Yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü

Atatürk’ün en yakın silah arkadaşıydı. Siyasette ve diplomaside de en üst görevlerde bulundu. Atatürk’ten sonra da ülkenin ikinci Cumhurbaşkanı oldu.

Miyase İlknur/ Cumhuriyet


ÇOCUK GÖZÜYLE

İnönü’nün seçilişi

MİYASE İLKNUR: Önce sizin 10 Kasım gecesindeki izlenimlerinizden başlayalım. Daha önce anlattıklarınızı hatırlayalım:

ALTAN ÖYMEN: Evet onları buraya da alalım: “10 Kasım akşamında bizim evdeki, bol konuklu sohbette oluşan dilek şuydu: “İnşallah İsmet Paşa olur.” Sonradan yayımlanan anılar, yapılan açıklamalar gösteriyor, İnönü’nün cumhurbaşkanlığı, bizim evdeki sohbetten çok önce o zamanki otoriter yapılı tek parti devletinin en üst kademelerinde oluşmuş ve karar haline gelmiş. Ama bu birdenbire olmamış. Derinden derine yürüyen bir kulis mücadelesi sonunda olmuş. Sonradan ortaya çıkan o “perde arkası” bilgiler için burada bir özet yapalım:

Perde arkasında Atatürk’ün 1937 yılında İsmet İnönü’yü başbakanlıktan ayırıp yerine Celâl Bayar’ı getirdiği malum. Atatürk’ün etrafında İnönü’ye karşı bir grup vardı ki, bu değişiklikten pek memnundu. Memnunluğunu da hiç gizlememekteydi.

İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras dahil, bazı bakanlar ve Atatürk’ün sofrasındaki bazı milletvekilleri, o grubun içindeydi. 1938 Ağustos’undan itibaren Atatürk’ün hastalığı artınca bu konuyu düşünmeye başlıyorlar. Biliyorlar ki, Atatürk ölür de yerine İnönü geçerse, kendi siyasal gelecekleri o kadar parlak olmayacak. Bir kısmı, çareyi Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın cumhurbaşkanlığında arıyor. Başka aday olarak Bayar’ın adı geçiyor. Bir de Şükrü Kaya’nın adı geçiyor ve Şükrü Kaya kendi adını geçiriyor.

O zaman 54 yaşındaki İnönü de, Pembe Köşk’teki köşesine çekilmiş, bu gelişmeleri -not defterine yazdıklarından anlaşıldığı gibi- büyük bir dikkatle izliyor.

Tabii, Atatürk’ten sonra, Atatürk’ün en uzun süreli yardımcısı İnönü’nün cumhurbaşkanlığını doğal sayanlar ve onu destekleyenler de eksik değil. Bunun tersine bir gelişmeye karşı tedbirli olmayı ihmal etmiyorlar. İnönü’ye karşı grup da, girişimlerini sürdürüyor. Ama Mareşal Fevzi Çakmak -ordunun üst kademesindeki bazı generallerle görüştükten sonraİnönü’nün münasip olacağını söyleyince işleri güçleşiyor. Bayar da İnönü’ye karşı bir kulise girmeyeceğini açık seçik belirtiyor. Şükrü Kaya adı ise hiç tutmuyor. Ve Meclis’teki en şiddetli İnönü karşıtlarına bile İnönü’nün seçilmesine razı olmaktan başka çare kalımyor. Bunlardan, benim o sıradaki ilkokullu halimle, elbette haberim yok. Babam da ancak, rivayet halinde bir şeyler işitmiş olabilir. Anıların, not defterlerinin ortaya çıkmaya başlaması, ilk,1950’den sonradır. Bu bakımdan o akşam bizim evde işittiğim “İnşallah İsmet Paşa olur” dileği, o işin fiilen olup bittiği bilinmeden dile getirilmişti.”

Canlı yayında ALTAN ÖYMEN:

Evet, o konu da sonradan anılarda yayımlandı. İnönü de bir kısmını anlattı. İşin perde arkası öyle. Bir de, ertesi gün 11 Kasım günü perde önünde olanlar var. O zamanki radyo yayımları gibi. Onları dinlemiştim ve yazmıştım.

M.İ: Evet, onları da buraya alıyorum. “10 Kasım günü Atatürk’ün vefatıyla ilgili açıklama yapılınca, Meclis Başkanı’nın Cumhurbaşkanı Vekilliği görevi başlamıştı. Bu, anayasa gereğiydi. Yeni Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar, o görevi Meclis Başkanı Mustafa Abdülhalik Renda yerine getirecekti. Renda, Meclisi 11 Kasım gününü saat 11’de toplantıya çağırdı. Ama o toplantıdan önce CHP grubu -saat 9.30’da- toplanacaktı. Aslında grubun üyeleriyle Meclis’in üyeleri aynı kişilerdi. Ama aralarında bir fark vardı, grup, basına açık toplanmazdı. Kamuoyuna duyurulması sakıncalı sayılan toplantılar grupta yapılırdı. Meclis görüşmeleri ise herkese açıktı. Dinleyici kartı alınarak izlenebilirdi. Ayrıca nadir hallerde, o zamanki teknik imkânlarla canlı yayın yapılabilirdi.

11 Kasım sabahı, saat 9.30’da CHP grubu toplandı. Grup, Cumhurbaşkanı adayını seçti. Grupta İsmet İnönü yoktu. Ama kullanılan oyların -biri hariç- hepsi İsmet İnönü’ye verilmişti. (O bir oy Celâl Bayar’a verilmişti. Gerçi, gruptaki oylamanın sonucu, resmen ilan edilmedi. Ama, gruba katılanların anılarına göre o oy Hikmet Bayur tarafından verilmişti.)

Daha sonra da, saat 11.00’da Meclis’in Genel Kurul’u, aynı üyelerle toplandı. Toplantı radyodan naklen yayımlanıyordu. Ben de, evde o yayını izleyenlerdendim. O benim radyodan ilk “canlı yayın” izleyişimdi. Atatürk zamanında oluşan geleneğe göre, Cumhurbaşkanı seçimine Cumhurbaşkanı adayı katılmazdı. Sonucu evinde beklerdi. Meclis Başkanı, seçimden sonra sonucu bildirmek üzere onun konutuna giderdi. Saat 11’de radyo yayınları Meclis’e bağlandı. Aynı zamanda Cumhurbaşkanı Vekili de olan Meclis Başkanı Abdülhalik Renda oturumu açtı. Atatürk’ün öldüğünü bildiren “resmi tebliğ” okundu.

Başkan, milletvekillerini, o zamanki deyimle mebusları, ‘beş dakika’lık ‘tazim’ duruşuna -şimdiki deyimle saygı duruşuna- davet etti.

Salondakilerin yerlerinden kalkış seslerini işittik. Beş dakikalık sessizlik başladı. Ama o sessizliğin içinde hıçkırık ve öksürük sesleri eksik olmuyordu. Evdekiler söylediler de ondan mı bilmiyorum, ben de o beş dakikayı ayakta ve hazır ol vaziyette geçirdim.

Bunu bir hatırlatmaya gerek olmadan kendiliğimden de yapmış olabilirim. İstiklal Marşı’nı nerede işitirsem ‘hazır ol’a geçmem gerektiğini öğretmişlerdi. Bunu okuldaki törenlerde uyguluyorduk. Ama bu kural bizim evde radyo başındayken de geçerliydi. Radyodan İstiklal Marşı’nı işitir işitmez ayağa kalkar, gereğini yapardım. ‘Kıyas’ yoluyla, saygı duruşunda da aynı kuralın işlediğini düşünmüş olabilirim. Gene Bayar kabinesi Saygı duruşundan sonra, Cumhurbaşkanı seçimine geçildi. ‘Rey’lerin sayılmasından sonra sonuç ilan edildi. Bu satırları yazarken, o günlerle ilgili yayınlara baktım. Toplantıya 348 milletvekili katılmıştı.

CHP grubunun tek adayı İnönü, 348 oyun hepsini alarak ‘azanın ittifakı’yla (üyelerin oybirliğiyle) seçilmişti. Oturuma, sonucun Meclis Başkanı tarafından, evinde bulunan İnönü’ye ‘arz edilmesi’ ve kendisinin Meclis’e davet edilmesi için ara verildi. Radyo matem müziği yayınına geçti. Bir süre sonra müzik sesi kesildi. Spikerin sesi yeniden duyuldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘İkinci Cumhurreisi’ İnönü Meclis binasına gelmiş, milletvekilleri salonda yerlerini almışlardı. Sonra uzun alkış sesleri arasında İnönü’nün salona girip kürsüye çıktığını hissettik.

Önce yemin etti. Yeminin içeriğinden çok sesine dikkat etmişim. Sesinin derinden gelir gibi biraz boğuk çıktığını, bir-iki kere de öksürdüğünü hatırlıyorum. Sonra görevinin ilk konuşmasını yaptı. Babam, İnönü’yle ilgili beklentisinin gerçekleşmesinden mutluydu. Evin içinde bir gün önceki endişeler dağılmıştı. Ama Atatürk’ün ölümüyle oluşan yas havası daha günlerce devam etti.

İstanbul’daki ‘katafalk’ Ankara’daki bekleyiş

Ankara’da Cumhurbaşkanı seçimi yapılırken, Atatürk’ün İstanbul’daki naaşı için Dolmabahçe Sarayı’nda bir “katafalk” düzenlenmişti. Katafalk sözcüğü kamuoyunun geniş kesimlerinde ilk defa duyuluyordu. Sözcüğün ne anlama geldiğini, benim çevremdekilerden sadece babam biliyordu. Fransızca bir sözcükmüş. “Catafalque” diye yazılıyormuş. Uygulamada, bir cenazenin bir süre için önünde durularak ve/ veya önünden geçilerek saygıyla selamlanmasına imkân veren dekoratif bir düzeni ifade ediyordu. Bunu, İstanbul’da hazırlanan katafalkın fotoğraflarının gazetelerde yayımlanmasıyla daha iyi anladık. (Yanda: Dolmabahçe’deki katafalk) Dolmabahçe Sarayı’nın büyük kapısının içinde hazırlanan o düzen, günler boyunca devam etti ve İstanbul halkının büyük kısmının Atatürk’ü son yolculuğuna uğurlamak için onu selamlamasına olanak sağladı. Cenaze İstanbul’dan sonra büyük bir törenle Ankara’ya götürülecek, orada geçici kabri olarak belirlenen Etnoğrafya Müzesi’ndeki yerinde muhafaza edilecekti. Ankara’ya gidiş için program şöyleydi: Dolmabahçe Sarayı’ndan alınan cenaze, İzmit’e kadar deniz yolundan gidecek, İzmit’ten trene intikal ettirilecek, tren Ankara’ya vardıktan sonra Ankara’daki katafalka konulacaktı. Ankara’daki katafalk Büyük Millet Meclisi’nin o zamanki binasının önünde oluşturulacaktı. O konudaki hazırlıklar başlatılmıştı. Biz, o zamanki Ankaralılar 19 Kasım olarak açıklanan Ankara’ya geliş gününü heyecanla beklemeye başlamıştık.

Yeni Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü

Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1884 yılında İzmir’de doğmuştu. Babası Hacı Reşit Bey Bitlisliydi. Annesi Cevriye Hanım Bulgaristan’ın Razgrad yöresindendi. Dönemin adalet örgütünde sorgu yargıcı olan Hacı Reşit, Anadolu’nun değişik yerlerinde görevlendirilirken İsmet İnönü’nün okula gitmesi Sivas’ta başlamıştı.

Sonra askeri okullarda okumuş, İstanbul’da Topçu Lisesi’ne girmişti. Oradan 1903’te teğmen rütbesiyle mezun olmuştu. O zamanki usule göre “Erkan-ı Harbiye” (Kurmay) sınıfına ayrılmıştı. O sırada Pangaltı’nda bulunan Erkan-ı Harbiye mektebini bitirmiş, kurmay subay olarak yüzbaşılığa terfi etmişti. İnönü’den önce kurmay subay olanlardan biri -1904’te- Yüzbaşı Mustafa Kemal’di. -1905’te de- Kâzım Karabekir aynı rütbeyi kazanmıştı. Daha önceki yıllarda -1903’te- Fethi Okyar, -1902’de- Enver Paşa Kurmay Yüzbaşı olmuşlardı. Milli Mücadele kadroları içinde o süreci tamamlayan daha başka subaylar da vardı. En kıdemli olanı, Atatürk döneminin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’tı. Mezuniyet yılı 1898’di.

Yüzbaşı İsmet Bey de, kendisinden daha kıdemli kurmay subaylar gibi kariyerini ülkenin çeşitli bölgelerindeki görev yerlerinde sürdürmüştü. 1908’de Edirne’de görevli iken İkinci Meşrutiyet’in ilanını isteyen İttihatçı subaylar arasındaydı. 31 Mart’a karşı harekete geçen Hareket Ordusu’na katıldı.

Yemen’den Kafkaslar’a, Çatalca’dan Suriye’ye

1912’de binbaşılığa yükseldi ve Yemen’deki askeri kuvvetlerin kurmay başkanı oldu. Yöredeki barışın sağlanmasında rol oynadı. 1913’te İstanbul’a döndü. Balkan Savaşı sırasında Çatalca’daki başkumandanlık karargâhında görevlendirildi. Savaştan sonraki barış görüşmelerine askeri danışman olarak katıldı. 1914’te yarbaylığa, 1915’te albaylığa yükseldi. Birinci Dünya Savaşı’nda 1915-1917 arasında İkinci Ordu Kurmay Başkanı olarak Kafkas cephesinde görev yaptı, daha sonra Mustafa Kemal Paşa’nın önerisiyle Dördüncü Kolordu Komutanlığı’na atandı. Suriye cephesinde görev yaptı.

Müsteşarlıktan mebusluğa

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, önceki yıllardaki komutanlarından Ahmet İzzet Paşa hükümeti sırasında Harbiye Nezareti Müsteşarlığı’na getirildi. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından ve Ahmet İzzet Paşa hükümetinin istifasından sonra, İsmet Paşa da o görevinden ayrıldı. O sırada Mevhibe Hanım’la evlendi. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a hareketinden önce, İstanbul’da geçirdiği günlerde onunla görüşmeleri oldu. O sırada vardıkları karara göre, Mustafa Kemal Paşa, İnönü’yü 1920’nin Mart ayında Ankara’ya çağırdı. İsmet Bey de, o dönemin koşulları altında, İstanbul’dan Ankara’ya gizli bir yolculuk yaptı. Er kıyafeti giydi. Büyük kısmını yürüyerek sürdürdüğü yolculuğu 21 günde tamamladı. 23 Nisan 1920’de Meclis’e Edirne Mebusu (milletvekili) olarak katıldı. Sonrası malum; Batı Cephesi Komutanı olarak Birinci ve İkinci İnönü savaşlarını yönetti. İç isyanların bastırılmasına ve düzenli bir ordu kurulmasına önemli katkılarda bulundu. O arada rütbesi mirlivalığa (tuğgeneralliğe) yükselmişti. 1922 Ekim’inde Mudanya Mütarekesi’ni imzalayan komutandı. 1923’te Lozan Antlaşması’nı imzalayan Dışişleri Bakanı. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı oldu. O arada, o zamanki kurallara göre, askerliği de devam ediyordu. 1924-1925 arasında kısa bir süre başbakanlıktan ayrıldıktan ve yeniden başbakan olduktan sonra, orgeneralliğe yükselmişti. 1927’de askerlikten o rütbesiyle ayrıldı. 1934’te de soyadı kanunuyla birlikte, Atatürk’ün isteği üzerine “İnönü” soyadını aldı. İsmet İnönü’nün başbakanlığı 25 Ekim 1937’ye kadar sürdü. O dönemin son sıralarında Atatürk’le vardıkları anlaşma ile önce 1 ay kadar izinli sayıldı. O süre içinde, Başbakanlığı Celâl Bayar “vekaleten” üstlendi. Sonra da İnönü istifasını verdi. Bayar, o göreve asaleten tayin edlidi. İnönü’nün Atatürk’ün ölümüne kadarki hayat öyküsünün özeti buydu.

MİYASE İLKNUR: Evet, İsmet Paşa’nın hayat hikâyesinin Cumhurbaşkanlığı’na kadarki bölümü sayfamızda var. Siz de okudunuz. Buna ekleyeceğiniz bir şey var mı?

ALTAN ÖYMEN: Belki özel hayatından kısaca söz etmek gerekir. İsmet ve Mevhibe İnönü ailesinin dört çocuğu olmuştu. Biri küçükken vefat etmişti. Üç çocuğundan büyüğü Ömer, ortancası Erdal, küçüğü Özden’di. Ankara’da Çankaya’da bahçe içinde “Pembe Köşk” diye anılan iki katlı bir evde oturuyorlardı. Ömer ile Erdal, babaları Cumhurbaşkanı olduğu sırada ilkokulu, Ankara’da evlerinin yakınındaki Çankaya İlkokulu’nda bitirmişlerdi. Özden de o sırada o ilkokuldaydı. Hepsinin daha sonra gittikleri ve gidecekleri okullar da devlet okullarıydı. Ömer ve Erdal’ınki Gazi Lisesi, Özden’inki Ankara Kız Lisesi. Gerçi Ankara’da -o sıradaki adı “Maarif Koleji” olanözel okul statüsündeki bir ortaokul- lise vardı. Aslında şahıs malı değildi. Kamuya yararlı dernekler statüsündeydi. Şimdi de var olan Türk Eğitim Derneği’nce kurulmuştu. Ve öğretmenleri Milli Eğitim Bakanlığı’nca tayin edilirdi. Ama “paralı”ydı. Aileler derneğe ücret öderlerdi. Oranın öğrencisi olan çocuklar, öteki devlet okullarına gidenlere göre “ayrıcalıklı” gibi görülürdü. Başta İnönü ailesi olmak üzere, dönemin iktidar siyasetçilerinin çoğu, o konuda dikkatliydiler. Çocuklarını parasız devlet okullarından başka okullara göndermek istemezlerdi.

M.İ: İnönü ailesinin çocukları yüksek öğrenimlerine kadar hep Ankara’daki o okullarda okudular. İsmet İnönü, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra hep Ankara’daydı ve o evdeydi, değil mi?

A.Ö: Evet, tabii, milletvekili olarak Meclis’e gidiyordu. Ama vaktinin çoğu evde geçiyordu. Gelenleri gidenleri oluyordu. Aktif politika içinde olanlardan dostları çoktu. Onlar ziyaretine geliyorlardı. İstanbul’da Atatürk’ü hasta yatağında ziyaret edenler, Atatürk’ün selamlarını, mesajlarını getiriyorlardı. Sonradan İnönü de anlatmıştır anıları sırasında.

Özetle; Eski çevresinden kopmamıştı İnönü. Atatürk’ün ölümünden sonra “yeni Cumhurbaşkanı kim olmalı?” görüşmelerinde, onun adı üzerinde çok kısa zamanda uzlaşılmasında, bunun da etkisi vardı. İnönü’nün seçilişi ÇOCUK GÖZÜYLE İstanbul’daki ‘katafalk’ Ankara’daki bekleyiş Şükrü Kaya Abdülhalik Renda Tevfik Rüştü Aras Ismet Inönü Atatürk’ün en yakın silah arkadaşıydı. Siyasette ve diplomaside de en üst görevlerde bulundu. Atatürk’ten sonra da ülkenin ikinci Cumhurbaşkanı oldu Enver Paşa (1902) Mustafa Kemal (1904) Fethi Okyar (1903) Kazım Karabekir (1905) İsmet İnönü (1906) 1900’lü yılla rın ku rmay yüzba şıla rı Ankara’da Cumhurbaşkanı seçimi yapılırken, Atatürk’ün İstanbul’daki naaşı için Dolmabahçe Sarayı’nda bir “katafalk” düzenlenmişti. Katafalk sözcüğü kamuoyunun geniş kesimlerinde ilk defa duyuluyordu. Sözcüğün ne anlama geldiğini, benim çevremdekilerden sadece babam biliyordu. Fransızca bir sözcükmüş. “Catafalque” diye yazılıyormuş. Uygulamada, bir cenazenin bir süre için önünde durularak ve/ veya önünden geçilerek saygıyla selamlanmasına imkân veren dekoratif bir düzeni ifade ediyordu. Bunu, İstanbul’da hazırlanan katafalkın fotoğraflarının gazetelerde yayımlanmasıyla daha iyi anladık. (Yanda: Dolmabahçe’deki katafalk) Dolmabahçe Sarayı’nın büyük kapısının içinde hazırlanan o düzen, günler boyunca devam etti ve İstanbul halkının büyük kısmının Atatürk’ü son yolculuğuna uğurlamak için onu selamlamasına olanak sağladı. Cenaze İstanbul’dan sonra büyük bir törenle Ankara’ya götürülecek, orada geçici kabri olarak belirlenen Etnoğrafya Müzesi’ndeki yerinde muhafaza edilecekti. Ankara’ya gidiş için program şöyleydi: Dolmabahçe Sarayı’ndan alınan cenaze, İzmit’e kadar deniz yolundan gidecek, İzmit’ten trene intikal ettirilecek, tren Ankara’ya vardıktan sonra Ankara’daki katafalka konulacaktı. Ankara’daki katafalk Büyük Millet Meclisi’nin o zamanki binasının önünde oluşturulacaktı. O konudaki hazırlıklar başlatılmıştı. Biz, o zamanki Ankaralılar 19 Kasım olarak açıklanan Ankara’ya geliş gününü heyecanla beklemeye başlamıştık.

Yarın: Atatürk Ankara’da