Yeni virüslerle karşılaşma ihtimalimiz yüksek
Ne zaman ki koronavirüs bizi evlere hapsetti, “Doğaya ne yaptık da başımıza bunlar geldi” diye sormaya başladık. Acı ders alacağımıza hiç kuşkunun olmadığı bu süreci “Dünyamız ne kadar sağlıklıysa biz de o kadar sağlıklıyız” diye yorumlayan ve eski davranışları sürdürme şansımız olmadığını söyleyen WWF Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar ile hastalıkların yayılımında insanoğlunun payını, ekosistemlerin önemini, insanların evlere çekilmesi sonucu sokakları ziyaret eden yaban hayvanlarını, üzerimizden geçen kuşların hastalık taşıyıp taşımadığını, hayatımızı virüslerle geçirmemek için ideal yol haritasını konuştuk.
İpek Özbey- Geçen hafta bir rapor yayımladınız. Genelde “Doğa bizden intikamını alıyor” diye özetlenen vakayı WWF bilimsel olarak ortaya koyuyor. Ebola, AIDS, SARS, kuş gribi ve domuz gribi… Son yıllarda ortaya çıkan bu hastalıkların ortak özelliği ne?
Evet, yeni tip koronavirüs de aslında Ebola, AIDS, SARS, kuş gribi gibi son yıllarda ortaya çıkan hayvan kaynaklı hastalıkların son örneği. Raporumuz insan sağlığı ile doğanın birbiriyle yakın ilişkisini?ortaya koyuyor. Bu hastalıkların yayılmasında özellikle yaban hayvanı tüketimi ve ticareti ile genel olarak doğanın insan tarafından aşırı sömürülmesinin büyük etkisi var. Dünyamız ne kadar sağlıklıysa biz de o kadar sağlıklıyız.
- Birçok salgının hayvan pazarlarından ortaya çıkması tesadüf mü?
Hayvan pazarlarında, normal koşullarda belki de hiç karşılaşmayacak birçok yabani ve evcil hayvan türü, canlı ya da cansız halde bir araya geliyor. Hijyen şartlarının uygun olmadığı nemli ortamlar, bir türden diğerine, ondan da insana virüs geçişini kolaylaştırabiliyor. Bununla birlikte, yaban hayvanı türlerinin yasadışı ve kontrolsüz ticareti, başta ormansızlaşma olmak üzere doğal ekosistemlerin tahribi, sulak alan, mağara gibi habitatların kaybı, bu tür yaşam ortamlarını tercih eden canlı türlerinin yer değiştirerek daha önce etkileşim içinde olmadığı diğer türlerle temasını ve virüs alışverişi ihtimalini artırıyor.
- Bu gerçek ortadayken yaban hayvanı ticareti artarak sürüyor yine de..
Afrika, Uzak Asya, Latin Amerika gibi bazı ülkelerde tarımsal üretimin yeterli olmaması insanların protein ihtiyacını yaban hayvanlarından karşılanmasını zorunlu kılabiliyor. Bazı ülkelerde ise gelenekler veya geçmişten gelen alışkanlıklar var. Örneğin bir türün etinin ya da (gergedan boynuzu örneğinde olduğu gibi) vücudunun bir parçasının tedavi edici olduğuna inanılıyor. Buna karşılık, daha zengin ülkelerde belli bir gelir düzeyine sahip insanlar yüksek ücretler ödeyerek yaban hayvanı eti talep ediyor ya da avcılığı bir hobi olarak görüyor. Avlanan hayvanların eti de avcı için ödül oluyor.
- Kentlerde ve köylerde bu tüketimin aktörleri farklı sosyolojik ve ekonomik yapıya mı sahip?
Evet, küresel ölçekte bakıldığında genel olarak kırsaldaki talebin arkasında yatan neden daha çok hayvansal protein ihtiyacının en ucuz ve kolay yolla karşılanması. Çünkü gelir düzeyi düşük kesimlerin çiftliklerde yetiştirilen evcil hayvana erişimi görece daha zor. Kentlerde ise eski tüketim alışkanlıklarını devam ettirmek isteyen alım gücü yüksek kesimde, yaban hayvanı etine talebin görece yüksek olduğunu görüyoruz.
- Pazarın nasıl bir ekonomik büyüklüğü var?
Yasadışı yaban hayatı ticareti, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından sonra en büyük hacme sahip yasadışı ticaret faaliyeti. Bu pazarın ekonomik büyüklüğü Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre her yıl 7- 23 milyar dolar. Diğer kaçakçılık yöntemlerine göre daha az riskli olması ve yıllık hacmi, bu ticarete yönelimi her geçen gün daha da artırmakta. Asya ülkelerindeki türlere artan talep, gelişen ticaret ağları ve yöntemleri, yaban hayatı kaçakçılığında son 30 yılın en yüksek değerlerine ulaşılmasına neden oldu.
- Türkiye’nin bu trafikteki payını biliyor muyuz?
Rakamsal veriler yok ancak Türkiye, yasa dışı yaban hayvanı ticaretinde transit ülke olması sebebiyle önemli bir konuma sahip.
- Kontrolü mümkün değil mi?
Dünya genelinde tehdit altındaki bitki ve hayvan türlerinin ticaretinin takibi ve kontrolü CITES (Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme) tarafından sağlanıyor. Türkiye de bu sözleşmenin taraflarından biri. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerdeki mevzuatın ve gümrük denetimlerinin yetersizliği ve rüşvet gibi faktörler yaban hayatı ticaretinin önlenmesinin önündeki en önemli engellerden. Talebin önüne geçmek için gelişmiş ülkelerdeki pazarlarda yaban hayvanlarının et ve parçalarına (fil dişi, gergedan boynuzu gibi) yönelik talebin de azaltılması gerekiyor. WWF, bu konuda, özellikle Afrika ve Uzak Asya’daki türlerin korunması için yoğun çalışmalar yapıyor.
HASTALIĞA YOL AÇAN YARASA DEĞİL
- Örneğin yarasalar… Virüsü yayma hızları çok mu yüksek?
İnsanoğlu bu tür durumlarda bir suçlu arama eğilimindedir. Ancak burada hastalığa yol açan yarasa değil. Yarasayı etkileyen tipten daha farklı bir koronavirüs ile karşı karşıyayız. Buna sebep olan da mutasyona imkân veren kontrolsüz ortamlar. Bir başka türde bulunan koronavirüsün insanla teması da risk yaratabilir. Gıda kontrolü olmayan bütün yaban hayvanı etleri için bu risk geçerli. Sadece Çin’deki değil, bütün ülkelerdeki yaban hayvanlarının kontrolsüz tüketimi başka zoonozlara yol açabilir. Genellikle mağaralarda yaşayan yarasalar, aslında madencilik faaliyetleri, ormansızlaşma gibi nedenlerle doğal alan kayıplarından en çok etkilenen türlerden. Bununla birlikte yarasaların tarımsal üretimin ana koruyucularından biri olduğunu unutmamamız gerekiyor. Beslendikleri sinekler, böcekler sayesinde başka taşıyıcılardan (vektörlerden) koruma görevi üstleniyorlar. Tropikal bölgelerde yetişen kakao gibi birçok ürünün tozlaşmasında rol oynuyorlar. Bir ekosistemden yarasaları kaldırmak arı kovanına çomak sokmak gibidir. Tekrar altını çizmek gerekirse sebep yarasa değil, yaban hayvanları ile kontrolsüz temasa sebep olan doğal alan kayıplarına yol açan insan faaliyetleri ve yaban hayvanı ticaretinin yarattığı olumsuz koşullar. Aslında bütün türlerin ekosistem içinde belli bir görevi var, en baskın tür olan insanın, faaliyetlerini bu dengeyi bozmayacak şekilde yeniden düzenlemesi gerekiyor.
- Şu an üzerimizden kuşlar geçiyor, virüsü taşıyorlar mı?
Göç eden türlerin taşıdıkları hastalıkları bulaştırma riski olmakla birlikte, eğer bu türler konakladıkları alanlarda insanlardan izole kalırsa, insan etkisi ile konaklama alanları bölünmez ise bu risk az olur.
- Başka hangi hayvanlardan kolay bulaşıyor?
Evcil ve çiftlik hayvanlarından yaban hayvanlarına kadar birçok farklı tür virüs taşıyor. Bu virüslerin çoğu, üzerinde taşındığı hayvanda hastalık belirtileri oluşturmadan kalıyor. İnsan için de tehdit oluşturmuyor. Ancak tıpkı insanlarda olduğu gibi yoğun stres altında kaldıklarında bağışıklık sistemleri zayıflıyor ve virüsler hastalık oluşturabiliyor. Hastalık belirtilerinin ortaya çıkması da virüslerin saçılmasını kolaylaştırıyor. Virüs, bakteri ve parazitlerin yaban hayvanları üzerinde bir döngüsü var. Yaban hayata müdahale ederek bu döngüyü kırmadığımız ve kontrolsüz temasta bulunmadığımız sürece kolay bulaşma söz konusu olmuyor.
- Her hayvanda koronavirüs var mı?
Kedi, köpek, sığır, koyun, sansar, fare, yaban tavşanı ve yarasa gibi birçok farklı tür farklı koronavirüs etkenleri taşıyor. Koronavirüsler, türe özel virüsler. İstisnalar dışında bir türdeki virüs başka türde hastalık oluşturmuyor. Yeni tip koronavirüs ile birlikte, insanda hastalık oluşturan koronavirüs sayısı yediye ulaştı.
- İnsanların ve eşyaların sürekli dolaşım halinde olması yayılımı nasıl etkiliyor?
Yeni tip koronavirüste, SARS ve MERS’e göre, ölüm oranı daha düşük ancak onu tehlikeli yapan bulaşıcılığı. Dünyadaki ulaşım hızının geldiği boyutu düşünürsek bu durum bu tip salgınlar için eşsiz bir imkân sağlıyor. Eskiden bu tip zoonozlar yerel seyredip yok oluyordu, belki sadece kendi içinde kapalı yaşayan bir kabileyi etkiliyordu. Ama küresel dünyada yayılımın önüne geçmek mümkün değil. Bu nedenle eski davranışları sürdürme şansımız yok.
- 50 yıl önce antibiyotik ve aşıların üretimi ve yaygın kullanılmaya başlamasıyla insanlar enfeksiyona karşı savaşı kazandığını sandı. Ancak bugün görüyoruz ki pek de öyle değil. Sistem nasıl işliyor, aşılar, antibiyotikler ortaya çıktıkça virüs de bunlara karşı direncini mi artırıyor?
Antibiyotikler bakterilere karşı etkili, virüslere karşı değil. Virüslere karşı oluşturduğu semptomlara yönelik bir tedavi uygulayabiliyorsunuz. Bunun dışında aşılar var. Ancak virüslerin insan bağışıklık sisteminden kaçmak için izledikleri bazı çok özel yöntemler var. Örneğin bu salgına neden olan koronavirüs milyonlarca yıldır yarasada ve yarasanın bağışıklık sistemine karşı koymak için evrimleşmiş. İnsanın doğa üzerindeki etkisi arttıkça yeni virüslerle karşılaşma ihtimali de artıyor. Dünyadaki tüm canlıların virüs taşıdığını düşünürsek bizim için son derece patojen yeni virüslerle karşılaşma ihtimalimiz de yüksek.
- Raporda, gezegenin karşı karşıya kaldığı değişimle “Antroposen” adı verilen yeni bir çağa adım attığımızı söylüyorsunuz. Nasıl bir çağ bu?
İnsanın dünya üzerindeki etkisi 20. yüzyılın ortalarından bu yana inanılmaz bir ivmeyle yükseliyor. Buna karşılık doğa ve doğanın bize sunduğu hizmetler giderek artan risklerle karşı karşıya. Buna dikkat çeken bazı bilim insanları, artık “Antroposen” adı verilen yeni bir jeolojik çağa adım attığımızı söylüyor. Bu çağda iklim hızla değişiyor, okyanuslar asitleniyor, canlı toplulukları tamamen yok oluyor ve bütün bu değişimler bir insanın yaşam süresi içerisinde ölçülebilecek bir hızla gerçekleşiyor. Risk altında olan sadece yabani bitki ve hayvan türleri değil; biz insanlar da hızla bozulan bu koşulların kurbanı olmaya adayız. Harekete geçmediğimiz takdirde Dünya modern insan toplumu için çok daha elverişsiz bir yer haline gelecek. Bu nedenle, gezegenimizin sınırları içinde yaşamayı öğrenmemiz ve ekosistemleri korumamız şart.
İNSAN BASKISI AZALINCA HAYVANLAR ŞEHRE İNDİ
- Birçok büyük şehre geyikler, domuzlar inmeye başladı. Biz onlar için “dünya onlara kaldı” diyoruz ama işin aslı ne?
Salgın nedeniyle insan faaliyetlerinin azaldığı bu dönemde yaban hayvanlarının yerleşim yerleri yakınlarında görülmesiyle ilgili birçok görsel geliyor. Yunus ve Akdeniz foku gibi deniz memelilerinin kıyılara yakın yerlerde görülmesi sürpriz değil. Şimdi bu alanlardaki insan baskısının, tekne ve motor hareketliliğinin azalması deniz memelileri için de kıyıları daha güvenli hale getirdi. Kara memelileri için de durum benzer. Örneğin Bursa’da teleferik istasyonuna giren boz ayının rahat tavırları… Normalde gececil bir hayvan olmamasına rağmen insan baskısı onları geceleri insanlar çekildikten sonra aktif olmaya zorluyordu. Ancak daha önce gece ziyaret ettikleri alanları şimdi insanların evlere çekilmesiyle gündüzleri de ziyaret ettikleri görülüyor. Birçok yaban hayvanı için otoyol ağları önemli bir sorun. Yoğun trafik olan yollardan geçmeye çekiniyorlar. Ancak trafiğin durma noktasına geldiği bu dönemde tilki, çakal, yabandomuzu ve karaca gibi birçok yaban hayvanı yeterli yiyeceğe ulaşabilmek için her gün çok geniş alanları dolaşmak zorunda. İnsan baskısı nedeniyle girmeye çekindikleri birçok alan artık onlar için yeni beslenme alanları haline geldi.
50 YILDA 3 VAN GÖLÜ KADAR SULAK ALAN KAYBETTİK
- Doğal ekosistemlerin insan eliyle değiştirilmesi de bir başka sorun. Tüketimdeki yükseliş, nehirler, okyanuslar, iklim sistemi nasıl değişikliklere yol açıyor ve sağlığımızı tehdit ediyor?
Yaşadıklarımızı doğanın yanıtı ya da intikamı olarak görmektense, kaynaklarımızı aşırı tüketmenin, tahrip etmenin ve kirletmenin sonuçları diye yorumlamalıyız. Son 50 yıl içinde dünya üzerindeki omurgalı tür popülasyonları, avlanma ve habitat kaybı gibi nedenlerle ortalama yüzde 60 azaldı. Habitat kaybı dediğimiz şey, daha önce bitkisi, hayvanı ve mikroorganizmalarıyla diğer canlıların belirli bir etkileşim içinde varlığını sürdürdüğü doğal yaşam ortamıdır; ormansızlaşmadır, sulak alan kaybıdır, denizel ortamların yok olmasıdır. Örneğin, Türkiye’de son 50 yıl içinde, 3 Van Gölü büyüklüğünde (1.3 milyon hektar)?sulak alan?ekosistem özelliklerini kaybetti. Her yıl bu alanlarda konaklayan kuşların bir sonraki yıl aynı gölü bulamayarak ölmesi, aslında bizim için de alarm verici bir durumdur.
- Neden?
Çünkü değişen çevresel koşulların ilk göstergesi kuşların davranışlarıdır. Unutmayalım ki, insanoğlunun sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel düzen, sunduğu ekolojik temel üzerine kurulmuştur. Sağlığımız, esenliğimiz, refahımız için gerekli temiz havayı, suyu, gıdayı, tıbbi ürünleri doğaya borçluyuz.
- Örneğin ormanları yok etmemiz bu hastalıkların ortaya çıkışında nasıl etkili oluyor?
Ormansızlaşma, dünyadaki habitat kaybının en büyük nedenlerinden biri. Yaşam alanı kaybı da, hayvanları göç etmeye, yeni türlere temas etmeye ve dolayısıyla yeni patojenlerle tanışmaya zorluyor. Örneğin, ormanları yok ettiğimizde, ya da madencilik, taşocakları gibi faaliyetlerimizle, yarasaların yaşadığı mağaralara zarar verdiğimizde bu hayvanlar zorunlu olarak göç ediyor, başka alanlara gidiyor ve normal şartlarda karşılaşmadıkları türler ile karşılaşıyor. Sivrisinek ve kene gibi vektörlerle taşınan hastalıkların yeni coğrafyalara yayılma ihtimali artıyor. Hatta insan kaynaklı iklim değişikliğinin diğer türlerle ilişkimizi değiştirmesi enfeksiyon riski açısından önemli... Dünya ısınırken, karada ve denizde yaşayan çeşitli türler, sıcağın artan etkisi sebebiyle kutuplara ya da yükseklere yöneliyor. Bu da, normalde temas etmemesi gereken pek çok türün temas etmesi anlamına geliyor ve patojenlere yeni türlere yerleşmek için bir fırsat doğuruyor. Bozulmamış ve istikrarını koruyan doğal ormanlar bu bakımdan hızlı değişime maruz kalmış ve bozulmuş ormanlara göre daha güvenli. Dolayısıyla, türler arasında ve türlerle insanlar arasında yeni etkileşimlere yol açabilecek her türlü insan etkisi bu açıdan kritik öneme sahip.
- Sadece Türkiye örneğinden yola çıkalım: Çevreciler yıllarca “3. köprüyü yapmayın, ağaçları kesmeyin, yeni havalimanı için ekosistemi bozmayın” diye uyardı.. Nicesi var. Hep kulak tıkanıyor. Günün birinde bedelini ödeyecek miyizi ya da ödemeye başladık mı?
Doğal alanların tahribatına yol açan ve insan yaban hayat etkileşimini artıran tüm faaliyetler aynı zamanda risk faktörlerini de artırıyor. Doğal ekosistemler, sağladıkları temiz hava, içme suyu ve barındırdıkları yaban hayatı ile şehirler için yaşam destek sistemleri aynı zamanda. Yaşam destek sistemlerinin bozulması, şehirleri hem doğal afetlere hem de salgın benzeri risklere karşı daha kırılgan hale getiriyor. Yaşam alanları bölünen yaban hayvanları, insanla daha yakın temas içine girmek zorunda kalıyor. Bu da bir risk faktörü. Bu nedenle, yapılacak yatırımların olası etkilerine bütünsel bir perspektifle bakılması, fizibilite çalışmaları yapılırken tüm olasılıkların ele alınması, insanın uzun vadeli esenliği için büyük önem taşıyor.
- Bozulmuş bir ekosistem eskiye döndürülebilir mi?
Teorik olarak evet… Ama bu, ekosistemin kendini yenileme kabiliyetine bağlı ve zaman alıcı bir süreç. Verimliliğini fazla kaybetmemiş, iklim şartları elverişli olan ekosistemlerde bu süreç daha kolay ama şartların bu kadar elverişli olmadığı yerlerde daha zordur. Bu nedenle bazı yerlerde, doğayı kendi haline bırakıp ona zarar vermemek yeterli iken, bazı yerlerde insan tarafından desteklenmesi gerekebilir. Bunun en somut örneklerinden biri ağaçlandırmadır. Kesim yapılan Karadeniz ormanları bir süre sonra kendiliğinden yeniden yeşerebilir ama daha kurak ve verimsiz Anadolu topraklarında geri dönüş zordur. Ya da kurumaya yüz tutmuş bir sulak alanı yeniden suyla buluşturmak, önce sazlıkların yeşermesini sonra kuşların burada yuva yaparak kolonileşmesini sağlayabilir. Parçalanmış yaşam alanlarının insan baskısı olmayan ekolojik koridorlarla birleştirilmesi bu yaşam alanlarında sıkışmış canlılar için bir umut ışığı olabilir. Sonuç olarak, ekosistemi geri kazanmak riskli, zaman alıcı ve maliyetli bir süreçtir. Buna karşılık, eldeki değerli ekosistemleri kaybetmemek her bakımdan daha az riskli ve ucuzdur. Bu nedenle değerli ekosistemlerimizin kıymetini iyi bilmeliyiz.
- Hükümetlere düşen görevler neler?
Salgın bize artık hayatlarımızı eskiden olduğu gibi sürdüremeyeceğini gösterdi. Her birimizin sorumlulukları var. Ekonomiyi canlandırmak için verilecek kararlar bundan sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımızı belirleyecek. Geldiğimiz noktada, doğa ve insan için yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor: Düşük karbonlu ve çevresel etkileri azaltılmış bir büyüme mi, yoksa toplumu başka krizlere sürükleyebilecek eski büyüme anlayışı mı? İnsan sağlığı, doğal yaşam ve ekosistemler arasındaki ilişkiyi ne kadar güçlü bir şekilde korursak, gelecekte karşılaşacağımız salgın gibi krizlerin üstesinden gelme olanağımız da o ölçüde artacaktır. Bu nedenle ekonomik desteklerin kirleten yatırımlardan yeşil ve sürdürülebilir üretime kaydırılması; sürdürülebilir yatırımların teşvik edilmesi şart.
VİRÜSLERİN BULAŞMASINI ENDÜSTRİYEL TARIM DA ETKİLEDİ
- İşin ekonomik boyutuna gelirsek: Ne bekliyorsunuz? Tarım tekrar önem kazanır mı?
Aslında tarım önemini hiçbir zaman kaybetmemişti ama biz insanlar olarak Covid-19 ile bunun tekrar farkına vardık. Hepimizin ilk tepkisi evimize gıda almak oldu. Bu dönemde bağışıklığımızı güçlü tutmak için doğru ve gerçek gıdalar ile iyi beslenmenin önemini anladık. Bugüne kadar kolaylıkla ulaştığımız, cepte kabul ettiğimiz ve değerini yeterince bilmediğimiz gıdanın en temel ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu hatırladık. Gene bu dönemde ekolojik olarak üretilmiş gıdaya, fiyatı konvansiyonelden yüksek bile olsa, talebin arttığını gördük. Çünkü kendi sağlığımızın doğanın sağlığı ile bağlı olduğunu fark etmeye başladık.
Bundan sonra tarımda ekolojik yaklaşımlara önem verilmesi şart. Raporumuzda da yer verdiğimiz üzere, endüstriyel tarım uygulamalarının yaygınlaşması virüslerin bulaşmasını etkileyen faktörler arasında. Bu bağlamda tarımsal üretimle ilgilenen büyük, küçük her oyuncunun şapkasını önüne koyup üretim şeklini nasıl dönüştürebileceğini planlaması gerekiyor. Hem yaban hayatı, hem de insan dostu geleneksel pratiklerin hatırlanması, yeni bilgiyle yoğurulup tekrar hayata geçirilmesi elzem. Bunun için agroekolojik yaklaşımların önceliklendirilmesini ve yaygınlaştırılmasını tavsiye ediyoruz, çünkü “Tek Sağlık” prensibi olmadan artık devam etmek mümkün değil. Bu stratejik kavram, bugün de tanık olduğumuz gibi, insan sağlığının diğer hayvan türlerinin ve çevrenin sağlığı ile yakından bağlantılı olduğu temeline dayanmakta.
YENİ SALGINLAR İSTEMİYORSAK…
*Her şeyden önce, Çin’de örneğini gördüğümüz yaban hayvanı pazarları kapatılmalı ve insanların yaban hayvanlarıyla kontrolsüz teması kesilmeli.
*Kaçak avcılık sona erdirilmeli, kara avcılığı salgın döneminde yasaklanmalı ve salgın risklerine göre yeniden düzenlenmeli.
*Doğal yaşam ortamlarını koruyarak canlı türlerinin ve popülasyonlarının yok olmasının önüne geçilmeli.
*Uzun vadede ise bozulmuş ekosistemlerimizi restore ederek, yeniden kazanmaya çalışmalı ve tarımsal faaliyetlerde yaban hayatı dostu uygulamaları teşvik etmeliyiz.
*Ekonomik ve sosyal alanlarda, Covid-19 sonrası dönemde kalkınma anlayışımızı yeniden gözden geçirerek sürdürülebilir yatırımlar teşvik edilmeli.
*Ekonominin canlandırılması için atılacak adımlarda enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, elektrikli ulaşım gibi çevresel olarak sürdürülebilir yatırımlar önceliklendirilmeli.
*Covid-19 krizinde sergilenen kolektif çaba, iklim ve biyolojik çeşitlilik krizini önlemek için de kararlılık ve dayanışma ile yürütülmeli.
*Bu nedenle WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) olarak, karar vericilerimizden yerel yöneticilerimize, iş dünyasından bireylere çağrımız şudur: Gelin, “Doğa ve İnsan İçin Yeni Bir Başlangıç” yapalım!
NEDEN UĞUR BAYAR?
New York Eyalet Üniversitesi Matematik ve İstatistik Bölümü’nü bitirdi. Kariyerine Citibank Türkiye’de başladı. 1997- 2002 yılları arasında Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yaptı ve halen Anadolu Holding, Tekfen gibi büyük kurumların yönetim kurulu üyesi ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı. Başında bulunduğu WWF, geçen hafta “Doğanın Yok Oluşu ve Pandemilerin Yükselişi” adlı geniş bir rapor hazırladı, bize de sormak kaldı.