Yemen Operasyonu ABD'in İran'a cevabı mı?
Hidropolitik Akademi ve ADA Strateji Bölgesel Güvenlik ve İstihbarat Çalışmaları Bölüm Başkanı Ediz Ekinci, Yemen operasyonunu cumhuriyet.com.tr için değerlendirdi.
Ediz Ekinciİran’ın son aylarda Orta Doğu’da etki alanını artıran gelişmelere baktığımızda bunun olağan olmadığını, küresel dengelerle örtüşmediğini görüyoruz. Burada bir elin İran’a el verdiği çok açık. Bu el pek tatbikî ABD’ye ait. ABD’deki Cumhuriyetçi-Demokrat sürtüşmesinin bir başka denizaşırı yansıması bu. ABD Başkanı Obama ve dolayısıyla Demokratlar için İran’la varılacak bir uzlaşmanın tarihi, siyasi, ekonomik anlamı çok büyük. Bu maksada ulaşmak için ABD öteden beri şeytan eksenin bir köşe taşı olarak ilan ettiği İran’ın bölgesel etki projeksiyonuna yeşil ışık yakmakta.
Başlarda siyasi olarak baskın ve emredici bir güç olarak Şiilerin hâkimiyetini güvence altına alan Irak eski Başbakanı Maliki, uyguladığı baskı politikası ile Sünnileri Irak jeopolitiğinde kenara itmişti. Bu durum, İran’ın Şii etki alanını Irak’ta Sünni ve Kürtlerin yaşadığı bölgeleri de içine alarak Türkiye-Ürdün ve Suudi Arabistan’a kadar uzatması anlamına gelmekteydi. Sünnilerin başkaldırısının teşkilatlı şekli olarak maksatlı sunulan IŞİD’in alanda yarattığı tehdit ABD yönetimine Maliki’den kurtulma fırsatı verdi ve İran’ın çok boyutlu, çok yönlü ve derinlikli kaldıracının bir başka noktası karşı yönden dengelenmiş oldu. Ancak IŞİD’in Irak’ta başat rol oynamaya başlaması İran’ın Irak üzerinde tıpkı Suriye’de olduğu gibi etki yarıçapını sınırlandırmış gözükse de süreç içinde bunun tam aksi istikamette gelişmelere neden olduğunu gördük. Ne oldu peki? IŞİD, İran’ın Irak özelinde ve Orta Doğu genelinde etkisini sınırlamaya ya da genişletmeye yardımcı bir araç haline geldi. Aynı zamanda hem ABD’nin hem de İran’ın öncelikle kendi kamuoylarına izah etmekte güçlük çektikleri nükleer görüşmeler örtüsü altındaki karşılıklı yumuşama ve yakınlaşmanın da vesilesi oldu. Nükleer görüşmeler ABD-İran yakınlaşmasının Körfez ülkelerinde yarattığı büyük tedirginliğe sunulacak bir gerekçe sağladı.
Büyük resimde görülmesi gereken şu; ABD, 2017 itibariyle Asya-Pasifik bölgesine dünya siyaset ve ekonomisini şekillendirmek için ayırdığı kaynağın yüzde 65-70 ile yerleşmek zorunda. Bu nedenle Orta Doğu’da görünen gelecekte sağlanamayacak istikrarı kaos içinde yönetimle başarabilecek bir güce gereksinim duyan ABD’nin önünde kurumsal kapasite ve yetenekler açısından üç ülke bulunmakta. Bunlar; Türkiye, İran ve İsrail. İsrail’in bölgede bu tür bir liderliğe kabul görme açısından uzak olduğu aşikâr. Geriye Türkiye ve İran kalıyor. Her iki ülke de bunun gayet farkında. İşte bu yüzden İran’ın Ankara Büyükelçisi medyaya verdiği demeçlerde Türkiye ve İran’ın bu süreçte uzlaşma ve dayanışma içerisinde olması gerektiğini vurguluyor sık sık. Ancak Türkiye ile İran arasındaki gri, kimi zaman kara noktaların ortadan kaldırılması zorlu bir süreç. Her şeyden önce İran devlet geleneğinin bu türlü bir işbirliği ve dayanışma anlayışına uyum için çaba göstermesi gerekiyor.
ABD’nin Asya-Pasifik’e konuşlanması kaçınılmaz. Yine başka bir değerlendirmenin konusu olmakla birlikte, şunu ifade edebiliriz; küresel boyutta Rusya ile takviyeli bir Çin tehdidi mevcut. Bu tehdit ABD için birinci öncelikli beka sorunu haline gelmiş durumda. Tabiri caizse terbiye edilmesi gerek bir dev var ABD’nin karşısında. ABD biliyor ki Çin’i terbiye edemezse Çin, ABD’yi terbiye etmeye çabalayacak sahip olduğu güçle. Kurumsal kültürü ve küresel yönetim yetenekleri açısından liderlik için ABD ile karşılaştırılamayacak ölçüde güvenden uzak bir yapıya sahip olan Çin’in küresel hegemonyayı ele geçirmesinin sonuçlarını düşünmek yeterince korku veriyor ABD’ye; aslında bu korkuyu herkes duymalı. Üstün körü ‘kahrol Amerika’ demek küresel ve bölgesel sorunları çözmüyor. ABD’nin de yerel ve bölgesel perspektifleri dikkate alan bir karar ve icra sürecine ihtiyacı olduğu açık, ancak dünyanın şimdilik bunun hitama ermesine tahammülü yok. Çin etkileşimde olduğu ülkelerde yıkıcı siyasi, ekonomik ve sosyal sonuçlara yol açıyor. Şimdiki durumda ekonomi odaklı siyaset anlayışı başka türlü işlev görmüyor. Venezuela ve Ekvator’da yaptıkları geleceğe yönelik yeterli emareler vermektedir. Bu yüzden ABD için Asya-Pasifik bölgesine konuşlanmak bir zorunluk. Ve bu zorunluluğun etkilerini bugün Yemen’e yapılan operasyonla görüyoruz somut bir şekilde.
Bölgesel hegemonya konusuna dönecek olursak Türkiye ve/veya İran’a bırakılacak kontrol sürecinde İran’la yürütülen nükleer görüşmelerin hatırına İran’a öncelik ve ağırlık verilmiş durumda. Bu öncelik ve ağırlık ABD’nin çok yönlü birçok aracı kullanılarak yerine getiriliyor. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu bazen IŞİD, bazen ekonomik yaptırımlar, bazen de İran’ın geleneksel etki yayma iştahı kullanılarak yapılıyor. Tavizler için İran’ın etki iştahının tatmini sürecinde özellikle Irak’ta Devrim Muhafızları Ordusu ve Şii milislerle birlikte IŞİD gerekçesiyle uyguladığı zalimane güç projeksiyonuna, Yemen’deki Şii Husi hareketine desteği bir zamandır nükleer görüşmelere paralel olarak görmezden gelindi. Bu süreci hırslı ve agresif bir şekilde kullanmaya kalkışan İran'ın, ABD Başkanı’nın nükleer başarı hırsını istismar ederek her geçen gün uzlaşmayı zorlayan davranışlarını baskı altına almak ve tekrar nükleer görüşmeleri rayına sokmak için ABD’nin harekete geçmesi gerekiyordu. ABD ve İngiltere gibi ülkelerin güvenlik gerekçesiyle Yemen’deki büyükelçiliklerini daha önce kapatmış olmaları da bugün başlayan harekâtın emareleri arasındaydı.
Yemen Operasyonu, ABD’nin zaten ABD’nin İran politikalarına neredeyse hasmane tavır sergileyen Körfez ülkelerinin maksatlarıyla birleştirerek bir kontrol ve sınırlama harekâtı icra etmesi anlamına gelmektedir. Hatırlanacağı gibi ABD’nin Orta Doğu’daki işlerini vekillerine bırakıp Asya-Pasifik bölgesine ağırlık vermeye dönük politikalarına en ağır tepki S. Arabistan’dan gelmişti ve Obama’nın Orta Doğu politikasında yapmaya çalıştığı değişiklik bölgede İsrail dâhil tüm ülkeleri endişeye sevk etmişti. Şimdi S.Arabistan liderliğinde Körfez İşbirliği Konseyi’ne bağlı Yarımada Kalkanı Kuvveti’yle birlikte İran’ın yayılmacı politikalarını tehdit kabul eden ülkelerin oluşturduğu koalisyon kuvveti hava harekâtı icra ediyor. İsrail’inde bu harekâta bir şekilde destek verdiğini düşünmek stratejik akla uzak bir seçenek değil. Kara harekâtına gelince; kara harekatları planlama ve icra açısından kompleks ve yüksek kapasiteli devlet kurumsallığı gerektirir. Bu tür bir kapasite mevcut hava harekâtını icra eden ülkelerde sınırlı seviyede. Yemen harekât alanında girişilecek muhtemel bir kara operasyonu hatlara bağlı olmayan, kesin cephelerin belirgin olmadığı bir karakterde gerçekleşeceği için yüksek seviyede koordinasyon ve karşılıklı çalışabilirlik yetenekleri gerektirmektedir. Bu nedenle beklentilerin aksine kara harekâtının olma olasılığı düşüktür. Bu bağlamda, Yemen operasyonu nedeniyle küresel piyasalardaki göreceli aşırı yukarı yönlü salınım kuvvetle muhtemel geçicidir.
Yemen krizinin nasıl evrileceğini merak edenler bundan sonra İran’ın nükleer müzakerelere ilişkin tutum ve davranışlarına bakmalıdırlar.