Yemek tercihlerine dikkat: Tadı tatlı ama sonu acı olmasın!
Kardiyoloji uzmanı Dr. Demet Erciyes yiyeceklerin içerdiği şeker oranına ve tüketim şekillerine dikkat çekti ve önemli uyarılarda bulundu.
cumhuriyet.com.trTatlı ve şeker sözcükleri bize hep hoş ve güzel olanı çağrıştırır. Oysa bu hoşluğa kanarak tükettiğimiz şekerli gıdaların hepsi bizi tatlı tatlı zehirler. Şeker kimi zaman en saf ve sade haliyle, kimi zaman da başka gıdalara eklenip onları tatlandırarak kimi zamanda kılık değiştirmiş ve gizli halde karşımıza çıkabilir. Yiyeceklerin içerdiği şeker oranına ve tüketim şekillerine dikkat çeken Kardiyoloji uzmanı Dr. Demet Erciyes Cumhuriyet.com.tr'ye açıklamalarda bulundu.
GLİSEMİK İNDEKS NEDİR?
Glisemik indeksini gıdaların kan şekerini yükseltme hızı olarak tanımlayan Erciyes, "bu değer her gıdanın sindirimine ve içerdiği şeker oranına göre 0 ile 100 arasında değişir. Beyaz şekerin glisemik indeksi 100’dür. Yavaş sindirilen bol posalı besinlerin glisemik indeks değerleri düşük olurken, hızlı sindirilen besinlerin glisemik indeksleri yüksektir. Buna göre glisemik indeks değeri 55’in altında olanlar düşük glisemik indeksli gıdalar sınıfına girer. Glisemik indeks değeri 55 ile 70 arasında olan gıdalar, orta glisemik indeksli, 70’in üzerinde değere sahip gıdalar ise yüksek glisemik indeksli gıdalardır
Tatlı olan tüm gıdalar şeker içeriyor demiştik. Bunlara örnek olarak çayımıza, kahvemize koyduğumuz şeker ile beraber yazın bolca tükettiğimiz dondurmaları, meyve sularını ve gazozları sayabiliriz. Ayrıca ekmek, pilav, makarna, patates, pizza, pide gibi un ve nişasta içeren tüm yiyecekler ve tüm meyveler değişen hızda kan şekerini yükselten önde giden yiyeceklerdendir" dedi.
"ŞEKER ORANI TÜKETİM ŞEKİLLERİNE GÖRE ARTABİLİR"
Bol posa içeren sindirimi uzun süren yiteceklerin glisemik indeksi düşüktür diyen Erciyes, "Yiyeceği pişirmek, sindirilmesini kolaylaştırdığı için glisemik indeksini artırır. Hatta pişirme şekli de önemlidir. Örneğin fırında pişmiş patatesin haşlanmış patatese göre glisemik indeksi daha yüksektir. Yiyeceklerin içerdiği nişasta miktarının yanı sıra çeşidi de önemlidir. Örneğin baklagiller gibi amilaz içeren besinlerin glisemik indeksi düşük, buğday unundaki gibi amilopektinin fazla olduğu yiyeceklerin glisemik indeksi yüksektir. Beyaz unlu ekmek yerine kepekli ekmek veya çavdar ekmeği, beyaz pirinç yerine kahverengi pirinç tercih edilmeli posa oranı yüksek gıdalara daha çok yer verilmelidir" dedi.
Meyveleri tüketirken suyunu sıkıp içmek yerine meyvenin kendisini tüketilmesinin daha iyi olacağını belirten Erciyes, "meyvenin suyunu sıkınca zaten kısa bir süre sonra vitamini de çok azalacağından sadece renkli ve şekerli su içmiş gibi olursunuz. Oysa meyvenin tamamını tüketmekle posası ile beraber hem şeker oranı daha düşük hem daha çok vitaminli hem de bağırsakları da çalıştıran daha faydalı bir yiyecek tüketmiş olursunuz. Benzer şekilde kuru meyveler de aynı meyvenin taze haline oranla çok daha fazla şeker içerir. Kuru yemişlerin yanında tükettiğiniz kuru kayısıların, kuru incirlerin, kuru üzümlerin birer şeker bombası olabileceğini unutmayın. Glisemik indeksi yüksek bu gıdalar kan şekerini yükseltmenin yanı sıra yine kanda yükselmiş trigliserid değeri ile beraber kocaman yağlı bir karaciğer de bırakabilirler" ifadelerini kullandı.
Kardiyoloji uzmanı Erciyes, şeker tüketiminin neden olduğu hastalıkları ve belirtilerini şu şekilde sıraladı;
Bağımlılık yapıyor;
Çocukken bize ödül gibi, hediye gibi verilen şekerler, çikolatalar zamanla bağımlılık yaratıyor. Çoğumuz bu tada çocuklukta alışıyoruz daha doğrusu bizi alıştırıyorlar. Hep televizyon reklamlarında da çikolatalar, dondurmalar keyifli mutlu anları ima eder ya. Sanki onu yediğinizde çok mutlu olacakmışsınız gibi. Üzüldüğümüzde sevindiğimizde biz de kendimizi şekerle avutmak veya ödüllendirmek istiyoruz. Üstelik bu öyle bir zehir ki yedikçe yemek istiyoruz. Kanımızda düştüğü zaman yoksunluğunu hissedip onu arıyoruz, hemen bulup tüketmek istiyoruz.
İnsülin direnci yapıyor;
Şekerin aslında tüm dengeyi bozup da vücudu harap ettiği nokta insülini alet etmesiyle başlar.
Şeker vücuda girdiğinde hücre içine girip de işe yarar hale gelmek için insüline ihtiyacı vardır. Bu nedenle insülin hormonunun pankreastan salgılanmasına yol açar. Bu hikayeyi en kolay şöyle tarif edelim. Hücre ev sahibi olsun. Bu evin kapısındaki bekçiler de insülin reseptörleri olsun. Bu bekçiler insülini bir şekilde tanıyor ve getirdiği misafiri de onun hatırına içeri alıyor. Misafir de şeker olsun. Bu şeker misafir her geldiğinde insülini salgılatıyor ve sayesinde eve girmeye çalışıyor. Ama bir değil, iki değil, beş değil, işin suyunu çıkarıp vakitli vakitsiz gelmeye kalkınca ev sahibinin talimatı üzerine kapıda insülini tanıyan reseptör bekçiler artık onu tanımazdan gelmeye başlıyor. Direnç gösteriyor. İşte insülin direnci de burada başlıyor. İnsülin bu olayı ters anlayıp bu direnci yenerim diye düşünerek salgılanma miktarını artırsa da yenemiyor. Bu sefer kanda insülin çok artıyor. Kan şekerindeki düşme ile acıkma başlıyor. Arkasından da gelsin kilolar ve şeker hastalığı.
İNSÜLİN DİRENCİNİN BELİRTİLERİ
- Acıkınca el, ayak titremesi, çarpıntı, sinirlilik.
- Yemeklerden sonra uyku ve halsizlik.
- Kadınlarda bel çevresinin 80 cm, erkeklerde ise 94 cm üzerinde olması.
Kandaki şeker, kas, yağ dokusu, beyin, karaciğer gibi organlarda kullanılmak üzere insülin hormonu yardımıyla hücre içine girer. Bu işlem sonucunda kan şekeri dengelenir ve hayati organlar kendileri ve vücut için gerekli enerjiyi sağlamak üzere kullandığı yakıta yani şekere kavuşur. Bu nedenle insülin işlevini yerine getiremediği zaman beyin ve kas gücünde azalma, çabuk yorulma, dikkat ve konsantrasyon eksikliği ortaya çıkabilir.
Şeker hastalığına sebep oluyor
Şeker tüketimiyle gelişen insülin direnci bir başka deyişle insülin duyarsızlığı sonucunda zamanla insülini salgılayan pankreasın da gücü tükenir. Artık yeterince insülin salgılayamaz hale gelir ve kan şekeri yükselmeye başlar. Gerekli önlemler alınmaz ve şekerli, glisemik indeksi yüksek gıdalar tüketilmeye devam ederse tip 2 Diabet yani şeker hastalığı kaçınılmaz bir şekilde karşımıza çıkar.
Obeziteye sebep oluyor
Şeker taşıdığı kalorinin haricinde bir de çabuk acıktırarak kilo aldırır. Ayrıca vücutta kullanılamayan, yakılamayan şeker yağ olarak birikir. İnsülin direncinin ardından gelişen problem diabetin yanı sıra önlemesi ve düzeltmesi zor bir obezitedir.
Karaciğer yağlanır
Vücutta karaciğerin kullanabileceğinden daha fazla şeker bulunduğunda, bu şekeri yağa dönüştürür. Bu yağlar kana salınır ve kanda trigliserid oranı artar. Devamında da karşımıza hepatosteatoz dediğimiz karaciğer yağlanması çıkar. Karaciğerdeki bu yağlanma olayın şiddetine ve süresine göre gittikçe artan değişik evreler göstererek I ile IV arasında değişir.
Bağışıklığı bozuyor
Özellikle Covid-19 ile mücadele ettiğimiz şu günlerde bağışıklığımızın gücünün ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Şeker mikroplarla olan savaştaki askerlerimiz akyuvarların bakteri ve virüsleri yenme gücünü düşürür, C vitamininden faydalanma oranını azaltır. Yapılan bir araştırmada yüksek kan şekeri düzeyinin bakteri ve virüsleri tanıyan özel reseptörlerin hassasiyetini azalttığı gösterilmiş. Ayrıca kan şekerindeki yükseklik vücudun C vitamini emmesini de engelliyor.
Yaşlanmayı hızlandırıyor
Kollajenin yapısını bozar. Cildin erken sarkmasına ve kırışmasına yol açar. Vücutta serbest oksijen radikallerin artmasına ve oksidatif strese neden olur. Dolayısıyla bir şekilde paslanmaya yol açar.
Diş çürüklerine neden oluyor
Tükürük yapısını da etkileyerek diş çürümelerine, diş eti hastalıklarına neden olur.
Kanser hücreleri şekeri sever
Şeker kanser hücrelerini besler. Pankreas, kalın bağırsak, yumurtalık, meme, prostat kanserlerinin oluşma riskini artırır.
Beyin işlevini olumsuz etkiler
Beyinde delta, alfa ve tetra dalgalarını bozar, baş ağrısı ve migrene neden olur. Çocuklarda hiperaktivite, konsantrasyon bozukluğu, adrenalin seviyesinde artışa neden olabilir. Epileptik nöbet, Alzheimer ve Parkinson hastalığı riskini artırır.
Damarların tıkanmasına yol açıyor
Kandaki fazla şeker kan yağlarındaki dengeyi bozar. Trigliseridi nasıl yükselttiğinden bahsettik. Şeker aynı zamanla kötü kolesterol dediğimiz LDL’yi taşıyan küçük parçacıkların da artmasına sebep olur. Yani damarların tıkanmasına yol açan kötü kolesterolün daha da yapışkan hale gelmesine yol açar. İyi kolesterol olarak tanımladığımız yüksek yoğunluklu lipoprotein olan HDL'nin düşmesine sebep olur. Şeker aynı zamanda kanın pıhtılaşmasını da artırarak damarların tıkanmasına neden olur.
Kemik erimesini artırıyor
Şeker vücuttaki mineral dengesini bozar. Kalsiyum ve magnezyum emilimini azaltır. Böylece yiyeceklerden bu mineralleri almamız zorlaşır. Kemiklerin yapısı güçsüzleşir.
Hazımsızlık yapar
Fosfataz adlı enzimi bağlar ve yok eder. Böylece sindirimi zorlaştırır. Besinlerin mide bağırsak sistemde ilerlemesini yavaşlatır, kabızlığa sebep olur.
PEKİ NE YAPMALIYIZ?
-Tüm bu bilgiler ışığında şekeri kararında tüketmeli
-Meyveyi suyunu sıkıp değil bütününü tüketmeli, kurusunu değil tazesini tüketmeli.
-Yediklerimiz arasında posalı glisemik indeksi düşük gıdalara ağırlık vermeliyiz.
-Eğer insülin direnci geliştiyse ve diyetle önlem alamadıysak doktorumuza danışarak ilaç kullanımına başlayabiliriz.
-Hareket etmeliyiz. Sağlığımız için hareket etmek vücudumuzdaki şeker metabolizmasına da iyi gelir. Kandaki şekerin düşmesine yardım eder. Her gün en az bir saat yürümek hatta bu süreyi yorulana kadar olacak şekilde artırmak faydalı olacaktır.