Yazarın cehennemi... (22.03.2021)

Yeryüzü yargıçlarla dolu. Hatta ecel celâlileriyle, zebanilerle. İşte böyle bir dünyada nerede yaşarsınız? Gabriel Garica Marquez; şöyle diyor: “Bana öyle geliyor ki, bir yazarı cennet ya da cehennemde yaşama ikilemiyle yüz yüze getirirseniz, cehennemi seçer... Orada daha çok edebî malzeme bulur.”

Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki


Yazarın cenneti kalemiyle baş başa kaldığı anıdır. Bence asıl cehennem dışarıdadır. Rimbaud demişti sanırım; “Cehennem başkalarıdır!” Onun yazıdaki seçimi yaşamdaki seçimidir. Ne anlamlar yüklerseniz yükleyin, bir yazar yazdığındadır. Yazarak yarattığı iklimde. Göze göz, dişe diş bir hayat onun uzağındadır.

Yolu acıdan geçmeyen bir bakışın yazabileceğine inanmıyorum. Yazmak için insanın ağrısı olmalı dünyayla, hayatla, kendisiyle. Zira bir yazar yazarak hayatı savunur, yani insana insanı / insanlığı anlatır. Bu da onun vicdan duygusunun sesidir elbette. Uyarır, gösterir, heyecanlandırır, sarsar, hatta tokat atar...

Nabokov, Lolita romanından dolayı yargıç karşısına çıktığında, suçlamalara itiraz eder. “Hayır! Yanılıyorsunuz, ensesti övmedim; tam tersi ben bu romanı aileleri uyarmak için yazdım,” der.

TAŞRADAN GELMEK

Marquez, Kolombiya’nın taşrasından gelen bir yazar. Romanları, öyküleri yarattığı anlatı coğrafyasının nasıl biçimlendiğini de gösterir bize. Başyapıtı Yüzyıllık Yalnızlık’a onu getiren anlatıları çıkıp geldiği taşranın gerçekliğini anlatır. Yarattığı anlatı adası/karası Mancondo kendi taşrasının yeniden yaratımını içerir. Onu yazıya, yazmaya çağıran, adeta bir “vahiy” gibi gördüğü Kafka’nın Dönüşüm anlatısı söylemsel retoriğini kurma esini taşır.

“Ben de yazabilirim,” cesaretini veren üç bileşeni vardır: yaşantı zenginliğini var eden yer - coğrafya / edebî bellek / esinleyici usta. Onu yeni, özgün kılanı Yüzyıllık Yalnızlık romanında buluruz pekâlâ. Ama o gelişini açıklayan döneme dair şu bakışını da yabana atmamalı:

“Edebiyat söz konusu olduğunda Karayip sahili yoktur. Edebiyat hayattan koparılıp kapalı çevrelere tıkıldığında bir uçurum açılır ve o uçurumu taşralılar doldurur... Retoriğe dönüştürerek edebiyatı kurtarırlar.” (*)

YAZDIĞINI SEVMEK

Yazmak için ne gerekiyor derseniz; tutku derim ilkten. Sonra merak, sonra dünyayı dost edinmek; insanı anlamak... Her biri bir yolculuktur aslında. Yaşamın size sunabildiklerini algı ve duyularınızın imbiğinden geçirerek yazıyorsunuz. Elbette ki size bu ivmeyi taşıyan birçok neden var. Ama hayata karşı duruşunuz, yaşama sevginiz her şeyin başı. Kaleminizin gölgesi kâğıda dokunduğunda anlatacaklarınız insanın insanda çoğalan sesi olacaktır bir süre sonra. Eğer bu tutkulu yolculuğun dervişi kesilmişseniz; sözcükleriniz hayatı her yerde, her mevsimde savunacaktır, emin olun bundan.

Ne diyordu Ferîdüddin Attâr: “İster var olsun ister yok; her şey, sözün avucunda muma döner.” (**)

Eğer ki; Marquezvari bir başlama noktanız olmuşsa, sabırla yaza yaza yol almışsanız ve o ilk yazdıklarınıza da onun gibi dönüp sevgiyle bakabiliyorsanız, emin olun sesiniz çoğalacaktır:

Şunu diyordu Marquez, o ilk yapıtı için: “Yaprak Fırtınası’nı çok severim. Tabiî, onu yazan adama da çok sevgi besliyorum. Onu kusursuzca görebiliyorum. Hayatta balka bir şey yazamayacağını, tek şansının bu olduğunu düşünen ve hatırladığı her şeyi, okuduğu her yazardan edebî teknik ve derinlik hakkında kaptığı her şeyi kâğıda dökmeye gayret eden yirmi iki, yirmi üç yaşlarında bir delikanlı.”

NEDEN YAZIYORUM?

Her sözünün aynasındadır insanın neden yazdığı. “Başka bir şey yapamadığım için yazıyorum,’’ diyenlerden değilimdir. Yazının ucuyla hayata bakmak gerektiğine inandığım için yazanlardanım.

Her birimiz biriktirerek yazarız. Farkında olsak da olmasak da bu böyle!

Yazmak, farkına vararak görmektir; ayırdında olmak, ayırarak sezmek, sezgileriyle de o ayrı olanların neden niçinlerini sorgulamaktır. Bu bir yeti midir? Evet! Ama doğuşla gelen değil, sonradan kurulandır. O geleni bazen ‘yetenek’ diye adlandırırız. Öyle de alınsa yüzdelendiğinde ‘bir’dir o.

Kurulan dedim ya; işte aslolanı da budur. Neyi/ nasıl/ neden kurabileceğini öğretmek yolculuğudur da yazmak. “Öğrendim artık, bitti,’’ demek değildir. Yazdıkça, ama sürekli, öğrenir / görür; neden yazdığınızın bir ömür boyu yolcusu kesilirsiniz. Yaza yaza biriktirdiklerimizdedir uğraşınızın sırrı.

Evet, yazmak; eninde sonunda bir uğraştır. Bunun için de kendini/zi vermek, dahası adamak gerekir. Aslında her uğraşın da bizden istediği bu değil midir? Yazmak, benim için dünyada var olmanın sesidir. Bu bazen çığlığa da dönüşebilir. İşte asıl orada aramalıyız “neden yazıyorum” sorusunun yanıtını. Cehennemse işte geldiğiniz o kıyıdır!

(*) Gabriel Garcia Marquez’le Konuşmalar, Derl: Gene H. Bell-Villada, Çev.: Osman Akınhay, 2017, Agora Kitaplığı, 237 s.

(**) İlâhiname, Ferîdüddin Attâr, Çev Abdülbaki Gölpınarlı 1992, MEB. Yay., 291 s.