerel Seçimler ve Hukuk...
cumhuriyet.com.tr
AKP’nin belediyelere olan yaklaşımını ve yandaş belediyelere sergilediği kayırıcı tutumunun kabulü anlamında olan bu sözler seçmene tehdit unsurunu da içermesi bakımından hem 298 sayılı kanuna, hem de anayasada ifadesini bulan seçimin dürüstlüğü ilkesine aykırıdır. Bu açıklamasından sonra, yaptığı vahim hatayı anlayan Bakan’ın, sözlerini tevil etmeye çalışması ise hiç de inandırıcı olmamıştır.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 7 Şubat 2009 tarihinde 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 61’inci ve 63’üncü maddelerine vurgu yaparak hediye dağıtma yasağı ile ilgili bir karar verdi. Kararında, 29 Mart 2009 tarihinde yapılacak mahalli idareler seçimlerinde siyasi partileri, belediyeleri ve bağımsız adaylar ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’na göre faaliyette bulunan vakıfları, seçmen vatandaşın oyunu etkileyebilecek girişimlerde bulunmamaları ve kanunun ilgili hükümlerine uymaları konusunda uyardı; aksi eylem ve hareketlerin suç teşkil edeceğini ve yapanlar hakkında Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulacağını açıkladı.
Başbakan, hiç vakit geçirmeden bu kararı yorumlayarak(!) devlet yardımlarının bu karar kapsamında olmadığını açıkladı; dolayısıyla yardımların devam edeceği işaretini verdi. Asıl konuya girmeden önce bu yorum ve görüşün, yürürlükte olan ilgili hukuk kuralları ile çeliştiğini, yanlış olduğunu vurgulamak isterim. TC Merkez Bankası nezdinde 3294 sayılı Kanun’la kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’nun gelirleri, Kanunun 4’üncü maddesinde belirtilen diğer kaynaklar yanında, büyük ölçüde bütçeye konulan ödeneklerden oluşur. Fonda oluşan gelir, Fon Kurulu kararları çerçevesinde, ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdi ve ayni yardımlarda bulunmak üzere her il ve ilçede kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına gönderilir; Başbakan’ın dediği devlet yardımı böylece vakıflar eliyle dağıtılmış olur. YSK’nin yasakladığı da işte bu yardımlardır.
Meydan okuma
YSK söz konusu kararının gerekçesinde “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu yürütücüsü vakıflar ile belediyeler tarafından, seçmen vatandaşlara yasada belirlenen amacı aşar nitelikte mobilya ve beyaz eşya dağıtıldığı” tespitinde bulunmuş; kararda da açıkça belediyeleri ve vakıfları kanuna uygun faaliyette bulunmaya davet etmiştir. Yukarıda açıklanan kanun hükümleri ve gerekçe karşısında kararı başka türlü yorumlama imkânı yoktur.
Buna karşın, Başbakan, yardımı yapan vakfın başkanı Vali’yi takdir ve tebrik ederek yardımı sürdürmesi için onu teşvik etmektedir. Aslında bu, teşvikten de öteye, görev ve yetkisini anayasadan alan bir Kurul’a karşı meydan okumaktır. Anayasa ve yasa gereğince uyulması zorunlu olan bir karara karşı direnmeyi, onu yok saymayı öneren bir talimattır.
Başbakan’ın tavrı
Başbakan’ın mahkemelere ve kararlarına karşı tavrı bilinmektedir. Kendisinin ve partisinin lehine olan kararlar verilince hukuk, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargıyı hatırlamakta, bu kavramları telaffuz etmekte; aleyhine olan kararlarda ise mahkemelere gözünü kapatıp veryansın etmektedir. Ancak bu seferki beyanları farklıdır; kararın uygulanmayacağını açıkça söylemektedir.
Kanımca bu bir kırılma noktasıdır. İlerisi için daha vahim ve ürkütücü gelişmelerin işaretini vermektedir. Yargı kararlarının muhataplarının, onu keyfine göre yorumlayarak uygulamamak gibi bir yetkileri yoktur; karar olumlu veya olumsuz, doğru veya yanlış gereklerine uygun olarak mutlaka uygulanacak, yerine getirilecektir. Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları da, yargı kararlarından farklı değildir. Anayasanın 79’uncu maddesine göre YSK’nin verdiği kararlar kesindir; bu kararlar aleyhine başka bir mercie gidemezler. İlgililer bu kararlara karşı, eğer koşulları varsa, ancak yine YSK’ye şikâyet yoluyla başvurabilirler (298 s.k. m.131).
Bu noktada bir hatırlatma yapmak istiyorum. YSK kararının muhatapları belediyeler, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları; denetim organları olarak da Vakıflar Genel Müdürlüğü ve 5263 sayılı Kanun’un 3/c maddesi uyarınca Başbakanlığa bağlı olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’dür. Söz konusu vakıfların mütevelli heyetleri, il ve ilçelerde mülki idare amirlerinin başkanlığında çoğu memur statüsünde olan kişilerden oluşur. Ülkemizde şimdiye kadar yapılan uygulamalar, kanuna aykırı ve/veya suç teşkil eden eylemlerde talimatı veren siyasilerin kendilerini genelde kurtardıklarını; idari ve cezai yönden sorumluluğun talimatı yerine getiren memur ve görevlilerin üstünde kaldığını göstermektedir.
Hukuk tanımazlık
Yerel seçimlerde hukuk tanımazlık bununla bitmemektedir. Başbakan, partisinin düzenlediği ve kendisinin konuştuğu açık hava toplantılarının yapıldığı illere devletin resmi araçları ile ve çok sayıda kamu görevlisinin eşliğinde gitmektedir. Bunlar 298 sayılı Kanun’un 63, 65 ve 66’ncı maddelerine aykırıdır. Ama Başbakan’a bakarsanız, kendisi tesis ve benzeri açılışları için gitmekte, resmi ziyaretlerde bulunmakta, hazır o ile gitmişken de açık hava toplantılarına katılıp konuşmaktadır. Bu, seçmeni kör ve sağır yerine koymak, yasaları hiçe saymaktır.
Yine seçimler vesilesiyle Adalet Bakanı, muhalefet partilerine mensup adayları belediye başkanı seçmeleri halinde Ankara’da işlerin yürümeyeceğini ve tıkanacağını açıklayarak seçmene gözdağı vermiş, onu tehdit etmiş ve AKP’ye oy vermeye zorlamıştır.
Aslında AKP’nin belediyelere olan yaklaşımını ve yandaş belediyelere sergilediği kayırıcı tutumunun kabulü anlamında olan bu sözler seçmene tehdit unsurunu da içermesi bakımından hem 298 sayılı kanuna, hem de anayasada ifadesini bulan seçimin dürüstlüğü ilkesine aykırıdır. Bu açıklamasından sonra, yaptığı vahim hatayı anlayan Bakan’ın, sözlerini tevil etmeye çalışması ise hiç de inandırıcı olmamıştır.
Kanunun yasaklayıcı hükümlerine aykırı bu ve buna benzer davranışlarda ve söylemlerde bulunanların bu hareketlerinin önlenmesi için muhalefet partilerinin 298 sayılı Kanun’un 116’ncı ve 131’inci maddeleri uyarınca YSK’ye şikâyette bulunup bulunmadıklarını bilmiyorum. Şikâyet olmasa bile anayasa uyarınca “seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapmak ve yaptırmakla” görevli olan YSK’nin herkesin gözü önünde cereyan eden, görsel ve yazılı basında yer alan bu davranışlara müdahale etmesi gerekmez mi?
Nuri ALAN Emekli Danıştay Başkanı