Yazıncı özgürdür!
“Victor Hugo, Goethe denli olmasa da önemli filhelenist yazıncılardan biridir. Bu yazıncının ‘Oryantaller’ için yazdığı önsöz yazınsal bakımdan çok değerlidir. Almancadan Türkçeye çevirdiğim bu önsöz, çevirinin çevirisi olarak yazınsal çeviri sorununa örnek olarak da irdelenebilir. Bu önsözün bir başka önemi, yazarın Doğu’ya bakışındaki insancıllığı ve toleransı yansıtmasıdır.”
Onur Bilge Kula / Cumhuriyet Kitap EkiVictor Hugo, Goethe denli olmasa da önemli filhelenist yazıncılardan biridir. Bu yazar-şairin “Oryantaller”nde yer alan Doğu ve Türklere ilişkin bazı imgeler, filhelenizmin göstergesi sayılabilir. Hugo'nun bu kitap için yazdığı önsöz yazınsal bakımdan çok değerlidir. Almancadan Türkçeye çevirdiğim bu önsöz, çevirinin çevirisi olarak yazınsal çeviri sorununa örnek olarak da irdelenebilir. Önsözün tam metin ve 'Oryantaller' için, 'Batı Edebiyatında Oryantalizm I-II' kitabıma bakılabilir. Yazınsal kuram birikimi açısından Victor Hugo’nun bu önsözünün bir başka önemi, yazarın Doğu’ya bakışındaki insancıllığı, toleransı da yansıtmasındadır.
‘ELEŞTİRMEN, YAZARIN FANTEZİSİNİ SORGULAYAMAZ’
Bu metinde sıkça geçen yazar ve şair sözcüklerini bazen korudum; bazen de bunları 'yazıncı' kavramı altında bütünleştirmeyi yeğledim. "Yazın eleştirmeni, bir yazınsal metnin yazarı ve onun fantezisi hakkında sorgulama ve ona şunu sorma hakkına sahip değildir verilemez" diyen Hugo şu belirlemeleri yapar:
"Yazıncı neden bu malzemeyi seçmiştir, neden bu rengi almıştır, neden bu ağaçtan meyve koparmıştır, bu kaynaktan beslenmiştir? Asıl sorulması gereken soru, ‘yapıt iyi midir, kötü müdür?’ sorusudur. Eleştirinin egemenlik alanı, bu sorunun ötesine uzanmaz. Eleştiri, uygulanan renkleri ne övmek, ne de yermek zorundadır. Şiirde kötü veya iyi malzeme yoktur; sadece iyi ya da kötü ozanlar vardır. Her şey, sanatın malzemesi, her şey kullandığı alanıdır sanatın. Her şeyin şiirde yurttaşlık hakkı vardır. Öbür malzemeyi değil de bu malzemeyi seçmemize yol açan nedenleri, malzemenin üzücü veya eğlendirici olup olmadığını, tüyler ürpertici veya sevecen, aydınlık veya karanlık, tuhaf veya yalın olup olmadığını tartışmayalım. Nasıl çalıştığınızı araştıralım, ne üzerine ve niçin çalıştığınızı değil."
YAZINCI HESAP VERMEZ!
Hugo'nun deyişiyle, "eleştiri, bunun ötesinde sorular sorma hakkına, şair de hesap vermeme hakkına sahip değildir. Sanat yalnızca taşıma kemeri, kelepçe ve ağız tıkacı yapar. Şair sana şunu söyler: 'Git! Ve içinde yasak meyve olmayan geniş bahçesinde dolaş şiirin!' Uzam ve zaman şaire aittir; şair nereye isterse oraya gider; ne hoşuna giderse onu yapar. Bu onun yasasıdır.
Şair, ister Tanrı’ya veya tanrılara, Pluto’ya veya şeytana, Canidia’ya, Morgana’ya veya hiçbir şeye inanır. İsterse Styx’te geçiş ücreti öder veya cadılar törenine katılır; düzyazı veya dizeler yazar; mermere kazır veya bronza döker; ayağını bu yüzyıla ve iklime basar.
Şair, Güney’den gelebilir veya Kuzey’den, Batı’dan veya Doğu’dan. Antik veya modern olabilir; ozanın esin perisi, bir esin perisi veya bir masal perisi olabilir... Şair özgürdür. Kendimizi onun yerine koyalım ve oradan etrafımıza bakalım."
Yazıncının her konuda özgür olduğu anlayışını dile getiren bu sözler, yazınsal açıdan önemli olanın, yazıncının seçtiği malzeme ya da izlek değil, bunları sanatsallaştırma yetkinliği olduğunu ortaya koymaktadır. Yazın eleştirmenin görevinin yazınsal yapıtın estetik niteliğini ortaya çıkarmak olduğunu açıklamaktadır. Bu yaklaşım uyarınca, nitelikli okur yapıtın yazınsal düzeyinin tadını varmalıdır.
Okuyucular, yazıncıya 'kitabınız iyi ya da kötü demek yerine, neden bu kitabı yazdınız?" diye sormamalıdır
Hugo, yazın eleştirisi bakımından önemli açıklamalarını şöyle sürdürür: "Bu satırların yazarı, bu düşünceleri ilkeli biçimde savunmaktadır; bu düşünceler bir başlarına çok açık olmakla birlikte, bazı Aristarche'ler bunların böyle olduklarını kabullenmek istememektedir. Yazıncı, güncel yazında edindiği yer ne denli önemsiz olursa olsun, eleştirinin bu yakınmalarıyla ve çoğunlukla şöyle bir tavırla karşı karşıya kalmıştır: İnsanlar ona 'kitabınız kötü!' demek yerine, 'neden bu kitabı yazdınız?', 'neden bu malzemeyi seçtiniz?' diye sormuştur. Temel düşüncenin şaşırtıcı ölçüde grotesk ve konunun, sanatın sınırlarını aştığını görmüyor musunuz? Bu güzel değildir; bu zarif değildir."
Hugo'nun şu belirlemeleri, yazınsal yaratımın ve alımlamanın katıksız öznelliğini dile getirmektedir: Okuyucular, "neden hoşumuza giden veya bizi eğlendiren konuları işlemiyorsunuz? Ne tuhaf bir keyfiniz var öyle?' gibi sorular soruyorlar. Yazıncı, bu tür sorulara kararlı biçimde şu yanıtı vermiştir: Benim keyfim, benim keyfimdir! Sanatın sınırları nerededir; bunu bilmiyorum. Tinin dünyasının kesin bir coğrafyası hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Şimdiye değin, olanaklı ve olanaksız olanın sınırlarının kırmızı veya mavi olarak belirtildiği sanatın gezi haritasını da görmedim. Kısacası, bunu yaptığım için, bunu yaptım."
OKUYUCU VE YAPITIN ESTETİK NİTELİĞİ
Görüleceği üzere, neyin, hangi izleğin nasıl yazınsallaştırılması gerektiğini yalnızca yazar karar verir. Yazar, okuyucu ya da eleştirmen nasıl tepki göstereceğini düşünmez. Yazınsal yapıtında estetik duyumsamasını, tinsel yeterliliğiyle bütünleştirmeye özen gösterir.
Herhangi bir düşünce, bir yapıtın oluşumuna yol açabilir
Hugo, okuyucunun ya da eleştirmenin, yazıncıya sormaması gereken soruları sıralamayı şöyle sürdürür: "Eğer her hangi bir kimse yazara/şaire şu soruyu soracak olursa: 'Peki, niçin bu oryantaller? Ne, size bir bütün kitap ile Doğu’da eriyip gitme düşüncesini verdi? ... Bu kitabın elverişliliği neresindedir? Doğu, bunun neresine uymaktadır?' Yazıncını bu sorulara yanıtı şudur: Bunları bilmiyorum. Bir fikir beni sardı, hem de oldukça gülünç bir biçimde sardı; bu, geçen yaz güneşin batışını gördüğümde oldu.
Yazıncı, pek beğenilmediğine üzülecektir. Sonra, İspanya’da o güzel eski kentlere gösterilen ilgi, niçin tümel olarak yazına ve tikel olarak da bir yapıta gösterilmez? O güzel kentlerde insan her şeyi bulur. Saraylar, oteller, manastırlar, kışlalar; hepsi farklı, hepsi yapı tarzının belirlenimini alnında taşıyan, insan ve gürültü dolu pazar yerleri; canlıların, ölüler gibi sustuğu kilise bahçeleri. Burada altın varaklı, davul sesleriyle ve yanıltıcı parıltılarla dolu tiyatro... Şurada binlerce mumun bulunduğu yüksek sunağı, kısacası ziyaretçi kitlesiyle etkileyici, ayrıntıları görülmeye değer, mucizevî kilise binası... Son olarak kentin diğer ucunda palmiyelerin örttüğü çinko ve bakırdan kubbeleri, resimli kapıları, işlemeli duvarları, yukardan aydınlatmalı, dar kemerleri... Her kapının üstünde Kuran’dan sözleri, göz kamaştırıcı kutsalları, zemindeki ve duvardaki mozaikleriyle, büyük güzel kokulu bir çiçek gibi güneşin altına yayılmış Doğu camisi."
Hugo, niçin kiliseyi değil, camiyi yeğlemiştir?
Şu tümceler, Hugo'nun tolerans ve çoğulculuk bilincinin sağlamlığı ve derinliğinin açık kanıtıdır: "Bütün bunlara karşın, bu kitabın yazarı, üzerinde burada yapmaya cesaret ettiği karşılaştırmanın uygulanabileceği yapıtlardan oluşan bir bütünü asla ortaya çıkaramayacaktır... Eğer yazara şimdiye değin neyi inşa etmek istediği sorulsa, o, ‘camiyi’ yanıtını verirdi!"
Hugo'nun "kilise değil, cami yapmak isterdim" tümcesi olağanüstü önemdedir; çünkü özgürlük, her zaman ve her koşulda başkasının özgürlüğüdür. Başkasının özgürleşmesi için uğraşmayan, özünü özgürleştiremez. Ayrıca, başka inançlara ve yaşam tarzlarına saygı, toleransın özüdür. Önsözün kalan bölümünü ve 'Oryantalleri' izleyen yazıda ele alacağım.