Yeni Zelandalı yazar Paul Cleave ile cami saldırısının gerçekleştirildiği Christchurch üzerine...
Yeni Zelandalı polisiye roman yazarı Paul Cleave ile kurgu, gerçek ve romanlarına konu ettiği Christchurch üzerine, 50 kişinin yaşamını yitirdiği terör saldırısının kendisini, Yeni Zelanda’yı ve dünyayı nasıl etkilediği üzerine konuştuk.
HÜSEYİN HAYATSEVER
Paul Cleave, polisiye yazını takipçilerinin yakından tanıdığı bir isim. 1974 doğumlu yazar, halihazırda dünya çapında en çok satan Yeni Zelandalı yazarlar arasında bulunuyor. Yayımlanmış 12 kitabı birçok dile çevrilmiş ve tüm dünyada milyonlarca okura ulaşmış durumda. Yedi kitabı Türkçe’ye çevrilmiş olan Cleave’in ilk kitabı Temizlikçi, Türkiye’de 2010’da yayımlandı. Son olarak Trust No One adlı eseri Türkçe’de Delilik Günlüğü başlığıyla yayımlandı.
Christchurch, romancının yaşamının ve eserlerinin de odak noktası. Bu şehirde doğan yazarın tüm romanları da Christchurch’te geçiyor. Türkiye’de yeni yayımlanan kitabı Delilik Günlüğü’nün imza gününe katılmak üzere Türkiye’ye gelen Paul Cleave, Ankara’da gazetemize konuştu.
‘Christchurch’ü kötü bir şekilde yazmak istemiyorum’
28 yaşındaki Avustralyalı saldırganın cuma namazı vakti iki camiye gerçekleştirdiği saldırıda 50 kişinin yaşamını yitirmesiyle dünyanın öbür ucundaki huzurlu ülke olarak anılan Yeni Zelanda dünya gündemine oturdu. Yeni Zelanda, suç istatistiklerine göre dünyanın en güvenli ülkeleri arasında yer alıyor. Christchurch, bir ucundan diğer ucuna 20 dakikada gidilebilecek büyüklükte, 350 bin nüfuslu bir kent. Yeni Zelandalı yazarla buluştuğumuzda söz ister istemez korkunç terör saldırısından açılıyor. Paul Cleave, çok sevdiği Christchurch’te böyle bir katliamın yaşanmasına halen inanamadığını söylüyor. “Bu, kurgudan farklı bir şey” diyor, “Bir polisiye yazarı olarak çok iyi bildiğim bir şehir olan Chistchurch’ü kullanıyordum fakat böyle bir şeyin gerçekte olması kimsenin aklına gelmezdi. Olayı duyduğumda ilk tepkim ‘Artık Christchurch’te geçen bir kitap yazmak istemiyorum, Christchurch’le ilgili kötü bir şey söylemek istemiyorum’ oldu. Roman yazarlarının olup bitenle tabii ki bir ilgisi yok, yaşananları biz etkilemiyoruz fakat bu olay karşısındaki ilk duygum buydu.”
‘Hepimizin acısı’
Yeni Zelandalı yazar, ülkelerinde böyle bir saldırı olmasından dolayı utanç, korku ve üzüntüyü bir arada yaşadıklarını anlatıyor, anlatırken zaman zaman gözyaşlarına hâkim olamıyor.
Cleave, saldırının ardından gösterdiği duruşla ve kurbanların yakınlarıyla gösterdiği dayanışmayla tüm dünyanın takdirini toplayan Yeni Zelanda’nın genç başbakanı Jacinda Ardern’den de övgüyle söz ediyor: “Biz ümitsizliğe ve utanca boğulmuşken Jacinda ortaya çıktı ve biz onun yüzündeki acıyı gördük. Onun yüzündeki acı hepimizin acısıydı. Onun güçlü duruşu hepimize güç verdi. Çok büyük bir trajedi yaşadık fakat yaşanan trajediye karşın tüm ülke örnek bir duruş sergiledi.”
Kurgu ile gerçek arasındaki çizgi
Olayın korkunçluğunu konuşurken söz Mark Twain’in kurgu-gerçek ilişkisini anlattığı meşhur lafına geliyor: “Gerçek, kurgudan daha acayiptir, çünkü kurgu, olabilirlikleri gözetmek durumundadır; gerçeğin öyle bir zorunluluğu yoktur.” Paul Cleave, kurgu-gerçek ilişkisi konusunda Twain’e hak veriyor: “Bazen gerçek yaşamda öyle şeyler oluyor ki onu kitaba koysanız sırıtır. Bunu kendi aramızda da hep konuşuruz, öyle şeyler yaşanıyor ki bunu kitaba koysanız kimse inanmaz diye düşünüyorsunuz.”
Yeni Zelandalı romancı, kurgu ile gerçek arasına ise kesin bir çizgi çekiyor. Kitaplarında hiçbir zaman gerçek hayatta yaşananlardan yola çıkarak yazmadığını, yazdıklarında kurmacanın dışına çıkmadığını söylüyor. Bu tutumunun, Christchurch’teki saldırı için de geçerli olduğunu vurguluyor: “O günden beri tek satır yazmadım. Orada yaşanan trajedinin bir kurgunun konusu haline getirilmesi bana doğru gelmiyor. Bundan sonra da tabii ki yazmaya devam edeceğim fakat bu saldırıyla ilgili hiçbir şey yazmayı düşünmüyorum, hiçbir zaman bir katliam sahnesi yazamam. Benim yazdıklarımın gerçekte yaşananlarla ilgisi yok; tüm o seri katiller, gariplikler, bunların hiçbirisi gerçek hayat değil. Saldırı benim yazdıklarımı etkiler mi, samimi olarak şu anda bunu bilmiyorum. Ama bu saldırı benim konum olmayacak.”
Söz kurgu-gerçek ilişkisinden açılmışken konu hep tartışılan edebiyattaki, sinemadaki şiddetin okurları, seyircileri etkileyip etkilemediğine geliyor. Yazar, “Biz insanları eğlendirmek için yazıyoruz. İnsanlar bizi okurken bunun bir kitap olduğunu, kurmaca olduğunu biliyor. Kimse bir film izleyip ‘Ben cinayet işlemeliyim’ demiyor, psikoloji bilimi bize bunu söylüyor. Birisi korkunç bir eyleme girişecekse izlediği şeyden esinlendiğini düşünmüyorum” diyor.
Aşırı söylemler şiddeti besliyor
Son dönemde dünyada yükselen aşırı sağın ve merkezde yer alan siyasetçilerin dahi yabancı düşmanı söylemleri kullanmalarının ise dünyadaki şiddeti beslediği konusunda şüphesi olmadığını söylüyor Yeni Zelandalı yazar, “Tüm şiddetin tek sebebi bu söylemler diyemeyiz tabii ki ama bu söylemler şiddeti kesinlikle besliyor” diyor.
Paul Cleave ile Türk okuruyla ilişkisini de konuşuyoruz. Türkiye’deki okur ilgisinden gayet memnun. Başka ülkelerde polisiye yazınının görece ileri yaştaki okurlar arasında revaçta olmasına karşın Türkiye’de çok genç bir okur kitlesi olduğunu anlatıyor. “Sürekli artık genç kuşakların kitap okumadığından şikâyet edilir, bunun doğru olmadığını burada memnuniyetle görüyorum” diyor, Türkiye’ye her geldiğinde okurlarla iyi bir ilişki kurduğunu da söylüyor.
Yeni Zelandalı yazar, Türk polisiye edebiyatını da takip ettiğini belirtiyor. Son olarak Ahmet Ümit’in Patasana kitabını okumuş ve beğenmiş: “Kendisi hakkında hep iyi şeyler duyuyorum, umarım bir gün tanışırız.”